Niçin Herkes Fransa’ya Düşman?
 
Esselâmü aleyküm.
Nasılsınız?
(Av. Güven Yılmaz, iyi olduğunu söylüyor)
Türkiye’den herhangi bir haber var mı?
(Av. Yılmaz, aynı durumların geçerli olduğunu söylüyor.)
Bana soracağınız herhangi bir soru var mı?
(Av. Yılmaz, sorusu olmadığını, dilediği gibi konuşabileceğini söylüyor Carlos’a.)
Hakkında konuşabileceğimiz birçok şey var ancak bugün yaşanan bir hâdise vesilesiyle konuşmak istiyorum.
Amsterdam’dan Paris’e giden -yüksek hızlı- Thalys treninde seyahat eden Fas vatandaşı bir yolcu, tren Fransa topraklarındayken tuvalete gidiyor, ancak iki Amerikan askeriyle bir diğer yolcu, Faslının bulunduğu yerden gelen kalaşnikof şarjör sesini duyarak müdahale ediyor, üzerine atlıyorlar ve birisi yaralanıyor ama Faslıyı etkisiz hâle getirmeyi de başarıp bağlıyorlar.
Yakalanan kişinin bir cihatçı olduğu belli ama profesyonel olduğunu zannetmiyorum, çünkü şayet kalaşnikofla ateş edecekse, silâhını böyle gürültü çıkaracak şekilde trenin içerisinde değil, trenin dışarısında hazır hâle getirmeliydi ve emniyetini de açık tutmalıydı.  Emniyetini açtığınızda silâh gürültü çıkartmaz zira.
Faslının bir tabancasıyla bir de kesici âleti daha varmış yanında. Kesici âlet taşımak, diğer ülkelerde olduğu gibi, küçük bir suç Fransa’da. İşte o kesici âletle de bir yolcuyu yaralıyor ayrıca.
Silâhına âit dokuz şarjör taşıdığına göre, belli ki bir katliam yapmayı tasarlıyordu trende.
İspanyol ve Fransız servislerince de cihatçı olarak, cihatçılarla yakından bağlantılı biri olarak tanınan bu Faslı, genelde hep görüldüğü üzere, Suriye ve Türkiye’de bulunmuşa benziyor.
Fransa’da böyle bir saldırı teşebbüsünde bulunulmuşsa, bu şu anlama gelir: Eski ve yeni Fransız hükümetleri, diğer kıtalardaki halklara karşı o kadar ağır suçlar işlemiş olmalı ki, onlar da bu şekilde karşılık verme ihtiyacı hissediyorlar.
Zaten –IŞİD’in kurduğu- “İslâm Devleti” de, ilk hedef olarak, ne ABD’yi, ne Amerikalıları, ne İsraillileri telaffuz ediyor; aksine, işledikleri korkunç suçlardan dolayı Fransızları ilk hedef belliyorlar.
Niçin böyle bir şey diyorlar peki? Demek ki, yanlış giden bir şeyler var Fransa’da!..
(Carlos, Fransa’daki, oyların yarısını alanın cumhurbaşkanı veya milletvekili olabildiği, üstelik meclisinin yarısını da yabancı kökenlilerin teşkil ettiği, yetmiyormuş gibi bunların birçoğunun hıristiyan bile olmadığı –“ne demek istediğimi anlıyorsunuz” diyor ve Yahudi kökenlilere atıfta bulunuyor- bu tuhaf sistem yüzünden, Fransız halkının böyle bir saldırıya muhatab olmasının çok üzücü olduğunu vurguluyor...
Ne var ki, bu hükümeti Fransızların seçmiş olmasından dolayı da, -“ne siz ne ben bu mantığı paylaşmasak da!” tarzında izâh ihtiyacı duyarak- Fransız halkının böyle bir karşı saldırı mantığının sonuçlarını yaşamakta olduklarını ekliyor…
Bu tarz üzücü hâdiselerin, Fransa’yı yıllardır kontrol edenlerin hatası olduğunu ve bunların da ardında o güya “Troçkistler”in olduğunu söylüyor; fakat bunların devrimci olan gerçek Troçkistlerle bir alâkalarının olmadığını belirtiyor; Fransa’daki durumun bu bakımdan günden güne daha da kötüleştiğini ifâde ediyor…)
Başka bir şey daha var…
Televizyonda haberlerde işittim: Fransa’da 1982’de bir trene, “La Capitole” trenine yapılan ilk saldırının ardındaki isim “terörist Carlos” imiş!.. Üstelik, benim -şahsî sorumluluk bakımından- tamamen aklandığım ama buna rağmen “suç ortağı!” olmakla suçlandırıldığım bir hâdise bu ve söz konusu saldırı haberini de –kendimin ve annemin şerefi üzerine yeminle söylüyorum- ilk defa haberlerde duydum. Hiç bilmediğim bir olay için nasıl emir vermiş olabilirim ki!..
Yetmiyormuş gibi, bu sadece benim şahsen aklandığım bir yalan olmakla kalmıyor, bizzat resmî makamlarca sürdürülmekte olan “resmî bir yalan” niteliği taşıyor!..
Hâlbuki, Jacques Chirac’ı öldürmeye yönelik bir saldırıydı o; ve treni değil, Chirac’ı hedefliyordu. Ne var ki, masum insanların öldüğü söz konusu saldırının yapıldığı trene, o gün geciktiği için binememişti Chirac. Kaldı ki, Chirac’ın –başkan olmadan önce de, başkan olduktan sonra da- 15 yıldır her Perşembe bindiği bu trende, tam da Chirac’ın oturduğu koltuğun arkasına konulmuştu bomba, büyük miktarda askerî patlayıcının kullanıldığı o bomba…
Zaten Chirac, saldırının kendisini hedeflediğini de bizzat ilân etmişti zamanında. Fakat daha sonra bir daha hiç konuşmadı bu konuda; sadece o beyanından ibaret kaldı sözleri. 14 Temmuz’da yapılan bir millî gün kutlaması dolayısıyla yayınladığı mesajda dile getirmişti bunu. Sonra da sustu, çünkü bazı şeylerin örtbas edilmesi ve bunun için de benim adımı öne çıkaran “resmî yalan”ın sürdürülmesi gerekiyordu!..
Evet, dahlim olmayan bir saldırıda “suç ortağı” olmakla itham edildim!.. Neymiş, herkesin dinlediği bir telefonda, böylesi bir saldırının açıkça emrini vermişim!.. Ben de, “madem öyle; buyrun getirin o konuşmaları mahkemenin önüne!” dedim, ama bu defa da “hayır, hayır; bunlar yok edilmiş, ama bizde Macaristan’dan gelen raporlar var!” falan gibi saçmalıklarla mukabele ettiler…
Böyle olunca, yıllar yıllar boyunca bu hakkımdaki yalanları dinliyor insanlar ve Fransa’da bir trene saldırı yapan ilk insan olduğuma muhtemelen inanıyorlar da!.. Bu da çok ama çok tiksinti verici!..
(Carlos, Fransız halkının bir devrim yapması ve başlarındaki tüm bu yozlaşmış insanları temizlemesi gerektiğini söyledikten sonra, bir “Fransız” olduğunu vurguladığı Cumhurbaşkanı Hollande’ı ayrı bir yerde tuttuğunu ve önemli bir nokta olarak, kendisinin entelektüel bir seviye sahibi olduğunu ifâde ediyor…
Ne var ki, Hollande’ın çevresindeki herkesin onun kadar temiz olmadığını belirten Carlos, bu anlattıklarını Hollande’ın da bildiğini söylüyor…
Fransa’yı ve Fransızları bugünkü gibi tehlikeye atanların “hainler” olduğunu vurgulayan Carlos, bir kısmı Fransa’da bile doğmamış ama Fransız vatandaşı olan bu hainlerin, Fransa’da daima Siyonist çıkarlar için çalıştığını ve Fransa’yı bugünkü gibi bir kaosa sokmak istediklerini ifâde ediyor…
Unutulmaması gereken bir husus olarak, Fransa’nın 1948’de İsrail’i tanımamış bir ülke olduğunu hatırlatan Carlos, ancak Yahudi kökenli ve güya Almanya’daki toplama kamplarından kurtulmuş bir içişleri bakanının baskısıyla Fransa’nın İsrail’i tanıdığı bilgisini veriyor…
 Çok çarpıcı bir bilgi daha veren Carlos, savaş sırasında Fransa’dan Almanya’ya sınır dışı edilen lider veya bakan seviyesindeki üst seviye Yahudi kökenlilerin hepsinin, hiç istisnasız sağ salim Fransa’ya döndüklerini belirtiyor ve bunun da çok acayib olduğunu, bunun o güya “gaz odaları teorisi”ne hiç de uymadığını vurguluyor…
Nazilerin başka çılgınca suçları doğru olsa bile, burada gerçeklere dayanmayan bu “teori”nin inkârının, ABD veya İngiltere’de olmasa da, Fransa’da kanunen suç olduğunu söyleyen Carlos, “takıntı” hâline getirilen bu Siyonist propagandanın, basında ve her köşede gece gündüz pompalandığını belirtiyor…
Fransa’ya yönelik böylesi bir şiddet dalgasının altında yatan bir sebeb olması gerektiğini söyleyen Carlos, bunun da, Fransız güçlerinin hem Ortadoğu’da hem de Kuzey Afrika’da Müslümanlara karşı gerçekleştirdiği saldırı ve müdahaleler olduğunu; Fransız hükümetinin -diğer herkes gibi- politik hareketlerin bazılarına sempati bazılarına düşmanlık hissetmesinin, hattâ sempati duyduklarını desteklemesinin normal bir hak olarak görülebileceğini; ancak Fransa’nın bu sınırı aşarak her yerde müdahale ve bombardımana başvurduğunu; bunun da kendisine “karşı saldırı” olarak geri döndüğünü  ifâde ediyor…
Fransızlar az bir çapta bombalarken, ABD’nin her yeri bombaladığını, buna rağmen Suriye rejiminin de, Suriye rejimine isyan edenlerin de, “İslâm Devleti” unsurlarının da Fransa’yı ilk hedef ve başlıca düşman bellediklerini belirten Carlos, “Fransa orada neler yapıyor acaba?” diye soruyor…
Fransa ve ajanlarının Ortadoğu ve Afrika’da gerçekleştirdiği bombardımanlarda bir günde ölenlerin sayısının, II. Dünya Savaşı sırasında Fransa’da ölen insan sayısından daha fazla olduğuna dikkat çekiyor Carlos…
Avukat olan eşinin sırf kendisini veya diğer siyasî mahpusları savunduğu için Fransa’da çok ağır bir bedel ödediğini ve -ne ABD’de ne İngiltere’de ne Almanya’da böyle olmadığı hâlde- malî olarak da çökertildiğini ifâde eden Carlos, Fransa’da dürüstçe müvekkillerini savunan avukatların bu şekilde mahvedildiğini, müvekkillerine ihanet eden diğerlerinin ise ihyâ edildiğini vurguluyor…
Bu bakımdan, bugün Fransa’da yaşananların henüz başlangıç olduğunu ve bu tür hâdiselerin hemen yarın sonlanmayacağını söyleyen Carlos, bir kısmı Suriye veya Irak’ta savaşmış olsalar bile, söz konusu saldırıları gerçekleştirenlerin de, kendilerinin sahib olduğu özel savaş tecrübesine sahib olmadıklarını belirtme ihtiyacı duyuyor…)
Müslümanlar bugün sadece Mezopotamya’daki, Büyük Suriye’deki, Şam beldelerindeki insanlar için değil, Afrika’daki, Latin Amerika’daki, Asya’daki, özellikle Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki insanlar için de, onların saygı görmesi için de savaşıyor.
Her ne olursa olsun, ne yapıyorlarsa inançları için yapan ve ölmeye hazır olan mücahidlerin yardımcısı olsun Allah. Ki, biz de cennette onlara katılacağız inşallah.
Allahü Ekber.
 
(Carlos, mûtad konuşması bittikten sonra, “çoktandır Kumandan Mirzabeyoğlu’ndan haber alamıyorum; kendisi iyi mi, çalışabiliyor mu?” diye soruyor. Av. Yılmaz, Kumandan Mirzabeyoğlu’nun iyi olduğunu, çalışmalarına devam ettiğini ve bir problem bulunmadığını söylüyor…)
 
Baran Dergisi 454. Sayı