Meşhur vak’â’dır, İnönü Devri İstanbul Valisi Fahrettin Kerim Gökay’ın Menekşe yahut Cadde Bostan Plajı etrafındaki serzenişini anlatan gazetenin manşeti şöyledir: “Halk plajlara hücum etti, vatandaş denize giremiyor!”

 Göya Vatandaş ile Halk’ı tefrik eden ve bize bir memleketin yönetim biçiminin umûmî kıstasını veren bu hâdise, elbette küt bir kafa yapısının, sadistçe bir bakış açısının nasıl olduğunu kuvvetli bir biçimde ifâde eder. İşin bu tarafı belli ve bu tarz misâlleri memleketimizde aramak zahmet istemeyen bir fiildir de bir de işin bazı “vatandaş”ının kıyafetini ve evini tertemiz hâle getirecek bir seviyeye çekip, onun idrakini kırıp, vicdanını kirleten, “halk”ının da ne yaparsa yapsın kıramadığı vicdanına erişemeyip onu maddî sefalete ve zamanın şartlarına karşı cehalete mahkûm eden bir idare tarafı da vardır... Söylemek istediğim, gadre uğrayanlar her defasında ilk gördüklerimiz değil, esasen çoğu zaman içinde bilvasıta başka unsurları da barındırırlar… Nitekim aynı hâdisenin bir benzeri 2005 senesinde tekrar yaşanmış, gazetelere haber olmuş ve yine aynı plajın müdavimleri yahut yakınında ikâmet edenler (Cadde Bostan) plajın umûmî çehresinin “sefil” görüntülere gark olduğundan şikâyet etmiştirler!
Vakti zamanında kaskatı bir vakıa ve apaçık olarak belirli bir zihniyetin dışlaması olarak cereyan eden bu hâdise, içinde belki yine -hiç olmazsa- ukde bakımından zihni düşmanlık taşısa da 2005’te estetik kaygıların da öne çıktığı bir serzeniş olarak vukû bulmuştur! Ve işin tuhaf tarafı bugün matbuatımız, devlet kadromuz vesâir unsurlarla “bizim” sesimizin -eskiye nazaran nisbeten diyelim- daha çok çıktığı bir demde bile aynı mevzuun, ister plajlarda olsun ister başka sahalarda olsun hiç değişmeden devam ediyor oluşu da bana göre enteresan-alaka çekici bir mevzudur!..

Eğer bütün dava “altta galanın canı çıksın!” değilse, mevzu, yakaladığımız ilk fırsatta bize benzemeyen ve bizden olmayan herkese ali kıran baş kesen kesilmek değilse, yapılması gereken edebimiz, idrak ve irfanımız, dünyayı her bakımdan kavrayışımızla, yani zıddımızdaki muhatablarımızın dışyüzden gösterdiği fakat iç ve dış olarak intibâkının sırrına bir türlü eremediği o derûnî tarafın dış dekorla uyumuna misâl olmamız ve Allah’ın her insanda müsaade ettiği hidayete vesîle bir rolü taşımamızdır!

Eğer dünya görüşünüz, dünyayı kavrayış biçiminiz herkes ve her kesime hitap ediyorsa, sadece bağlıları, bağlı olduğunu iddia edenleri ve yandaşlarına değil tüm insanlığa karşı kendini mesul hissediyor ve istisnasız herkese bir cennet vaat ediyorsa tabiî olarak bu yaklaşım elzemdir, böyledir!..

Ortada hukuka dâir bir mesele varsa buna bağlı olarak müeyyidesi de vardır da hukukun dahî hakkını teslim ettiği yerde hakkından vazgeçip âlicenablık yapan ve bu tavırla muhatabının gözünü oymak için değil hak ve hukuk adına onunla boğuştuğunu, mücadeleyi kazandığı yerde düşmanına bile el uzatabilecek derecede bir üstün ahlak telakkisine bağlı bulunduğunu tavrıyla ispat edip, neticede mevzuyu hakikaten hakka havale edebilen ecdadımızı anlayabilecek miyiz aceb?

Şu plaj mevzuu etrafındaki fikirlerimi kısa da olsa serdettiğime göre asıl mevzuumuza, mühendislerin jargonu ile söylersek röper noktası plajlar olan bir hak arama mücadelesine artık geçebiliriz. Bahsedeceğimiz mevzuun işgal edilmiş Filistin topraklarında geçtiğine değil de, günümüzde bile Osmanlı hukukunu işleterek nizamına hayat veren Yahudi’nin pratik zekâsına bakarsanız, meselenin asıl dikkat çekmek istediğimiz noktası görülebilir; Mecelle’nin meşhur kâidesindeki gibi “usûl esasa mukaddemdir”…
 
Mecelle
Mecelle yahut Mecelle-i Ahkâm-ı Adliye… Mecelle’in nasıl hazırlandığı, niçin bazı yeni kanun hükümlerine ihtiyaç hissedildiği gibi kompleks mevzuları ayrı, kısa izâhlar içindeki en değişik tarifiyle kabaca şöyle izâh edilebilir:

“Mecelle-i Ahkâm-ı Adliye veya kısaca Mecelle, 1868-1876 yılları arasında Ahmet Cevdet Paşa başkanlığındaki bir komisyon tarafından derlenen, İslami özel hukuk (medeni hukuk) kuralları kodeksidir. Osmanlı İmparatorluğu’nun son yarım yüzyılında şer’i mahkemelerde hukuki dayanak olarak kullanılmıştır. Bir giriş 16 bölümden oluşur ve 1851 madde içerir.

Mecelle, kendi çağında 13 yüzyıllık İslami fıkıh geleneği üzerinde inşa edildiği halde, maddeler halinde düzenlenmiş analitik ve pozitif bir hukuk sistemi oluşturma çabasıdır. Doğu Roma İmparatoru Jüstinyen tarafından 6. yüzyılda Konstantinopolis’te hazırlatılan ilk (code civil) derlemesinden sonraki ilk örnek olması özelliğiyle İstanbul’u özel bir konuma kavuşturur.

Batı ülkelerinin Medeni Kanun (code civil) geleneği Büyük Jüstinyen’in 6. yüzyılda hazırlattığı ilk (code civil) düzenlemesine dayanır. Mecelle, Tanzimat Fermanı ile açılan dönemin en önemli kanunu ve Osmanlı modernleşmesinin en önemli anıtlarından biridir. Arapça “çok büyük boy kitap” anlamına gelen mecelle, Fransızca “1) büyük kitap, 2) hukuk ilkeleri derlemesi” anlamına gelen ‘codex’ sözcüğünün çevirisi olarak kullanılmıştır. Türk Medeni Kanunu’na ek olarak çıkarılan 864 sayılı Tatbikat Kanunu’nun 43. maddesiyle 4 Ekim 1926’da Mecelle yürürlükten kaldırılmıştır.”(Vikipedi)

Bu tarifle beraber yazı mevzuumuzla alakalı olarak Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil ve Prof. Dr. Ekrem Buğra Ekinci’nin hazırladığı KTB Yayınları’ndan çıkmış Ahmet Cevdet Paşa ve Mecelle isimli kitaptaki şu hususu not olarak ekleyelim:

“Filistin'de Mecelle'nin tatbikatı Osmanlı hâkimiyetinde iken başlamış, 1922 senesine kadar devam etmiştir Daha sonra İngilizler burayı işgal etmiş, fakat Mecelle'yi yürürlükteki kendi hukukî mevzuatları ile karışık olarak tatbike devam etmişlerdir Hatta İsrail kurulduktan sonra da Mecelle'yi yürürlükten kaldırmamıştır. İsrail vatandaşı Müslümanlara şer'î mahkemelerde Mecelle tatbik olunur Bugün Mecelle'nin tesiri Müslüman devletlerden daha çok İsrail'de görülür. Bugün İsrail hukukçularının Osmanlı hukuk sistemini, bilhassa Mecelle'yi iyi bilmeleri gerektiği ve bunların birçok dâva ve meselelerde müracaat kaynağı olduğu kanaati hâkimdir. Ayrıca İsrail aynî haklar kanununun pek çok hükümlerinin de Mecelle ahkâmını ihtiva ettiği bilinmektedir.”
 
Herzliya’daki Plaj
Bugün “İsrail Devleti” diye isimlendirilen topraklardaki birkaç plaj hariç bütün plajlar halka açık ve ücretsizdir. İsrail’deki plajlara ücretsiz erişim hakkı davası Moshe Puterman adını taşımaktadır. Hikâyesi ise ta 1959’a, Moshe Puterman’ın birkaç arkadaşı ile beraber Herzliya’da yüzmek için bir plaja gitmesiyle başlamıştır…

Belediye yetkilileri, plaj için ücret ödemeyi reddeden ve görevlilerle kavgaya tutuşup kaçan Puterman’ı yakalayıp polise teslim ederler, gözaltına alınır. Tel Aviv Sulh Ceza Mahkemesi Puterman’ı haksız bulur ve onu görevlilere mukavemet suçundan mahkûm eder, cezası para cezasına çevrilir…

Moshe Puterman, avukatı ve aynı zamanda arkadaşı olan Avraham Socholovsky ile beraber bu işin peşini bırakmaz ve mevzuu bir sivil hak arama mücadelesine dönüştürürler. Evet, bir yaz günü güneşinin herkesi bezdiren sıcaklığı, bir plaja gidip azıcık da olsa serinletmek davası o gün bir hak arama davasına dönüşüverir…

Avukat Avraham Socholovsky verilen ceza kararına karşı çıkarak hazırlanır ve davayı temyize götürür. Dava, Tel Aviv Bölge Mahkemesi Hâkimi Jacob Gavison’un önüne gelir. Gavison evvela önceki mahkûmiyet kararını Osmanlı Medeni Kanunu Mecelle’ye dayanarak bozar ve plajlarla alakalı daha sonra emsal olacak kararını şöyle açıklar:

“Mecelle’ye nazaran, diğer kaynakların yanı sıra, su, hava ve ışık herkes tarafından sahiplenilir ve bütün insanlar bu üç unsurda pay sahibidir. Tanrı'nın deniz kıyısına armağanı temiz havanın ve muhteşem manzarasının tadını çıkartmak ve denizde yıkanmak her türlü ödeme koşuluna bağlı olarak kullanılabilecek ürünler arasında yer almıyor. Bunun yanı sıra göçmen-mülteciler, para ödemeyecek derecede yoksul olanlar veya büyük aileler de plajlarda reddedilemezler”

Hâkim Jacob Gavison ayrıca Moshe Puterman’ın plaja ücretsiz erişim hakkı için kendisini savunmasının, bunun için makul nisbette güç kullanması hakkına da sahip olduğuna karar verir…

Bu mahkeme kararı, halkın sahilleri ücretsiz olarak kullanabilmesinin de emsâl kararı olmuş oluyordu; daha sonra hükmet 1964’te plaj yakınındaki park yeri haricindeki sadece temel hizmetlerin, yani cankurtaranlar, tuvaletler ve duşların olduğu yerlerde plajlara giriş ücretini tamamen yasaklar… Aynı mevzu 1998 sıralarında tekrar gündeme gelmiş ve İçişleri Bakanlığına verilen bir dilekçe Yüksek Adalet Divanı’nın yeni bir kararına yol açmış, Yüksek Adalet Divanı İçişleri Bakanlığı’na “yerel yönetimlerin plajlara ücretsiz giriş kanununun uygulanmasını” emretmiştir…

Moshe Puterman bugün 86 yaşındadır ve İsrail Ramat Gan’da yaşamaktadır. 

Baran Dergisi 608. Sayı