Sedat Peker’in açıklamaları vesilesiyle Türkiye’de bir kez daha siyaset-emniyet-mafya ilişkisi, yolsuzluk, uyuşturucu ticareti gibi meseleler tıpkı geçmişte olduğu gibi yeniden Türkiye’nin gündemine geldi. 20 yıllık bir iktidar döneminde bunların yaşanmasını nasıl yorumlamak lâzım?

İlk 10 yıldan sonra şikayetler artmaya başladı. AK Partiden talepler de arttı. Parti çevresinde bir sermaye grubu oluştu. Dış ilişkilerde yeni bir dönem, yeni bir süreç başladı. FETÖ iktidarda daha etkin olmak, kadrolarda yer almak isterken, devlet içindeki karşı kanadı tasfiye etmeye çalıştı. Ergenekon, Balyoz, BÇG ile hesaplaşma bu dönemde oldu. 15 Temmuz FETÖ’nün iktidara el koyma operasyonu idi olmadı. 15 Temmuz sonrası Erdoğan ve AK Parti büyük halk desteğini arkasına aldı ama bu desteği iyi kullanamadı. Parti halkın oluşturduğu bir hareketten çok lider partisi haline geldi. Karadeniz lobisi, aile ve arkadaş çevresi öne çıktı. Aksine güç zehirlenmesine kapıldı. Çevresinde oluşan bir takım “tip”leri tasfiye etmedi / edemedi. Seçim yenilgisini hazmedemedi ve kendinden beklenen değişikliği yapmadı, yapamadı, yapmak istemedi. Halktan koptu. Yolsuzluk iddialarını ciddiye almadı ve sonuçta bu günlere gelindi.

Bu konu bu seviyede konuşulup tartışıldığı sürece kriz yayılacak, derinleşecek ve hız kazanacaktır. Bu süreçte kendi mevzilerini korumaya çalışanlar ve kendi taraflarının trollüğünü yapanlar aslında kaçtıklarını sandıkları şeye doğru koşuyorlar. Bindikleri gemiyi batırmaya çalışıyorlar adeta. Sürece dahi olan yabancı ülke istihbaratları, örgütler ve lobiler yangına körükle gidiyor. Açık, şeffaf, dürüst bir yargıdan başka bir çözüm yok. Allah’ın yardımı olmadan selamete ulaşmamız mümkün değil. Allah’ın yardımı, onun rızasının tecellisinin vesilesi olmaya aday insanlar, hedef ve usûlle mümkündür. Kem alat ile kemalat olmaz.

Dürüst bir yargıdan bahsettiniz, dün milleti PKK tehdidi ile hukuk ve emniyet mercileri eliyle soyup soğana çevirenler bugün aynı şeyi FETÖ üzerinden FETÖ borsası gibi şeylerle yapıyorlar. Geçmişe nazaran kat edilen mesafeye ve bazı hususlarda ilerleme kaydedilmesine mukabil Türkiye’deki bu manzara niçin hiç değişmiyor?

Bir takım herdevrin adamı tipler iktidar çevresini kuşatıyor. Kraldan fazla kralcı tipler, kaz gelecek yerden tavuk esirgemiyorlar. Hasbiler gidiyor, hesabiler geliyor. Yola çıktıklarınızla, yolda bulduklarınız yer değiştiriyor. Eski dostlar unutulup yeni çevreler edinmeye başlayınca Eba Müsli Horasani’nin dediği oluyor. Güç zehirlenmesi, zaman içinde hukuku tanımaz adamların emrivakileri ile daha da içinden çıkılmaz bir hukuksuzluk ortaya çıkıyor. Başlangıçtaki ilke ve ideallerin yerini yeni sloganlar alıyor. Çilekeş insanların çabaları alay konusu ediliyor ve onlar artık parti kademelerinde yer almaları şöyle dursun, teşkilat binalarına ziyaretleri bile engelleniyor. Birileri bunu görmek istemiyor. Şehre gelen yeğenlerini ziyarete gelen köydeki amca, dayı, hala, teyze gibi. Bunu görmek, anlamak istemedi birileri. Dönüştürmek için gelenler dönüştüler sonuçta. Sonuçta yok etmek için geldikleri düzen onları kendine benzetti. Bu hep böyle oluyor. Devrim önce kendi evlatlarını ham ediyor.

Son derece ehemmiyetli neticelere vararak sorunları tesbit edip “kökten” çözüme odaklı adımların atılacağı hadiseler yaşanırken, meselenin künhüne dair değil de, tartışmaların hep “magazin” boyutunda yapılıyor olması sorunların çözülmesini önleyici bir sorun olarak önümüzde duruyor. Bu nasıl aşılabilir, burada” kanaat önderlerine” düşen rol nedir? Bu vesileyle Türkiye’de münevverlerin vaziyeti nedir?

Din, ahlak, tarih diye çıktığımız yolda, hepsini magazinleştirdik. İçi boşaltıldı. Aile ve gençliğin hâli ortada. Radikal söylemlerde abartıdan bir anda tam tersi aşırı ılımlı vadilere savrulduk. Siyaset dönüştürücüdür ve önce kendine sahip olanları dönüştürüyor. Kanaat önderi derken, cemaat, vakıf, dernek, medya hepsi iktidarın arka bahçesine konumlanıyor ve çıkar ilişkisine giriyor. Cemaat ve münevveran dediğimiz takım maaşlı kadrolara dönüştürülünce aromasını kaybediyor.

Kökten çözümler radikal çıkışlarla değil, acil olanlar dışında tedrici ve maarife dayalı bir maslahatla olması gerekirken, bir bakıyorsunuz en radikal gibi gözükenler, aynı hızla en ılımanı olmuşlar. Para, makam, kadın, güç insanların başını döndürüyor. Güç zehirlenmesi akıllarını başlarından alıyor.

Tüm sorular ile alakalı olarak; dün derini giderken paralelinin geldiği, bugün paraleli giderken derinin geldiği, bugün de tekrar derini giderken başka birinin gelip devleti ele aldığı bir sarmalın içerisindeyiz. Salih Mirzabeyoğlu’nun ifadesiyle “Devlet hukuk demektir, hukukun olmadığı yerde devlet değil, çete vardır.” Esas problemimiz devletin çete düzeniyle kaim olmasına yol açıcı Batıcı-Kemalist rejim, sorunların çözümü de bu rejimin değişmesi değil midir?

Derinlerde her zaman gayrimeşru işler, ilişkiler vardır. Radikali, Paraleli, Derin devleti, Deepweb’i, Blackweb’i hepsi bu derinlerde varoluyor. Mafya, terör, kayıt dışı olan ne varsa bu alemde hayat buluyor. “Resmi ideoloji”, darbeci derin yapılar hep bu âlemde hayat buluyor. Aslolan adalettir. Adalet mülkün temelidir. Derin devlet, “İlahlık ve Rablik” taslayanların, kendini kutsayanların eseridir. La Yüs’eldirler. Toplumun dinî, etnik, ideolojik, politik, felsefî ve vicdanî kanaat farklılıklarına sahip çevrelerini birbirine karşı kışkırtarak, onların kanları ve gözyaşları üzerinde kendilerine iktidar ve servet üretirler. Zaman içinde devleti ele geçirirler. Ve o zaman devlet “haydut devlet”e dönüşür. Her darbe sonrası kurulan, çoğunluğu masonlardan oluşan ara rejim hükümetleri, o haydut devletin taşeronudurlar aslında. Devletin anayasa ve yasaların varlık ve meşruiyet temeli, adalet, barış, hürriyet zemininde, mal, can, namus, akıl-inanç ve nesil emniyetidir. Fıtratın korunmasıdır. Kutsal olan HAK’tır ve insan ya da nesne, HAK’kın tecellisi nisbetinde o şeyi kutsar.

Vakit ayırdığınız için teşekkür ederiz.

Ben de teşekkür ederim.

Baran Dergisi 750. sayı