Büyük sermaye sınıfının saldırıları önünde engel yok, serbest; fakat bu sömürü düzenine karşı isyan edenlere yasaklar var!..
Büyük sermaye her gün yeni bir atraksiyonla saldırılarına saldırı, mallarına mal katarken; orta ve alt sınıf ise her gün geçim derdiyle boğuşmak ve iki yakasını bir araya getirmekle meşgul; isyana kalkanların ise ismi “âsi” bile olamıyor, “terörist, provokatör vs.” oluyor.
Hükümet, büyük sermaye çevrelerinin kuyruğuna basamazken, sosyal güvenlik reformu bahanesiyle memur, işçi ve emekli sınıfının sırtına yük yüklemekten geri kalmıyor.
“Kasası güçlü olanla namlusu uzun olan sistemin yönünü tayin ediyor” diyor. Hak-İş Genel Başkanı Salim Uslu. Demek ki demokrasi dilenciliğiyle olmuyor bu işler, zafer namlunun ucunda! Sarı sendikacılıkla ise hiç olmaz. Hükümetin kuyruğuna takılmayla da hiç olmaz. Hele hele kibar muhalefetle hiç olmuyor. Hem zulüm düzeninin dişlilerini yağla, hem de birkaç damla gözyaşı dökerek sistemi akla.
Salim Uslu, büyük sermaye çevreleri için “bastırdıklarında diz çöktürüyorlar hükümete” diyor. AKP’li Vakit Gazetesi muhabiri Serdar Arsever günah çıkarıyor! “Hükümetler de “bu odaklara el atarsak, elimiz yanar, en iyisi sıradan vatandaşları halledelim” diyor… Öyle mi…”
“Evet, öyle” mânâsında tesbit ve teşhislerde bulunan Salim Uslu şunları ilave ediyor:
“Sistemi, işçi kurtarıyor, memur kurtarıyor yani halk kurtarıyor. Dolaylı vergilerin dolaysız vergilere oranı yüzde 72 ise o zaman sistemi finanse eden halk olduğu ortadadır. Ancak sistemi yönlendiren sistem üzerinde egemenlik kuran halk değildir. Burada çok ciddi bir sınıf çatışması var.”
Hem sistemi eleştir, hem de sisteme muhalif olan devrimci bir düşünceyi hem de İslâmi bir temelli (BD-İBDA İslâma Muhatap Anlayışı) kuşanma! Bu ne kadar tutarlı bir tavır? Doğru düşünce olmadan doğru politika olmaz, olmuyor da. Misalleri ortada.
Yumuşak muhalefetleriyle sistemi ve hükümeti destekleyenler, küresel güçlere de hizmet etmekteler; karşı olduklarında samimî olsalar bile. Eleştirirken bile bu eleştirdikleri sistemin şuuruyla davranmaktalar çünkü. Sistem şuurları olmadıkları için bu açmaza düşmekteler. Fetullah ve AKP gibi küresel sistemin piyonu olanlar bir yana, sistem fikrinden yoksun samimî unsurların düştükleri durum budur. Mevcut zulüm sistemi de böyle ayakta kalıyor zaten. Muhalif pozlarda soru soran Vakit Gazetesi ile sistemi eleştiren Salim Uslu’nun yaptıkları da budur. Bazı Müslümanlarca AKP’nin Avrupa Birliği politikalarının desteklenmesi de bu çelişkinin ifadesidir. Doğu ile Batının mahsup sırlarını bilmeyenlerin, İslâmî bir dünya görüşüne göre izah edemeyenlerin, statükodan yana tavır alacakları ve statükoya yaşatacakları aşikârdır.
ASKON Genel Başkanı Mustafa Koca, enflasyon yükselmesin diye çok ciddi malî politikalar uygulandığını, iç piyasaların “kan ağlar vaziyete” geldiğini, ancak enflasyonun başarılı olarak gösterildiğini belirtti. Ülkede para üzerinden kolayca para kazanan yabancı kesimlerin ve onlara bağlı zümrelerin oluştuğunu, bu durumun sıkıntı içinde olan ve Ak Parti’nin zeminini oluşturan kesimi ciddi şekilde zorladığını kaydetti.
Koca sözlerine şöyle devam etti:
“En tehlikeli taraf burasıdır. Artık tercihlerimizi belirleyelim, rantçıları mı memnun edeceğiz, milleti mi? Hükümetin yeni yönelişlere ihtiyacı var. Makro tabloların göreceli olarak iyileşmesi bu problemlere yegâne çözüm değildir. Belli oldu ki geçen dönem gibi, hem büyümek, hem enflasyonu düşürmek, hem de faizleri düşürmek mümkün olamayacak. Hem yabancıları memnun etmek, hem rantçıların çok tatlı paralar kazanmalarına fırsat sunmak, hem de üretimi, ihracatı ve de istihdamı iyileştirmek mümkün değil. Bunlar konusunda artık tercihlerde bulunmak gerekmektedir.”
Bence hükümet çoktan tercihlerde bulundu. İktidar olduğu ilk günden beri küresel sermayenin gönüllü aktörü idi ve bunu devam ettiriyor.
28 Şubat 2008 tarihli dergimizde yayınlanan “AKP; Rüzgarı Hep Arkadan Alıyor” yazısındaki tespitlerimize, 9.3.08 tarihli Milliyet Gazetesinde Güneri Cıvaoğlu’nun şu satırlarla iştirak ettiğini görmekteyiz:
“İktidara geldiği 2002 yılından bu yana, ekonomik küresel iklim, AKP’ye yarıyordu. Yükselen petrol fiyatlarıyla artan para rezervleri Türkiye’ye akıyordu. Oysa… Şimdilerde küresel ekonomi hiç de AKP’nin yelkenlerini dolduracak rüzgârlar estirmiyor. Bu zorlu süreçte Erdoğan ve takımı bu kez kaptan köşkünde hayli zorlanacak bir sınav verecek.”
AKP eleştirisinde zaman zaman bizden faydalanıyor olsalar da, Güneri Civaoğlu gibilerin derdi başka. Kökten Batıcıların korkusu, IMF ve AB yörüngesinde en ufak bir sapma olması… Bizim eleştirimiz ise, küresel sermayeye teslim olmuş ve Millî Kalkınma modeli olmayan sömürge sistemi. Yani, kökten Batıcıların sömürge olmaktan bir şikayeti yok; aralarındaki kavga iktidar ve kemik kavgası. Tabana bazen farklı yansısa da, özde birler. İmam Hatipli’nin sistem savunuculuğuyla, İmam-Hatipsi’zin sistem savunuculuğu birdir. Aralarındaki kavga, bazen İmam-Hatip, türban gibi mevzuları etrafından dönse de, esasında çıkar kavgasıdır. Her iki taraf da, büyük sermaye çevrelerinin dümen suyundadır.
Kendi dünya görüşünün sistem şuurundan mahrum İmam-Hatipli saflara bu hususlar duyurulur.
Bir çok İmam Hatipli’nin (İmam Hatiplerin orta kısımlarının unutulması, katsayı zulmü, Türban ve Kuran öğrenme yasağı gibi uygulamaların devam etmesine rağmen) Tayyip’e duyduğu platonik aşkın temelinde eziklik ve kerizlik yattığı gibi, en büyük âmil sistem şuurundan mahrum olmalarıdır.
 Bu eziklik ve kerizliklerinden dolayı sistem şuuru arayışında da olamıyorlar. Küresel sermayenin ve Amerikanın kucağındaki bir Türkiye’nin hiçbir vatansevere faydası yoktur, zararı vardır.
Dinimizi, imanımızı, vatanseverliğimizi çaldıkları gibi paramızı da çalmaktadırlar. Batı, bir milletin her şeyini talan eder ve ortada yolunmuş kaz gibi bırakır…    




Baran Dergisi 63. Sayı