Bir hadisenin olmasını engelleyemiyorsan, karşı çıkmaktan vazgeçmek, yanında gözükmek, hadiseyi menfi görüntü verecek hâle sokmak makul yol olabilir. Yerine göre, haklıyı haksız hâle getirmenin de yolu. Dünya ve ülkemiz siyasetinde işler biraz da böyle yürüyor, “yürütülüyor”...

***

Salih Mirzabeyoğlu, “Hukuk Edebiyatı” isimli eserinde der ki, “hukuk, gerek fertler arasındaki ve gerek fertle cemiyet arasındaki menfaat münasebetlerini CEBREN tanzim eden kaideler bütünüdür.” ve devam eder: “Hukuku sadece “kanun tekniği” ile ilgili bir bahis olarak görmezsek, bu cevapta onun “NİZAMIN BİZZAT KENDİ” mânâsı vardır ki, iş “olması gereken” bakımından “İDEOLOCYANIN AYNI” mânâsına kadar sarkar. O zaman da insanın “hukuk ne değil ki?” gibi bir soru soracağı gelir!”

Mirzabeyoğlu “hukukçu”yu da “bir yönüyle kanun tatbikçisi, diğer yönüyle hukukun ihtisas alanlarından başlayarak saf tefekküre kadar uzanan kademelerde ilim adamı ve mütefekkir” olarak tarif eder. Bu görünüş sebebiyle de “hukukçu”yu “nazariyatçı, tatbikatçı” olarak ikiye ayırır ve sonra da “nazariyat ile tatbikatçılığı telif eden” bahsini açar. Ardından “tatbikatçı” olanların “hukukçu ve formaliteci-kanuncu” şeklinde ayrıma tâbi olduğunu anlatır:

“- Basit bir misal verelim: Mahkeme önünde dilekçe yazan bir adam, belki pek az hukuk tatbikatçısının hatırlayabileceği veya hiçbirinin bilmediği bir kanun maddesini bilebilir... Herhangi bir yere gelen bir şef, herhangi bir hususi kanun maddesini veya formaliteyi bilemeyebilir... Bu misallerden de anlaşılacağı üzere, “kanunu bilen” mânâsına “kanuncu” ile “formaliteci”, bu vasıflarından ötürü “hukukçu” veya onun yerini alıcı olamazlar... Bahsimizin “şekil” ve “ruh” davasını ilgilendiren yönleri bir yana, “hukukçu” ve “kanuncu-formaliteci” arasındaki farkı, yine bir misalle belirterek: Bir ameliyathanede aletleri hademe de tanır ama, ameliyat için operatör olmak gerekir... İşte “hukukçu” ile “formaliteci-kanuncu” arasındaki fark!..”

***

Şimdi!..

“Hukuku sadece ‘kanun tekniği’ olarak” düşünürsek, meclise sevk edilen avukatlık kanunu düzenlemesinin “kanuncu-formaliteci” elinden çıkmış bir metine sahip olduğunu düşünmek BİLE zordur. Değişikliğin (BİZİM teklifimize uygun olursa çok daha iyi) lehinde olmamıza rağmen komisyona sevk edilen metnin “ben yaptım oldu!” türünden arıza ile mamul olduğu aşikar. Üç büyük baronun parçalanarak 3-4 ayrı baro oluşmasına imkan verilmesi Çoklu Baro’nun tabii hali olsa da, her baronun barolar birliğinde “3+1 delege” sayısı ile eşit tutulması (5000+1’de ilave 1 delegenin önemi yok) “kanuncu-formaliteci” cinsinin de elinden çıkmış olmadığını gösteriyor bu metnin. Bu, hiçbir şekilde ADİL OLMAYAN eşitlemedir. İstanbul barosundan belki beş belki on ayrı baro çıkacak, bunlar asgarî 3000-4000 üyeye sahip olacak, bu haliyle de Anadolu’daki dört-beş barodan bile yüksek üye sayısını tutturacak ama 180 üyeli bir baronun göndereceği delege ile bunların göndereceği delege sayısı eşit olacak! Eşitlik her zaman adil değildir. Önemli olan da adalet, adil olmaktır. Böyle bir eşitlik ile kanunun çıkması, değişikliğin arkasında başka şeyler aranmasına sebep olacaktır.

Bunun yanında, tüm baroların üye sayısına bakmadan eşit delege ile Birlik’te temsil edilmesi, anayasa mahkemesinin verdiği kararlara da aykırı olduğundan, başvuru ile iptal edilmesi kesin gibidir. “5000+1” üyesi olanlara ilave 1 delege verilmesinin ehemmiyeti yoktur, aksine iptali daha da kolaylaştıracak bir maddedir o. Anayasa mahkemesinin 3.12.1991 tarihli, 1991/45 karar numaralı hükmü oldukça açıktır. Bu karardaki mevzuat açıklaması ve gerekçe avukatlık kanununda yapılacak değişikliğin hukukî dayanağı olarak görülse yeridir. Her ne kadar anayasa mahkemesi 1995 yılında verdiği ayrı bir karar ile bahsettiğimiz kararından YÜZ KIZARTICI ŞEKİLDE dönmüş olsa da, ortadaki iki ayrı karar ve karşı oy yazıları meseleyi “meşkuk” hale sokmaktadır; meşkuk’dan da kaçınmalıdır. Kaldı ki 1995 kararı “demokrasi, eşitlik, adalet, adil olmak beni ilgilendirmez” diyen ve sadece usul üzerinden ahkâm kesen bir karardır. “Kanuncu-formaliteci” biri, böyle kararların olduğu bir uygulamayı yapmaz. Yaparsa eğer orada başka bir şey aranır! Veya ben ararım!

***

Komisyon toplantılarında muhalefet tam anlamıyla cazgırca davranıyor, bunda da kendileri açısından haklılar. Biliyorlar ki bu kanun çıkacak, ne talep etseler kabul edilmeyecek. Ama dikkatimi çeken bir nokta, ilk günkü toplantı, Çoklu Baro’nun üniter devleti parçalamak olduğu iddiasıyla karşı çıkışlarına sahne olduğu gibi, üzerinde konuşulabilir dedikleri nisbi temsilden neredeyse hiç bahsetmeyip şaşırtıcı bir şekilde “madem demokrasi diyorsunuz o halde BARO MECLİSİ kurun, olsun bitsin” demeleriydi.

BARO MECLİSİ’ni tek dile getiren BİZ/ İBDA bağlıları olduğumuza göre?!

(Bu noktada makalemizin ilk cümlesini tekrar okumanın faydası vardır.)

Komisyon toplantılarının ilk günü Mehmet Barlas’ın Sabah gazetesinde yayınlanan yazısının, “nisbi temsil lehine, çoklu baro aleyhine” olmasının tesadüf olmayacağına inanıyoruz! Mehmet Barlas’ın kayınbiraderi Can Paker, onun “iş ve fikrî ortağı...” Aynı zamanda cumhurbaşkanlığı hukuk kurulu başkanı Mehmet Uçum’un da çoklu baro karşıtı, (yönetimde) nisbi temsil destekçisi olduğunu hatırlatmak isteriz. Cumhurbaşkanlığı çevresinden “Demirel’in Yetimleri”nden Ahmet İyimaya’nın da bu trenin lokomotifinde olduğunu kaydedelim.

Kanun teklifini kaleme alanın, hanımı KADEM ile irtibatlı olan avukat Mehmet Sarı olduğunu biliyoruz. Yanında da Cahit Özkan. Bu arkadaşların kaleme aldığı metnin “formaliteci-kanuncu” birinin bile yazmayacağı arıza ile malul olduğu açık, peki neden? “Hukuk, ideolocyanın aynı” tanımı gereği, bu arkadaşların “ideolojik” bakış açısına sahip olmadığı için böyle yazdıklarını düşünebiliriz. Ama ya başka hesaplar, baskılar, lanet olası “dengeler siyaseti” varsa işin içinde?! Muhalefet, neyi istemediğini (Çoklu Baro), neyi zoraki istediğini (Baro Meclisi) açıkça söyledi, Cumhur İttifakının da bunun tersi davranacağını düşündü, diyebilir miyiz? Aynı anda Mehmet Barlas’ın “Liberal” tarzda arabulucu olarak devreye girip “nisbi temsil” demesi?

Belki de siz bu satırları okurken tasarı mecliste kabul edilmiş olacak. BİZ bu teklifin cumhurbaşkanı önüne gittiğinde bu arızalı ve hatta “tuzak” durumunun görülüp değiştirilebileceğini düşünmeye devam edeceğiz.

1) Çoklu Baro düzenlemesi belli bir süre için makuldur.

2) Çoklu Baro ile yapılan eşit delege düzenlemesi haklıyken haksız olmaktır; anayasa mahkemesinden de dönebilir.

3) Çoklu Baro ve Baro Meclisi ikilisi ulusalcı diktayı yıkmanın, pasifize (ve gayet güzelce kontrollü kriminal) hâle sokmanın yoludur.

4) “Hukuk, ideolocyanın aynıdır”; mevcut yamalı bohça düzen içinde bile olsa, BARO MECLİSİ uygulaması İBDA’nın teklifi Başyücelik Devleti Sistemi’ne “totaliter” diyenlerin dillerini kesici, “demokrasinin aslının” ne olduğunu gösterici (“al sana demokrasi!”), aynı zamanda hukukun meşru bir silah olarak turnusol hüviyetiyle kullanımına misaldir.

Baran Dergisi 704.Sayı