Barış süreci, İmralı-Ankara-Kandil üçgeninde devam ederken, anayasa değişikliği yer yer alevlenirken, bankaların kârlılığı artarken, Irak ve Suriye’de iç savaş devam ederken, Taliban bahar saldırılarını başlatırken, Doğu Türkistan’da halk isyanı devam ederken, dünyanın sancılı ve hızlı bir değişim sürecinde olduğunu söyleyebiliriz.
Bu hızlı süreçte hangi fikir, sistem ve rejimin yok olup hangi fikir, sistem ve rejimin doğacağını göreceğiz. Her ne kadar statükonun rehavetinde olayları seyretsek bile büyük değişimlerden payımızı alacağımız ve belki de bu değişimlerde pay sahibi olacağımız, Türkiye için söylenebilir.
Entelektüel sefaletimiz ve üniversitelerimizin kifayetsizliği malum... “Batı, sistem demektir” malumunu bile idrakten uzak batıcı-liberal, daha doğrusu düzen mamulü entelektüeller yanında, İslâmcı etiketli entelektüellerinin de sistem şuuruna sahip olma açısından onlardan pek farklı olmadıklarını belirtelim. Necip Fazıl’ın ve Salih Mirzabeyoğlu’nun anlaşılamaması da buradadır. Necip Fazıl’ı yüzeysel sevenlerde, iktidarda olmalarına rağmen  keleşlik ve körlük söz konusu... Bizim İslâmcı entelektüeller tıpkı düzen mamulü aydınlar gibiler, hatta onların yerini almanın mutluluğunda daha sefiller...
Bankalarının kârlılığının diğer tüm sektörlerden fazla olması eleştirilere yol açtı. Bir yanda işsizlik artarken ve büyüme azalırken, “bu ne yaman çelişki?” dedirtiyorlar insana... Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan'ı bile isyan ettiriyor bu durum.
Sanayi devriminin ilk mağdurları ucuz işgücü olarak görülen kadın ve çocuklar olmuştur ve kitleler halinde sömürülen işçi sınıfı doğmuştur. Dünya tarihini samuray kılıcı gibi ikiye bölen sanayi devrimine benzer bir değişim ve hızlılık süreci yaşadığımız zannındayım. Sanayi devriminde eskinin aristokratlarından daha müreffeh bir sermaye sınıfı ve bunların ulus devletleri doğmuştu. İnsanların çoğu maddî ve manevî olarak sömürülür ve ezilirken, sanayileşmenin sonuna geldiğimiz günümüzde tam tersi bir durum yani adaletli bir dünyanın doğumunun olacağını, hayalden öte, fikir ve aksiyon olarak müşahede ediyoruz ve bu sürece de aktif olarak BD-İBDA saflarında katılıyoruz. Örgütlenme ve mücadelelerin zaruretine inanarak…
Düzen beslemesi ılıman İslâmcılar, muhafazakârlar, demokratlar, ulusalcı gericiler, ırkçı şövenistlerin hayret ve nefret bakışları arasında, asıl bu çağda kıtalar çapında İslâm inkılâbına inanmaktayız ve buna günbegün yaklaşmaktayız. Hadiseler onları her gün çürütürken, bizim tezlerimizi doğrulamaktadır.
Suriye’yi İran’ın elinden almak isteyen Batı ve Amerika, şimdi ise oradaki Sünni Müslüman kimliğinden korkmaktadır.
İsrail’in güvenliği için Ortadoğu’da siyaset güden ve bölgeyi kontrol ederek sömüren ABD, Irak’a Şii bir yönetim kurarken, Irak’taki Sünni Müslümanların topyekûn ayaklanmasıyla karşı karşıyadır. Kuzey Irak’ta Barzani’ye bir devlet kurdurup Türkiye’yi de PKK kozuyla bu devleti kabule iten ABD, görünüşte hesaplarını yürütmektedir ama birbirileriyle mezhep, örgüt ve yöntem farklılıklarıyla ihtilafa düşen bölgenin gerçek sahiplerinin uzak gibi görünen birleşmeleri ve ortak düşmana tavır almaları da söz konusudur. Bu, dıştan gelen bir sebepten olabileceği gibi, içten de gelebilir. Kadim halklar beraber yaşamayı bilirler…
Doğu Türkistan’da zorla evlerinden göçe zorlanan Müslümanlar isyan etti. 15 Çin polisi öldürülürken, onlarca Müslüman şehit oldu.
Dünya Müslüman Âlimler Birliği Başkanı Karadavi'nin, Irak mevzuunda söyledikleriyse alakaya değer: “Irak başbakanı Nuri el-Maliki, Sünnileri hedef alarak İslâm ümmetiyle savaşıyor. Maliki ve destekçileri Sünnilere işkence yapıyor, öldürüyor ve görevlerinden alıyor. Maliki’yi destekleyenleri büyük tehlikeye karşı uyarıyoruz. Doğusundan batısına İslâm ümmetiyle savaşıyorsunuz. Buna devam ederseniz yüzde 90’ı Sünni olan İslam Ümmeti buna sessiz kalmayacaktır.”
ABD, Irak’ta Şii bir rejim kurdurdu. Fırsatçı İran ise bundan faydalandı. Şimdi de ABD, Suriye’de Şii Esad rejimini yıkmak istiyor. ABD’nin hesapları siyasi ve askerîdir. ABD güdümünde olduktan sonra Şii-Sünni fark etmez. Fakat İran’ın ikiyüzlülüğüne dikkat çekmek gerekir. Zalim ABD, Irak’ı işgal ediyor, İran ses çıkarmıyor hatta orada Sünni bir rejim var diye yıkılmasını destekliyor. Şimdi ise o zalim (ABD) İran’a musallat oluyor, bunu Suriye ve Türkiye üzerinden yapıyor.
Türkiye’nin genç bir nüfusu ve istikrarlı bir hükümeti olmasına rağmen, insan kaynaklarının hem ekonomik kalkınma için (katma değerli üretim ve teknolojik öncülük olarak), hem de bölge ve dünya için sistem ve sisteme bağlı siyaset üretecek ve yürütecek kadroları olmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz. İşte asıl devrim-inkılâp buradadır, açlığımız ve ihtiyacımız buradadır. Günlük siyaset ve ekmek telaşesi içinde bu değişim ihtiyacı fazla tezahür etmese bile, derinden hissedilen budur ve ekmek ihtiyacı ile birlikte su yüzüne çıkacaktır. Hızlı değişim sürecine kayıtsız kalamayacağımız meydandadır ve zaten bizler (BD-İBDA dünya görüşü bağlıları) dünyadaki bu hızlı değişim sancılarını  hayırlı doğumlara vesile görmekteyiz.

Baran Dergisi 329. Sayı