Biliyoruz ki her çağ öncekinden farklı; bazı temel özellikler her çağda aynı olsa da yeni çağın eskisinde olmayan yeni meseleleri ve yeni ihtiyaçları vardır, hâliyle yeni çözümleri de…
Çözüm gerektiren yeni meseleler; fikrî, siyasî, idarî, askerî, sınaî vs. her alanda yeni bir yapılanmaya ihtiyaç hissettirir. Bundan dolayı geçmiş çağları taklid, sadece komik olur ve hayattan kopuk bir mânâ arzeder.
Çağımızın hususî mânâsı nedir? Çağımızın ihtiyacı-icabı nedir? Vaktin zarureti nedir?
Büyük düşünce ve aksiyon adamlarının cevaplaması ve çözmesi gereken sual budur. Çağa damgasını vuracak fikirci ve aksiyoncuya işaretler bu hayatî sual.
Bu çağda “ulema” sınıfı kalmadı ki bu suali cevaplasın!
Hangi “şuur süzgeci” ile neyin “eğitimi” söz konusu olsun ki ulema olsun! Önce filtreleme süzgeci yani İslâm’a muhatap anlayış…
Ortalıktaki reformist sapıklar yahut kuru kabuk bilgi tekrarcılarıyla bu meseleler çözülmez.
Zaten şuurların-anlayışların bozulduğu yerde önce İslâma muhatap anlayış yerli yerine oturacak, sonra İslâmi ilimler ona paralel gelişecek.
İslâma muhatap anlaıyışı yenileyecek mütefekkir ve aksiyoncunun iki sahayı doldurması gerekiyor, diyalektik ve ahlâk…
Bu yüzyıl İslâm diyalektiği nasıldır, özellikler, ihtiyaçlar, fikirde, fiilde, sanatta hasılı her alanda işin tertibi, batı-doğu âlemleri muhasebesi, mahsup sırları, tarih muhasebemiz, kurtuluş reçetemiz?
Bütün bunlar furu-u fıkıh meseleleri değil, dolayısıyla kitaplarda bulunamaz. Nakilci ilmiye(!) sınıfının işi değil.
Ve ahlâk… Kendisinden doğduğu fikri daha ileriye götürür. “Ahlâk, anlayıştan doğar ve anlayışı tamamlar” diyor İBDA Mimarı. Anlayış olmayınca ahlâk da olmaz.
Neyin ahlâkı? Hemen şu meseleye geçebiliriz. Savaş ahlâkı? Savaşı da yöneten yenileyici? İslâm ordularının önünde, fikirleriyle, yüreğiyle ve gerekirse bileğiyle onları yöneten ve yürüten…
İslâm binasını çağımızda yeniden kuran ve o binaya zararlı unsurları –içte ve dışta- gösteren, işaretleyen kişi. İslâm İhtilalinin “nasıl”ını ve “niçin”ini işaretleyen kişi, kurtarıcı olacaktır. Mütefekkirlik yanında Kumandanlık vasfı da görülüyor.
İmam-ı Gazali Hazretleri “siyaset sanatların en şereflisidir” diyor, “Din ve siyaset ikizdir, birbirlerinden ayrılmazlar. İslâm temelini siyaset korur ve bunu fıkıhla yapar” diyor.
“Sisteme bağlı siyaset” diyor sistem kurucusu Salih Mirzabeyoğlu. Fıkıh ise, fehm-anlayış demek, İslâma muhatap anlayış ve bunun üstün siyaset şartı.
Çağımızın hususiyetlerine zahiren biraz bakalım:
Teknoloji çağı deniyor, uzay çağı deniyor.
Bilgi çağı deniyor, telekomünikasyon-haberleşme çağı deniyor…
“Mekanik insan” deniyor. “Robot insan” veya “insan robot” diye eleştiriliyor.
“Homo economicus” diye eleştiriyor insan…
“Ahir zaman” deniyor, “kıyamet çağı” deniyor ve kıyametlerden bahsediliyor.
Dünya, şimdiye kadar pek görmediği hareketi ve değişimi yaşıyor. Her şeyin dengesinin bozulduğundan bahsediliyor.
Dünya, global bir köy oldu, deniyor. Teknolojinin de etkisiyle her şey iç içe; öyle ki, Pekin’deki kelebeğin kanat çırpması New York’taki fırtınaya yol açabiliyor, “Kelebek etkisi”
Sömürü, adaletsizlik dünyanın her tarafında. Dünyada bir nizam yok, adalet yok!
Siyasî ve iktisadî rejimler birbiri ardı sıra yıkılıyor. Devrimler kıtalar çapında oluyor.
“Kelebek Etkisi”nde olduğu gibi dünya etkileşime son derece açık; fakat bir o kadar da kör, sağır, topal, kopuk ve ayrık…
Çağımızda uzmanlaşma var, bütüne aykırı bir ilimleşme var. Uzmanlaşma, bütünleşmenin zıddına tekâmül ediyor devamlı. Asıl kaybedilmiş, teferruatta derinleşiliyor veya teferruatta boğulunuyor.
“İçtimai ilişkilerin karmaşıklığı ve her zamandan daha çok birbirini etkileyici olması” (İdeolocya ve İhtilal S.M.), kısmî istek ve sonuçlarla şartlara çözüm sunulamaması, ideolocyayı zorunlu kılıyor; sistem çapındaki dünya görüşüyle hayatın bütün cephelerini toparlamak. Dağılmışlığa ve karmaşıklığa çözüm olmak.
Zaten çözüm teşebbüsleri de bu minvalde olmuş, fakat işi daha da dağıtmışlar; “Mutlak Fikrin Gerekliliği-Bütün Fikrin Gerekliliği” davasının eksikliğinden, tümevarım zafiyetiyle malul olmalarından dolayı çözüm olmamıştır.
Demek ki, “Bütün Fikrin Gerekliliği” şartını da yerine getiren, sistem çapındaki bir fikir manzumesi çözüm olabilir.
“Yenilikçi sistemimiz İBDA” diyoruz, İBDA’nın çağın ihtiyacına binaen hususî mânâsını vurgulamak için.
İBDA yenilikçi ve yenileyici vasfıyla ortaya çıkarken –zaten lügat mânâlarında da açık- bize düşen de, bunu tekerleme olarak söylemek değil, ondan aldığımız payla eşya ve hadiselerde her ân parıldatmak. Tekrar değil, tahkim etmek, taklid değil, tahkik etmek; duyarak, düşünerek, yaşayarak.
Eğer ufuk açıcı ve bir aksiyona tohum saçıcı olamazsak, bunları ifade ederken bile eleştirdiğimiz duruma düşeriz. Bu yazı bile bu açıdan değerlendirilmeli; tebliğden ziyade telkin şartı, yahut telkinle alınanı tahkike getirme şartı ile ölçülmeli.
İslama muhatap anlayışı yenileyerek zamanını bütünleyen Üstad Necip Fazıl’ın mânâ ve misyonu yeterince anlaşılmamış iken “aradığı ve bulduğu genç” Salih Mirzabeyoğlu tarafından bu mânâ ve misyon açık edilmiştir. Üstad ve Kumandanımızın ilm-i ledün sahibi olduğunu da belirtelim. Salih Mirzabeyoğlu’nun Arapça ve Farsça’nın etimolojisine derin vukufiyeti eserlerinde görülüyor. Çağın yenileyicisi iki mütefekkir ve aksiyon adamı; çağın ihtiyacına binaen yepyeni bir dünya görüşü ve yepyeni çözümlerle…
“Her çağın hususî bir mânâsı vardır” hikmetine binaen, yaşadığı çağının hakimi Yavuz Sultan Selim’den “Devir” başlıklı şu kıssayı, çağımızda İslâm İhtilal-İnkılabı’nın hem aracının hem de gayesinin ideolocya olduğunu tekrardan vurgulayarak, aşağıda iktibas edelim:
Yavuz Sultan Selim, Mısır’ı aldığında esir düşen kumandanlardan Kurtbay’ı huzuruna getirir:
-Kurtbay, yiğitlik ve cesaretine hayran oldum. Orduma yaptığını da biliyorum. Ama senin cesaretin neye yaradı? Sonunda kaybettiniz. Ol şecaat kandedür? Dedi. Kurtbay ise:
-Hünkarım! Allah’a şükür, şecaat ve cesaretim bâkidir. Lakin memleketimizi siz kendi bahadırlığınızla almadınız. Bize ne yaptı ise ölüm saçan o menfur toplarınız yaptı. Onlar memleketimizin kaybına sebep oldu.
Dedikten sonra şöyle ilave etti:
-Sultan Kansu zamanında bir Berberi, Venedik’ten top getirip Mısır’a satmak istedi. Fakat rical-i devlet, Peygamberin “Kılınç ve ok kullanınız” emr-i şerifine aykırı görerek bu topları almadı.
O zaman adam, “yaşayan görecektir ki, bu memleket, bu toplara sahip olan bir millet tarafından elinizden alınacaktır” diye bağırmıştı. Görünen o ki Berberi haklı imiş.”
Dedi. Bunun üzerine Yavuz Sultan Selim şöyle dedi:
-Kudret ve kuvvet Cenab-ı Hakk’ındır, amenna. Kur’an ve Sünnete bu kadar bağlı iken neden Allah Resûlü’nün “Silaha aynı silahla karşılık veriniz!” şeklindeki emr-i şerifini yerine getirmediniz? 900 sene geçti. O zaman kılınç ve ok devri idi. Şimdi top devridir.
“Her çağ, doğru yolda mıyım kaygısını duyacak…” Böyle diyor bu kaygının sahibi İBDA Mimarı, son eseri “Madde Nedir?” de...



Baran Dergisi 22. Sayı