Hegemonya kavramı, etimolojik anlamı itibariyle “önderlik”, “öncü olmak” manâlarını ihtiva etse de, genel kabul görmüş anlamı “tahakküm” dür. Batı aklının, “önderlik” anlamında hegemonyacı devletler sistemi olarak, dünyaya yeni bir nizâm vermek, önderlik yapmak girişimi, her radikal değişimde olduğu gibi mevcut sistemin köklü şekilde değişim ve dönüşümünü zorunlu kılmıştır. Fakat böyle bir işe kalkışmak, “tahakküm” kavramından daha fazla bir şeyleri gerektirir. Bu sistem de bunun gereklerini yerine getirememiş, sistemini üzerine bina ettiği kurum ve kuruluşlar, iddia edilenin aksine genel çıkarı temsil etmediği gibi “tahakküm” ünü devam ettirmenin aracı olmuştur. Antonio Gramsci’ nin vurguladığı gibi “Bir toplumsal grubun üstünlüğü iki şekilde kendini belli eder, ”tahakküm” biçiminde ve “entelektüel ve moral önderlik” biçiminde. Bir toplumsal grup, “yok etmeye” ya da belki de silahlı güce başvurarak kendine tabi kılmaya eğilimli olduğu karşı gruplar üzerinde hakimiyet kurar. Bir toplumsal grup halihazırda resmi bir yönetsel güç kazanmadan “önderlik” edebilmeli ve aslında etmelidir (gerçekte bu böyle bir gücü kazanmanın başlıca koşullarından biridir); gücü kullanmanın sonucu olarak bu toplumsal grup hâkim bir hale gelir, fakat gücü sağlam bir biçimde elinde tutsa bile aynı zamanda “önderlik etmeyi” de sürdürmek zorundadır.”

Kapitalizmin gelişimi ve Modern devletlerin doğuşu birbirleri ile çok yakın ilişkilidir. Kapitalizm, gelişim aşamasında, dünya ekonomisinin siyasal açıdan birden çok sistemle yönetilmesinin avantajını kullandı ve gelişebildi. Gelişmesini engelleyecek alternatif bir dünya görüşü sunulamadığı gibi buna pek imkân da yoktu. Zira kapitalist grupların, mensubu oldukları devletler üzerindeki hakimiyetleri, siyasal gerçekliğin sürekli zemin kaybetmesine sebeb oldu. Ulus devletler ve kapitalist gruplar birlikte gelişip serpilmelerine rağmen, bu grupların yönetici sınıfın iktidarının genişlemesine karşı koymak gibi bir çelişki yaşadığını da göz ardı etmemek gerekir.

Göz ardı edilmemesi gereken bir diğer husus, toprağa bağlı devletler ile kapitalist gruplar arasındaki dünyaya bakış ve “hadiseye yaklaşan şuur” seviyesindeki farktır. Toprağa bağlı devletler için gaye: topraklarının genişliği ve üzerinde yaşayan nüfusun yoğunluğuyken; sermaye birikimi, bunu gerçekleştirebilmenin vasıtasıdır. Kapitalistler için ise tam tersi bir durum söz konusu. Kıt kaynaklar üzerinde hakimiyet gayeleşirken, toprak kazanımı, sermaye birikimi için araçtır.

Batı Sistemi’ nin genel çıkarı temsil ettiği iddiası, “önderliği” sadece tahakküm vechesiyle alması sebebiyle “sahtekarlık”tan öteye gidememiştir. Yine A. Gramsci’ nin kavramlaştırmasıyla: “Zor ve Rıza arasındaki gri alan “kokuşmuşluk” ve “dolandırıcılık” tarafında işgal edilmiştir. Rıza ve zor arasında (hegemonya işlevini yerine getirmenin güçleştiği ve zor kullanmanın çok riskli olduğu bazı durumların karakteristiği olan) kokuşmuşluk/dolandırıcılık yer almaktadır. Bu, muhalif gruplar içinde bozgun ve kargaşa tohumları ekmek amacıyla ya gizli bir biçimde, veya yakın bir tehlike durumunda, açık bir şekilde grup önderlerinin satın alınmasıyla muhalifin (ya da muhaliflerin) felce uğratılmasını ve ahlakî bozulmanın elde edilmesini içermektedir.”

Gramsci’ nin bu tezinde ne kadar haklı olduğunu, bugün yeryüzündeki birçok devlet ve yöneticilerinin haline bakarak görebiliriz. Dünyayı düşürdüğü hâl de cabası: Kıtlık, susuzluk, açlık, hastalık, savaş. İnsanlığa da cebindeki kurtuluş reçetesi (BD-İBDA) nin gereğini yerine getirmezse güzellik ve güzelden pay sahibi olmadan; ev sahibi, araba sahibi v.b. lüzumsuz bir sürü şeylerin sahibi olarak memnun, mesut ölmek kaldı. Zira, İbn-i Arabi Hazretleri’ nin işaret ettiği gibi “Güzellik ve güzel, “ihsan”dan gelir. “İhsan”, hakikatleri bulundukları hâl üzere öğrenmeyi sağlayan görme makamıdır. ”

İngiliz- Yahudi menşe’li finanslaşmış kapitali yöneten ve yönlendiren güç odaklarının son mekanı Amerika, bir çok çalışma ve araştırmanın da konusu olduğu gibi 1970’ lerden beri güç kaybediyor. Bu güç odaklarının kendilerine üs olarak seçtikleri yeni mekan da Japonya ve Dört Asya kaplanı olarak isimlendirilen ülkeler.

Baran Dergisi 8. Sayı