Şu, “camilerde kadınlar neden kötü yerlerde namaz kılıyor” eylemliliği (!) üzerine haberleri her gördüğümde Üstad Necib Fazıl’ın “Destan” isimli şiirinden bu mısra dilime düştü: “Bir şey koptu benden, şey, her şeyi tutan bir şey”… Ama şiirin devamını bir türlü getiremedim. Sonra açıp baktım kitaba. Meğer konuyla ne kadar da alâkalıymış, “şuur altı” bu mısrayı boşuna dilime dolamamış: 

“Bir şey koptu içimden, şey, her şeyi tutan bir şey,
Benim adım Bay Necip, babamınki Fazıl Bey; 
Utanırdı burnunu göstermekten sütninem,
Kızımın gösterdiği, kefen bezine mahrem.”

Her şey bir grup kadının caminin birinden “burada durmayın namaz kılanlar var” şeklinde cami görevlilerince dışarı çıkarılmasıyla başlamış. “Kadınlar Camilerde” diye bir hareket başlatmışlar. Camilerin kadınların kullanımına kapalı olduğu, caminin asıl alanının erkeklere ayrıldığı, kadınlara ayrılan kısmın ise karanlık, kötü ve caminin ruhundan uzak olduğunu vurguluyorlar.

Bunlar makul açıklamalar. Elbette okuyan, çalışan, vaktinin çoğunu dışarıda geçiren kadınların camilerde çoğu zaman (özellikle Cuma namazı dışında, vakit namazlarında) erkeklerden daha fazla olduklarını gözlemlediğimizde, söylenenlerin haklılığı ortada.

Fakat mesele, “kadın neden erkeklerle aynı safta namaz kılmıyor?” noktasına kıvrılınca, işin rengi değişiyor. BBC’nin yayınladığı bir videoda, başörtülü bir kızcağız şöyle itiraz ediyordu: “Ben okulda erkek arkadaşlarımla beraber derse giriyorum. Kütüphanede birlikte ders çalışıyorum. Ama camiye gelince ayrı ayrı yerde ibadet ediyorum.”

Şimdi bu kızcağız belli ki ibadetin ne demek olduğunu bilmiyor. Erkek arkadaşlarıyla aynı ortamda ders yaptığına göre aynı saflarda ibadet edebileceğini düşünüyor. Ya öğretilmemiş haberi yok, ya hiç ananesinin elinden tutup teravih namazı kılmaya gitmemiş. Çocuklara öğretir gibi ibadet, akaid, iman, kulluk meselelerinde eğitimin üniversiteli cahillere şart olduğunu ortaya koyan bir durum. 
Sonra BBC bu konuyu kendine mevzu edindi. Her gün neredeyse bununla ilgili haber yapmaya başladı. Camiler isim isim tesbit edilip kadına ayrılan yerler görüntülendi. Kadınlı-erkekli grupların camide karışık namaz kıldığı resimler servis edildi. Hatta başı açık kadınların camide namaz kıldığı görseller kullanıldı. Ve tartışma başladı. Turistlerin bile başı açık alınmadığı camiye kadınlarımız başı açık girmek istiyormuş, istediği kıyafetle camiye girebilmeliymiş.

Diyanet ise sadece şu açıklamayı yaptı: “Kadınlara ayrılan yerlerle ilgili çalışma başlattık. Camilerin eşit kullanımı konusunda gerekli düzenlemeler yapılacak”… 

Oysa camiler “ibadet” mekânlarıdır. İbadet edilen yerde zaten herkes Allah’ın huzuruna çıktığı için eşittir. Gerçekten “huzura” mı çıkıyoruz, yoksa “sahneye” mi? Camilerde “eşit ibadet yeri hakkı” icad eden kadınların ibadetlerini Allah’ın huzuruna çıkmak için mi yaptıkları, yoksa sahneye çıkmak için mi yaptıkları tartışılmalı. Feminist hareketin camilerde ibadeti bile bir show malzemesi haline getirmesi tartışılmalı. Yoksa camide kadınlara ayrılan yerler üzerine bir düzenleme gerekiyorsa, istekler açık ve net olarak belirtilmelidir. Dert sadece mekânın “kötü” olması mı, yoksa erkeklerle aynı safta, aynı yerde namaz kılmak mı?

Allah Resulü mescide kadınların gelmesini teşvik etmiştir. Çünkü orada İslam’ın emir ve yasakları, incelikleri üzerine sohbetler edilmektedir. İbadet vakitlerinde mescide rahat girip çıkmaları için bir kapıyı onlara tahsis etmiştir. Namaz bitince önce kadınların çıkması beklenirdi. Sonra erkekler çıkardı. Demek ki öyle “karma” bir “saf” tutma mevzu bahis değildi. Ayrıca pek çok hadiste mescitlerde kadınlara yer ayrıldığı belirtilmiştir. “Cami adabıyla ilgili bazı ahlâkî öğütlerde bulunan Hz. Peygamber, camiye gelen kadın ve erkeklerin davranışlarına dikkat etmelerini, karşı cinsin dikkatini çekecek tutum ve davranışlardan kaçınmalarını (Vâhidî, 1968:186), giyim kuşamda ölçülü olmalarını (Buharî, Meğazi 537), yatsı namazına gelen kadınların güzel koku sürünmemelerini söylerdi (İbn Hanbel, 1992:IV, 363).” (http://dergipark.gov.tr/download/article-file/302526)

Diğer yandan “başörtüsü” meselesinde derinden giden bir anlayış yaygınlaşmaya başladı. Bazı “tasavvufi eserlerle kafayı bulmuş” yazarlar ve bazı “Kur’an’da örtünme ayetinin bu şekilde olduğunu düşünmüyorum” diyen ilahiyatçı modernistler, kadınların başlarını örtmesinin gerekmediğini söylüyor. Bunu açıkça söyleyen de var, el altından yayan da. Bu “camide başım açık namaz kılmak istiyorum” diyen kadınlar da bunların aklıyla hareket eden kadınlar. Aralarında buna inanan yazarlar da var.

Burada bir incelik var. Eğer kıt aklınızla, taş kalbinizle tasavvufi eserlere yaklaşır, kendinizi bir “nisbet” noktası yaparak o eserden “anladığınızı” “hakikat” zannederseniz yanarsınız. İslam Mutlak Fikir’dir. “İslama Muhatap Anlayış” ve onun dünya görüşüne nisbet kuramazsanız yanarsınız. Allah dostları “zamanı aşmış kahramanlar” olarak işaretlenmiştir Salih Mirzabeyoğlu tarafından. Küt kafayla dalarsanız boğulursunuz onların eserlerinde. 

Son zamanlarda ortaya çıkan bu tür sapmalar gösteriyor ki, “İslama Muhatap Anlayış” davası, Müslümanların aynı zamanda “iman” davasıdır. Başta işaretlediğimiz “her şeyi tutan bir şey”dir. 
Ne demişti Üstad Necib Fazıl:

“Zamanüstü” ölçüler manzumesi olarak İslâm, imânın hakikatini yaşayana, şu ân nail olmuş kadar yenidir; ve “çağ içi, çağ dışı” tekerlemesinden başka bir şeye aklı ermez ahmakların her türlü yakıştırmasından münezzehtir!..”
Ve ne demişti Salih Mirzabeyoğlu:

“Güya İslâm adına çırpıştırılmış fikirlerden kurulu köpek kulübesi cinsinden uyduruk oluşumlar bir yana, kelimenin gerçek anlamıyla insan ve toplum meselelerini kuşatıcı İslâmî bir dünya görüşü, ancak “Ehl-i Sünnet” itikadıyla mümkündür; Büyük Doğu-İbda, bu davanın hem tespitçisi ve hem de dünyada “İslâm’ı eşya ve hadiselere tatbik” mevzuundaki tek “sistem” terkibidir!..”

Bu kadar…


Baran Dergisi 587. Sayı