“Ramazan Müjdesi” Horoz Metaforu Çevresinde
Her şeyden evvel horoz ışık veya güneşin, diğer bir ifadeyle de bilgilenme veya aydınlanmanın bir sembolüdür. “Aydınlanma” ifadesine dikkat! Modern dünyanın kurucu iradesi Rönesans-Yeniden doğuş hareketidir. Bir zamanlar (orta çağ) Batı dünyasının tüm duygu, düşünce ve iradî faaliyetlerine damgasını vuran ve engizisyon kültür ocağı olarak da tarihe kaydı düşülen Kilise’nin akıl almaz uygulamalarına karşı “aklın isyanı” şeklinde tezahür eden aydınlanma hareketi, Rönesans’ın mayasını oluşturmaktadır. O gün bugündür topyekûn Batı dünyası karanlığın şafağındaki aydınlığın habercisi olduğuna ve tüm dünyayı aydınlattığına inanmaktadır. Her iddia ispat ister. Dünyanın ise hâli ortada. Üstad Necip Fazıl, meâlen, “İnsanlık hiç bu kadar alçalmadı!” derken, Batı dünyası tarafından “aydınlanmış” veya “aydınlatılmış” dünyanın içinden sesleniyordu. Ve yine İBDA Mimarı Mütefekkir Kumandan Salih Mirzabeyoğlu, tam da mevcut dünya düzeninin tüm insanlığı düşürdüğü bu kötü durumdan selamete çıkartabilmek için, “Aydınlık Savaşçıları”nın destanını yazıyordu. Moro Destanı, aynı zamanda Doğu ve Batının, Ruh ve Bedenin ve elbette Halife-İnsanın destanıdır. Diğer bir ifadeyle de yeni bir “Adlî Tıbb” mânâsını mündemiç Büyük Doğu-İBDA’nın!
Güneş doğarken ötmek suretiyle, güneşin (Baba) gelişini müjdeleyen horoz, doğal olarak güneşin de (Baba) sembolüdür. Yine doğal olarak erildir ve haddi zatında, karanlıktan devşirilen bilgi mânâsına ışık ve aydınlanmanın habercisidir. Bu mânâda Bay kuş’tur.
Not: “Yürüyen Büyük Doğu: İBDA”nın mimarı Mütefekkir Kumandan Salih Mirzabeyoğlu, bizzat kendisini “baba horoz” olarak takdim eder... Büyük Doğu Mimarı Üstad Necip Fazıl ise, çok daha evvelinden, İslâma nisbetle yapılması gerekeni yapan olarak, diğer bir ifadeyle de belirli bir dünya görüşü veya ruh ve fikir sisteminin “İdeolocya Örgüsü”nü örgüleştiren olarak, kendi fikrinin dış yüzünden taklidçilerini “baba horoz taklidi yapan piliçler” şeklinde hakikat darağacında mahkûm ederken, aslında kendisinin de “baba horoz” olduğunun altını çiziyordu.
Not: Baykuş, halkalı koca gözleriyle serçe gibi kuşları ve avını hipnotize eder… (Hipnotize vurgusuna dikkat!.. Baykuş, “hakikat arayışı” serüveninin adı olan felsefenin en önemli sembollerinden biridir. Hakikatin insanı cezbeden bir yanı var. Hakikatin taşıyıcısı dil ise içinde sihir veya efsun barındırır. Öyle ya; insan dil vasıtasıyla eşya ve hadiselere tasarruf eder ve onlara hükmeder. Diğer taraftan, “tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır!”)… Kafasının iriliği, ağır ve temkinli hareketleri ve hep bakan gözleri ile Zeus’u sembolize eder… (Necip Fazıl, “O ve Ben” isimli eserinde anlatıyor: “Mektebte lâkabım şairdir, bir de koca kafa… Küçük yaşlarda da kafam buydu; vücudum sonradan ona yetişti.”… İBDA Mimarı, Üstad’ı Necip Fazıl’ın koca kafa, dolayısıyla da “büyük kafa” oluşuna niçin sıkça vurgu yaptığını biraz sezer gibi oluyoruz… Zeus?.. Ze ve us… Türkçe’de Ze harfi alfabede son harftir. Yine Türkçe’de us, “akıl, akl, düşünme ve idrak yeteneği” mânâsınadır. Hal böyle olunca, zeus kelimesinde “aklın son noktası”na delalet eden bir mânâ ile karşılaşırız… Batı dünyasında “aklı son noktasına kadar geren” ve “aklı akılla iptal eden” filozofun Fransız Henri Bergson olduğu malûm… Bergson’un Fransız oluşuna dikkat!.. Üstad Necip Fazıl’ın Bergson’a olan teveccühünün hikmet planına da ayrıca dikkat!.. Doğu veya İslâm dünyasında ise hikmet planında aklın mahiyetini ortaya koyan kişi, İmam-ı Gazalî Hazretleri’dir. İmam-ı Gazalî Hazretleri, meâlen, “aklı kopacak noktaya kadar taşıdım, anladım ki Peygamberlik tavrı aklın ötesindedir”, tespitini yapandır. “Peygamberlik nuruna yapışarak kurtuluşa erdiğini” söyleyen de yine İmam-ı Gazalî Hazretleri… Bu çerçeveden olarak, Üstad Necip Fazıl’ın Efendisi Esseyyid Abdülhâkîm Arvasî Hazretleri, bir soru üzerine, Üstad Necip Fazıl’ın çilesinin İmam-ı Gazalî Hazretleri’nin çilesinden daha çetin olduğunu haber vermişlerdir…  Diğer taraftan, İngilizce’de us, zamir olarak kullanıldığında “biz”, isim olarak kullanıldığında ise “abd” mânasınadır. Abd kelimesinin Arapça karşılığının “kul” olduğunu biliyoruz… Kur’ân alfabesinde Ze onbirinci harfdir. Onbir… On Pîr… On Deha…  Tedaisi, “TILAİ 10 İRANÎ-Mehdî’yi Hamil On Süvarî”… “Zu-Sahib-Bir Kamer menzili; Allah’ın “Hayy-Hayat” ismi, Ze harfi ile ilgili”… Öyleyse; Zeus, “hayat” isminin tecelli ettiği akl-ı selim, diğer bir ifadeyle de insan-ı kâmil ile ilişkilendirilebilir gözükmektedir)… Koca kafası, avını kapıştaki hüneri ile Baykuş, Zeus’un koca kafasından doğmuş olan kızı Athena’nın da sembolüdür… (Tedaisi, fikir kahramanı, dolayısıyla da “mütefekkir yetiştiren mütefekkir” ve onun anavatanı: İstanbul!)… Baykuş aynı zamanda karanlığı delici, ışık saçan gözleri ve ıssızlığı bölen sesiyle göktaşını temsil eder… (Gök taşı ya da meteorit, uzaydan Dünya yüzeyine düşen maddelerin -kanun!- genel adıdır… Tedaisi, “Mutlak Fikrin Gerekliliği” çerçevesinde örgüleştirilen ruh ve fikir sistemi)… Ve en önemlisi de, Baykuş, mavi rengi görebilen hayvan olarak bilinir… (Tedaisi, Kelime-i Tevhid nurunu gören Bay kuş!.. Hazret-i Mehdî Aleyhisselâm’ın renginin mavi olması ve onda tecelli eden “yeryüzüne yayılıp döşenmek” mânâsının Mavi Işık olarak belirişi!)… Us, Türkçede akıl, akl, düşünme ve idrak yeteneği mânâsınadır. Us’un Latince karşılığı ratio, İngilizce karşılığı ise reason’dur. Felsefede akılcılık, akılcılaşma, zihin ve beden, mantık, bellek, anlam ve eylem, epistemoloji ve fenomenoloji gibi başlıklarda ele alınmaktadır…
Mavi Işık hakkında birkaç söz söylemek isterim. Bir “Yevmiye”sinde İBDA Mimarı Mütefekkir Kumandan Salih Mirzabeyoğlu: “Üstadım, benim kendisine karşı olan nisbetimi, “Sokrat’a nisbetle Eflâtun” olarak nitelendirirken, onlardan bahsediyor:
“Eflâtun, bir İDELER ÂLEMİ düşünüyordu; bu âlemde mevcut her şeyin orada sûreti var… Anlıyorsun değil mi?.. Hocası Sokrat, fikirlerini, bir ışık görüyordu, ona tasvib ettiriyordu… Böyle, mavi bir ışık görüyordu!”
Mütefekkir Kumandan Mirzabeyoğlu Üstad’ının bu değerlendirmesi üzerine aynen şöyle der:
“Sanki, Sokrat’ın mavi ışık görerek fikirlerini ona tasvib ettirmesi, nakil olarak değil de, bizzat şahid olduğu bir vakıanın belirtilişi gibi imâlı bir biçimde söyleniyor… “Fikirlerinin doğruluğunun tasdik ettirildiği MAVİ IŞIK”… İçimde helezonvarî uzanan ve sabitleşen bir dava!..”
“Ve mavi ışık: 24 asır önce zehir içirtilerek öldürülen Sokrat’tan, 24 asır sonra, onun gördüğü mavi ışık?..”
Yukarıdaki anlatımdan çok rahatlıkla anlaşılan o dur ki, MAVİ IŞIK, İBDA Mimarı’nın bizatihi kendisidir… Tedaisi, yukarıda Kelime-i Tevhid nuru ve Hazret-i Mehdi Aleyhisselâm’ın rengi ile ilgili söylenenlere ilave olarak, aydınlık veya güneş, dolayısıyla da horoz!
Yıl: 1999… Metris Cezaevi’ndeyiz… Ramazan ayı ve günlerden Cuma!.. Ziyaretçiler yolcu edildi ve akşam olmak üzere!.. Bir telaş ve güzel bir haber: Cezaevinin bahçesine gökyüzünden bir “mavi ışık” indi!.. Söz konusu telaşın şahidiyiz!
Gönüldaşlardan Selim Gürselgil, ya sözlü veyahut yazılarından birinde mealen şöyle bir söz söylemişti: “Kumandan gökyüzünde, yere inmek istiyor ama, inemiyor!” Unut(a)madığım bir sözdür bu!.. Kumandanın yeryüzüne inmesi, onun teklif ettiği mânânın muhataplarında sûret bulmasıyla doğrudan alakalı! Kadro vs… Bunun kemâl noktası ise, hiç şüphe yok ki, Başyücelik idealinin devlet olarak tezahür etmesidir. Bu, işin asıl ve zâhir olan kısmı. İşin bâtın ve zevke hitab eden kısmına gelince, o da şu: Bendeki kanaat o dur ki, 1999 yılında Mütefekkir Kumandan Salih Mirzabeyoğlu, 15 Temmuz 2016’de yapılmak istenenin, yani büyük işgal girişiminin nüvesini teşkil eden “28 Şubat Darbe Süreci”ne karşı, “1999: Ümmetin Kurtuluş yılı!.. Müslümanlar dik durun, karşınızda leşler var!” sözüyle birlikte yeryüzüne inmiştir. Bunun en büyük delillerinden biri de, O’nun bulunduğu bir mekânda, Metris Cezaevi’nde, gökyüzünden yeryüzüne inen “mavi ışık”tır. Bu, bir mânâ olan “mavi ışık”ın, “mânânın aynı olan” sûretini bulmasına tekabül eden bir durumdur ve bu mânâda Mütefekkir Kumandan Salih Mirzabeyoğlu, 1999’da “hakikaten ve bizatihi” olarak yeryüzüne inmiştir. Bu bir nevi, “imtihan dünyası” olan bu dünyada “Halifeliği görünsün” diye “dünyaya sürgün” edilmişliğin bir ifadesi olarak, 1999 yılından günümüze devam eden Telegram işkencesini de bu çerçevede değerlendirmek gerekir… Değil mi ki, 1999 yılından bugüne gerek Türkiye’de ve gerekse tüm dünyada yaşananlar bu hakikatin muhtevasına sadece delil teşkil etmektedir.
Horoz sembolü Avrupa’da, özellikle de Orta Çağ’da, uzun bir süre inanç ve ümidin sembolü olarak kullanılmıştır. Ortaçağ Avrupası, hakikaten değil sadece Batı dünyasının, tüm insanlık dünyasının en karanlık çağlarından biridir. Takib edelim:
“Rönesans-Yeniden Doğuş” hareketi, ortaçağ Avrupa’sına hâkim olan Skolastik düşünceye karşı gerçekleşen bir aydınlanma hareketidir. Kilisenin tahakkümü altında inleyen Batılı insan, “aklın isyanı” halinde kilise tahakkümüne karşı, mevzuumuz itibariyle de eğitim anlayışına karşı çıkmıştır. Değil mi ki, ortaçağ Avrupa’sında kilisenin eğitim anlayışı sadece güya ruha yönelikti. Bedenin ihmal edilmesi bir yana, beden büsbütün horlanıyordu. Dönemin kilise adamları beden hareketine “şeytan işi” yakıştırması yapıyorlardı. Nitekim Eski Yunan’dan bu yana, muntazam bir şekilde, her dört yılda bir tekrarlanan Antik Olimpiyat Oyunları’na pagan dinine yataklık ettiğinden dolayı son veren (M.S. 392) İmparator I. Theodosius’tan sonra Hıristiyan keşişlerinden Tertullianus aynen şöyle diyordu: “Bütün beden temrinleri şeytan işidir.” Bu anlayış, uzun süre Batı’da hâkimiyetini sürdürmüştür. Meselâ Ortaçağ Fransa’sında yüzme bütün halka yasak edilmişti. Eskaza yüzme yapanlardan yakalanan olursa, büyükler hapse atılıyor, küçükler ise kırbaçlanıyordu. Bu dönem Avrupa’sında papazların yıkanmadıkları, pis bir şekilde koktukları da gerçektir. Bu dönemde beden tamamen horlanmıştı. Bedeni ne kadar horlarsa, ruhen o kadar terakki edeceğine inanıyordu kilise adamları. Kilisenin bedene karşı olan bu tutumu ayniyle tabiata, kadına ve akla karşı da kendisini göstermiştir. Aklî olarak, dünyanın döndüğünü söylemek kimin haddine idi! Diğer taraftan kadına karşı olan tutum. Bu mevzuda “cadılar bayramı” için cadı avlarını hatırlamak kâfi olsa gerektir. Yani kadınların cadı diye cayır cayır yakıldıklarını. Bütün bunlar, Ortaçağ Avrupası’na damgasını vuran engizisyon kültür ocağı kilisenin tahakkümünün normal davranışları idi. Çünkü kilisenin kendine has kâinat tasavvuru böyle davranmayı gerektiriyordu. İşte batıdaki Rönesans-Yeniden Doğuş hareketi böyle bir kâinat tasavvuruna karşı “aklın isyanı” şeklinde zuhur etmiştir.”
Ortaçağ’dan çok daha önceleri horoz, Hazret-i İdris Aleyhisselâm ile özdeşleştirilen Thot (eski Mısır), Hermes (eski Yunan) ve Merkür’e (eski Roma) adanmış bir kuş olarak biliniyordu. Hazret-i Süleyman Aleyhisselâm’ın “dağ horozu” olarak da bilinen hüdhüd kuşu hatırda!
Horozun hemen her dönem görevi hep aynı olmuştur: Aydınlık habercisi veya bilgi taşıyıcı. Diğer bir ifadeyle de, insanlığa bilgi merkezli ışık olmak. Eski Yunan’da Sokrat’ın ve yeni zaman ve mekânda ise Üstad Necib Fazıl’ın “yol gösterici” olarak gördüğü “mavi ışık” hatırda! Üstad Necip Fazıl’ın Çile isimli şiirinden:
“Ufuk bir tilkidir, kaçak ve kurnaz;
Yollar bir yumaktır, uzun, dolaşık.
Her gece rüyamı yazan sihirbaz,
Tutuyor önümde bir mavi ışık.”
Not: İslâm tasavvufunda mavi renk, nefs-i kül’ün rengidir. Aynı zamanda, kötülüğü emreden nefsi-i emmare’nin rengi olmanın yanı sıra, nefsi nâtıka veya konuşan nefs’in de rengidir. Bu arada, hadîs ile sabit olduğu üzere, nefs iki kaş arasında bir yerdedir. Yani alnın tam orta noktasında bir yerde! Bu mevzu, gerek gudde-i sanavberî (epifiz bezi veya kozalaksı bez) ve gerekse acb-üz zeneb (kuyruk kokumu veya koksiks) ile ilgili yazı dizimizde etraflıca mevzu edilmişti. Kundalini Yoga’da 1. çakra (kuyruk sokumu) ile 6. çakra (epifiz bezi) arasındaki ilişki hatırda. Diğer taraftan, gerek ahiret ve gerekse dünyaya açılan kapı (El-BAB!) keyfiyetini haiz acb-üz-zeneb (us’us) da hatırda! Acb-üz-zeneb’in embriyolojide başlangıç noktası (primitif seatrik) olması hakeza!
Kristal Krallık hayali kuran Şeytanın döllerinin muktedirlik kavgası, dünyaya hükümdar (horoz) olmak çerçevesinde şekillendiği malûmdur. Şeytanın dölleri nefs-i emmareden yola çıkarak “belhümadal” istikametinde yol alırken, İslâm’ın erlerinin yine nefs-i emmare’den yola çıkarak insan-ı kâmile doğru ilerlemeleri tasavvufun merkezî konusudur. Zıt yönlere doğru hareket! “Allah indinde din İslâm’dır ve İslam, zıt kutuplararası muvazenenin üstün nizamıdır.” “Mümin-kâfir” ekseninde söylersek, kâfir de Allah’ın kulu ama, Allah, sadece mümin kuldan razı!
Nefs-i emmarenin rengi mavi, nefs-i kül’ün rengi mavi ve bizzat insanî nefs veya ruhun (nefs-i natıka veya konuşan nefs) rengi mavi! Gökyüzünün rengi mavi! Kelime-i Tevhid’in nuru da mavi!.. Hazret-i Mehdi Aleyhisselâm’ın renginin mavi olması bir yana, onun tam zıddı bir mânâda temayüz eden Deccal-i lâin de mavi renge meftun… “Mavi Işık” ve “Mavi Işık Projesi” hatırda!.. Bu arada şunu da söylemek gerekir ki, “yeryüzüne yayılıp döşenmek” mânâsında olan mavi, Hazret-i Mehdî Aleyhisselâm’ın topyekûn dünyaya İslâm’ı hâkim kılması neticesinde tıpkı gökyüzü gibi yeryüzü de tam mânâsıyla mavi renge bürünecektir. Üstad Necip Fazıl’ın “Gelir” isimli şiirinden iki mısra hatırda:
“Gökyüzü, yeryüzü, helalleşirler,
Nur, kaçtığı yerden toprağa gelir.”
Üzerinde bulunduğumuz mevzuun hasrı içerisinde bir değerlendirme yapmak icab ederse, Üstad Necip Fazıl’ın “nur” dediği Kelime-i Tevhid’in nuru olsa gerektir. “Mümin kul Allah’ın yeryüzündeki Halifesidir.” Bu hakikatin yanı sıra, “aslın görünebilmesi için araz” keyfiyetini haiz, “Kâfir de Allah’ın kuludur.” Kâfir kutbun zirve noktası olan Deccal-i lâin’in mavi renge meftun olmasını bu çerçevede, yani tersinden gerçekleştirici olması çerçevesinde değerlendirmek gerekir. Kelime-i Tevhid’in nuru, diğer bir ifadeyle de, “Allah’tan başka ilâh yoktur” “Mutlak Hakikati”nin sirayeti hem gökyüzü ve yeryüzüne, hem ruh ve bedene ve hem de mümin ve kâfir üzerinedir. Öyle ya; Allah bütün varlığa kendi nakşını işledi veya varlıkta veya kâinatta her ne oluyorsa, Allah’ın izniyle oluyor ve yine her kim ne yapıyorsa Allah’ın dediği oluyor!.. Hadîs meâli: “Söz o dur ki, Lebid söylemiştir: Allah’tan başka her şey batıl!” Yine mevzuumuzla ilintili olarak bir değerlendirme yapmak gerekirse, “İstikbâl İslâmındır!” mânâsı Allah’ın bir vaadidir ve bu mânânın nerede ve ne zaman zuhur edeceği Allah’ın takdirindedir. “Olan aynı zamanda olması gerekendir.” Bu çerçeveden olarak, Allah, olacak olanı olması gerekene sûret kılmıştır. Kul planında ise, olması gereken olacak olanın sûretidir, denilebilir. “Vesileye yapışınız!” “Mutlak Ölçü”sü malûmdur. Hazret-i Mehdi âleyhisselâm’ın niçin ibadetiyle değil de, sabrıyla sınav edileceğini sezer gibi oluyoruz!
Amerika’yı bir hantal fil olarak sahaya sürenlerin Kristal Krallık hayâli kuran Şeytanın dölleri olduğu gerçeğinden hareketle denilebilir ki, “Mavi Işık Projesi” aslında sanal bir “Mehdîlik Projesi”dir! Projenin “Mavi Işık” çerçevesinde kendisini göstermesi, “yeryüzüne yayılıp döşenmek” mânâsında olan mavinin Hazret-i Mehdî Aleyhisselâm’ın rengi olması hasebiyledir.
Sokrates’in fikirlerini tasdik ettirdiği “mavi ışık” ve bu “mavi ışık”ın aslında istikbâle sarkan yönüyle bizzat Eflatun’a işaret ediyor olması bir yana, bu misal üzerinden Üstad Necip Fazıl, fikirlerini tasdik eden kişinin İBDA Mimarı olduğunu, dolayısıyla da bizzat “Mavi Işık”ın açık adresinin de nerede olduğunu bizatihi göstermiş oluyor. Tam 2500 yıldır vahdaniyet düşüncesinin mimarı Sokrates tarafından aklın hakkını vermek çerçevesinde şekillenen “horoz borcu” en nihayet Kim tarafından ödenmekle kalmıyor, Kim’de tecelli eden mânâ (yeryüzünü gökyüzü ile, ruhu beden ile, aklı akl-ı küll ile, doğuyu batı ile, şeriatı tasavvuf ile birleştirici keyfiyet) o gün Sokrates’e, bugün ise Üstad Necip Fazıl’a yol gösteren “Mavi Işık”ın da ta kendisi olarak beliriyor.
“Bay kuş”un mavi rengi görebilen “hayvan” (hayevan, yani canlı, diğer bir ifadeyle de ruh ve idrak sahibi) olduğunu ve 1999 yılının Ramazan’ında, Metris Cezaevi’nde gökyüzünden yeryüzüne (cezaevi bahçesi) bir “Mavi Işık” indiğini daha evvel söylemiştik. “Mavi Işık” ve onu görebilen bir göz veya idrak olmak bir yana, aslında “sûret mânânın aynıdır” esprisine denk gelen bir çerçevede, Desacartes’ın gudde-i sanavberî (epifiz bezi veya kozalaksı bez) üzerinden söyledikleri, yâni “ruh ve beden bir noktada buluşur, o da epifiz bezinde” sözü dikkate alındığında, üzerinde bulunduğumuz mevzu daha da berraklaşmaktadır, sanırım. Çünkü; hadîs ile sabit olduğu üzere, “nefs iki kaş arasındadır” ve gerek küllî nefs, gerek nefs-i emmare ve gerekse nefs-i natıka (konuşan nefs) doğrudan doğruya mavi renk ile ilişkilidir. Tıpkı, “Yeni Dünya Düzeni” çerçevesinde Mütefekkir Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun “horoz nesebi” ile, “Mirzabeyoğlu hükümdardır” mânâsı çerçevesinde dünya muktedirliğinin buluşması örneğinde olduğu gibi, bu durum, bundan böyle “Beşer zekâsının sekreteri Fransa” değil, “Beşer zekâsının sekreteri İBDA” olduğunun da ispatçısı oluyor. 
“Nurbat”, “Sarmaşık”, “Bitki”, “Rüyâ”, “Terbiye”, “Secde”, “Namaz”, “Miraç” mânâlarını mündemiç “Yeşil”in İslâm’ın rengi olmasına karşın, “arz”, “dünya”, “beden” ve “yeryüzüne yayılıp döşenmek” mânâlarını mündemiç “mavi”nin Hazret-i Mehdî Aleyhisselâm’ın rengi olmasına da dikkat!.. (Ne ilginçtir ki, Anadolu’da mavi ile yeşil hep karıştırılır. Çok defa maviye yeşil, yeşile mavi denilir)… Bütün bu mânâların muktedirlik makamına remz olan horozla ilişkisine ayrıca dikkat!
Bir şeyin hakikati belirdiği anda hemen ona sahtesi musallat olur. Bu çerçeveden olarak önemli bir not: “Mavi Işık Projesi” (Project Blue Beam), NASA’nın gizli projelerinden biridir. Yeni çağ (New Age) inancı için geliştirildiği söylenmektedir. Bu bilginin, 1994 yılında Serge Monast isimli bir kişi tarafından sızdırıldığı söyleniyor. Projenin asıl amacı, İlluminati adlı masonik örgütün Kudüs merkezli tek dünya devletinin kurulmasına yardımcı olmak. Söz konusu proje ile, bütün dünyadan görülebilecek bir hologram oluşturulacak ve bu hologram, o toplumun inancına göre figürlerle yine o toplumun diliyle hitap edilecek şekilde uydulardan, HAARP ve casus uçaklardan faydalanılarak bir gösteri yapılacak. Bu sırada düşük frekanslı yayınlar yapılarak beyinler etkilenmeye çalışılacak, işin içyüzünü bilmeyenler ise bu aldatmaya kanacaklar. Gönüldaş Ercan Çiftçi’nin “Mavi Işık” isimli çalışmasından:
“İnsanlar semboller, kelimeler ve imajlarla düşünür, yaşar, eşya ve hadiseyi birbirlerinden ayırt eder. Batı, bunu çok iyi bilmekte ve semboller, kelimeler ve imajlarla dilediği gibi oynamaktadır. Neticede metafizik görünümlü büyük bir savaşın eşiğindeyiz. Batı hem din, hem hikmet, hem felsefî olarak son iki yüz yıla yakın zamandır “metafizik”ten koptu; ancak ruhundaki boşluğu sanal metafizik proje ve fikirlerle doldurdu. Haliyle, yaşadığımız çağda, onlarca projesi ile bu “sanal mücerred” anlayışı, gerçekte metafizikle ilgisi olmayan fakat metafizik sembol ve kelimeler kullanarak insanların inançlarındaki metafizik yahud mistik hatta dinî bazı beklentileri ve algıları bir oyuna, bir gösteri dünyasına çevirerek “YENİ DÜNYA DÜZENİ” gayesini gerçekleştirmek istemektedir. İBDA’nın bünyesinde barınan gerçek MAVİ IŞIK’a karşı, Batı sanal bir mavi ışık projesini hayata geçirmek için onlarca yıldır çalışmaktadır. Bu projenin açık adı “Project Blue Beam-Mavi Işık Projesi”, düzenleyicisi ise NASA’dır. Bu projenin mevzumuza bakan yönü şöyle: Mavi Işık Projesi ile binlerce yıldır bilinen ve peşine düşülen “MAVİ IŞIK” sırrı sahte bir gösteri, sanal bir şovla mucizevî bir hava verilerek zihinlere aktarılacak, gökyüzü adeta bir film ekranı olarak kullanılacak ve uzay tabanlı uydular sayesinde dünyanın dört bir köşesinde eş zamanlı, her dilde ve lehçede yayın yaparak algılar etkilenmeye çalışılacak. Öyle ki optik hologramlar, lazer görüntüler ve sonik seslendirmeler (doğrudan kafanızın içine konuşabilme teknolojisi) içeren bu proje ile bir nev’i “Yeni Tanrı”nın sesi her dilde ve lehçede doğrudan kişilerin kafasının içine (telepati gibi) gönderilecek. Dünya bu mânâda büyük bir MAVİ IŞIK savaşı verecek. Bir tarafta asıl (İBDA), diğer tarafta ise sahte bir NASA projesi “Blue Beam-Mavi Işık” projesi. Ya İNSAN galip gelecek yahud DECCALİYET. 
Şeytanın döllerinin hesabı bu minval üzere. Kısacası, “Cambaza bak oyunu”na tevessül! İşte tam bu yüzden bir önceki yazı dizimizde, kuyruk sokumu veya acb-üz-zeneb mevzuunda, istikbâlin göklerde değil, köklerde olduğuna işaret etmiştik.
 
Baran Dergisi 556. Sayı