8 Eylül Pazartesi akşamı ajanslara “Mirzabeyoğlu’na yeniden hapis yolu!”  ve benzeri tarzdaki haberler aniden düşüverdi; hiçbir hukuk kaidesini göz önünde bulundurmaksızın dönemin 28 Şubat’çı paşaları eliyle hapse atılan, hakkında idam kararı verilen, idamı müebbet hapse çevrilen ve 16 yıl sonra “pardon bir yanlışlık olmuş” denilerek tahliye edilen Mütefekkir Mirzabeyoğlu şimdi tekrar hapse atılmak isteniyor.

Bir Not
Dilin Aynasından isimli eserinde Guy Deutscher dil meselesi hakkındaki bir hususa girizgâh yaparken şöyle der: “ ‘Kültür’ denilince aklınıza ne geliyor? Shakespeare? Yaylı çalgılar dörtlüsü? Çay fincanını tutarken küçük parmağın kıvrılması? Doğal olarak, ‘Kültür’den ne anladığınız hangi kültürden geldiğinize bağlıdır.”

Aynen bu misaldeki gibi, hukuktan ne anladığınız da ikisi birbiriyle iç içe hangi hukuk kültüründen geldiğinize bağlıdır; çünkü “her iş ve her şey bir nizâm vahdeti belirttiğine göre, kendini mevzu olarak diğer nizâm mevzularından ayırıcı özellikleriyle, ‘hukuk nizamı’ndan bahsedilebilir… Bunun yanında, hukuk, nizam demektir!..” (Salih Mirzabeyoğlu, Hukuk Edebiyatı)

Hukuk’un Irzına Tasallut Eden Hayvancıklar
Ara başlığımız herhangi bir “insan” için incitici gelebilir. Doğrudur, “insan” olanın bu vaziyetten bu söylemden incinmesi gerekir. Ya bizzat hukukun içine edenler? Onu yok sayıp her türlü hukuksuzluğu meşrû hâle getirenler? Bu “hayvanlar” ın soyu neredeyse insanlık tarihi kadar eski… Bâtıl kutba dâhil her inanış ve görüş Hak kutub karşısında her daim ‘göstermelik hukuk’u-hukuksuzluğu kullanmış ve hakikati tarassut altına almaya çalışmıştır! İnsan, insanlıktan çıktıktan sonra hayvan olamayacağı ve “hayvandan aşağı” bir hilkat garibesi sıfatına büründüğünden, bu türlü mahlukatlar tarih boyunca hakikati savunan ve onun müdafiliğini yapanları kendilerine karşı en büyük engel olarak görmüşlerdir. Bütün Peygamberler ilâhî nefesi-hakikatleri insanlara bildirmekle mükellef olduklarından ötürü her dâim kendi devirlerinin hâkim güçleri tarafından haksızlığa-hukuksuzluğa maruz bırakılmış ve hakkın-hukukun ‘mücadelesini’ vermişlerdir. Her bir hakikati getirdikleri gibi hukukun müeyyidelerini de onlar getirmiş ve insanlığın kurtuluşu için bu müeyyideleri yürürlüğe koymak için savaşmışlardır; bu bakımdan, insanlık tarihi aynı zamanda hukukun, hukuksuzluk ile mücadelesinin bir serüveni-macerası diye de nitelendirilebilir. “İnsan” ile insanlık vasfından çıkan “hayvandan aşağı” soyun kıyamete kadar sürecek olan savaşı…

Söyletmen Urun!
“Söyletmen urun!” “Konuşturmayın, derhal öldürelim!”dir; hakikati boğmak, hukuku ayaklar altına almak isteyen her gürûhun bir nevî (pasaparola)sı… Bu mantığın feci manzaraları Batı’daki Engizisyon Mahkemeleri’nde ve Osmanlı’nın aşk ve vecdini kaybettiği devirlerdeki Yeniçeri İsyanları’nda görülür. Üstad Necip Fazıl’ın da birçok kez altını çizdiği üzere insanlığın bu kadar alçalmadığı devirlerde, Eski Yunan’da Sokrat’ı idama mahkûm etmişlerdi, ama konuşmasına da müsaade etmişlerdi. Ne Engizisyondaki gibi “cadı” denilip ateşe atılmışlar ne de asi Yeniçerilerin yaptığı gibi “söyletmen urun!” denmişlerdi… Geçen yüzyılda bu türlü hukuksuzluğa maruz kalan en mühim isim Necip Fazıl’dı; “Müdafaalarım” ile “Bâb- Âli” isimli eserleri kendisine yapılan hukuksuzlukları anlattığı birçok hâdiseyi içinde barındırır. Bu yüzyılda ise bahsettiğimiz şekilde hukuksuzluk denizinde boğulmaya çalışan isim ise Salih Mirzabeyoğlu’dur. “İşkence” isimli eserinde “hukuk”u işletenlerin, yürürlüğe koyanların iç dünyalarının-zihin yapılarının bir nevî topografyasını serer ortaya. Sadece bu kadar mı? 28 Şubat’ta “baş düşman” ilân edilir ve adalet, Mirzabeyoğlu’nun bir hikâyesinde isimlendirdiği üzere “fahişe adalet hanım” olarak Beyoğlu’nun arka sokaklarına terk edilir.

28 Şubatta Ne Oldu?
Aslında ne olmadı ki?
Mirzabeyoğlu özelinden bakarsak -ki “28 Şubat” demek Mirzabeyoğlu’na yapılan hukuksuzluklar silsilesi demektir- “baş düşman” ilan edilen Mirzabeyoğlu, dönemin askerî ve siyasî otoritesi tarafından mevcut hukuk kaideleri çiğnenerek gözaltına alınıp tutuklandı. Dava dosyasında isnad edilen suçlarla hiçbir bağı kurulamamasına mukabil idam cezasına çarptırılarak müebbet hapse mahkûm edildi. Hukuksuz bir biçimde tutuklanmasının ardından gelen süreç, hukuksuzluğun, işkencenin ve canına kastetmeye kadar varan bir hukuksuzluklar silsilesinin doğmasına vesile oldu.

25 Ocak 2000 /Noel Baba operasyonu
25 Ocak günü dönemin askerî ve siyasî otoritesi hukuksuz bir biçimde tutukladığı Mirzabeyoğlu ve arkadaşlarına, İslâmcılara, “Noel Baba” ismini verdikleri bir operasyon düzenledi. Hem hukuksuz bir şekilde tutukla, hem hapse yolla ve hem de sanki içerideki insanlar bir kalkışma yapmış gibi gaz bombaları ve silahlarla saldır!

Hukuksuzluğun dik âlâsı bu olsa gerek? Hayır! Dik âlâsı, insanları katletmek için girdikleri cezaevinden çıkarken geride bıraktıkları biri şehid edilmiş, 10’u ağır olmak üzere 50’si yaralanmış Müslüman’a “isyan ettiniz!” diyerek dava açmalarıdır! Bitti mi? Hayır! Alçaldıkça artık “hayvan” olamayan ve “hayvandan aşağı”  bir hilkat garibesine dönenlerin “hukuk” anlayışları elbet bununla da yetinmeyecekti. 

Mirzabeyoğlu Davası Yine Yeniden
Bu ara başlık iki mânâda; birincisi: Mirzabeyoğlu’nun bütün başına gelenler hep, yine yeniden davası yüzünden, davası uğrunda, Necip Fâzıl’a olan aşkı ve sadâkati yüzünden… Yani Büyük Doğu- İBDA fikriyatı... İkincisi ise; kendisine idam cezası verilmesinin ardından 16 yıl sonra “pardon” denilerek bilindiği üzere 22 Temmuz’da tahliye edilmişti. Bugün, tahliye edilmesinin ardından 2 ay bile geçmeden, 25 Ocak 2000 Metris Noel Baba operasyonu-İsyanı davası sebebiyle Mirzabeyoğlu hakkında Bakırköy 4. Ağır Ceza Mahkemesi’nin daha evvel verdiği “yeniden yargılama” sebebiyle infazın durdurulması kararının yine aynı mahkeme tarafından iptal edildiği gün. Anlaşılacağı üzere hem “yeniden yargılama” kararı veriliyor hem de “yeniden yargılama” yapılıp suçlu-suçsuz hükmüne varılmadan infazların durdurulması kararı kaldırılarak tutuklanmasının yolu açılıyor. Yani, Vizontele filminde Şafak Sezer’in  “baba duvarı yıkmışlar! Bir de pirketleri kırmışlar! Duvarı kırdınız bari pirketleri kırmayın! Pirketleri kırmamış olsalar aynı pirketlerle duvarı yeniden yapardık!.. Hani ben pirket açısından şey ettiydim!” demesi gibi... Şimdi burada verdiğimiz misal biraz “hafif”, havâî gözükebilir; fakat bugünkü “hukuk”un hâli pür melâlini göstermesi bakımından bizce “ciddi” bir mesel! Hukukun ayaklar altına alınıp bir komedi filminin diyaloğunda geçen “absürd” bir sahnenin yerinde icrâ edilişindeki güzellik neyse, hukukta bu absürd sahnenin aynısının yaşanması bir memleketteki adalet anlayışının ve hukuk kültürünün nasıl bir çirkinliğe terk edildiğine misâldir.

Tekrar hatırlayalım: 1998 sonunda Salih Mirzabeyoğlu hukuka aykırı bir biçimde gözaltına alındı… Dönemin emniyet şubesinde işkence gördü… Hakkında isnad edilen suçların tutarsızlığına mukâbil devlet-asker-medya-yargı hep birlikte el ele tutuklanmasını sağladı… Cezaevinde senelerce -bugün hâlâ da devam eden- telegram işkencesine maruz kaldı… 25 Ocak 2000 Metris’te Noel Baba operasyonunu ile üzerine kurşun sıkılarak katledilmeye çalışıldı… Aynı operasyonda onlarca devlet görevlisi tarafından linç edildi, fotoğrafları medyaya servis edilerek aşağılanmaya, hakir gösterilmeye çalışıldı… Bu da yetmezmiş gibi aynı hâdiseden ötürü “cezaevi idaresine isyan” adı altında dava açıldı… Kendisinin en başta tutuklanmasına sebep olan ve idam cezası verilen dava dosyası 16 yıl sonra tekrar açıldı ve “yeniden yargılanma” yolu açılarak tahliyesine karar verildi… “Yeniden yargılanma” kararı verilen İsyan Davası’nda ise önce ceza aldı, sonra infazı durduruldu, ardından yeniden yargılanma yolu açıldı ve bugün ise tekraren yeniden yargılanacağı davada yeniden yargılanmadan dava dosyasında “infazların durdurulması” kaldırılarak Mirzabeyoğlu’na tekrar tutuklanarak hapse yollanılmasının yolu açıldı… 

Yukarıda söylediğimiz şu cümleyi tekrar hatırlatalım: “Kültür” denilince aklınıza ne geliyor? Shakespeare? Yaylı çalgılar dörtlüsü? Çay fincanını tutarken küçük parmağın kıvrılması? Doğal olarak, “Kültür” den ne anladığınız hangi kültürden geldiğinize bağlıdır.”

“Hukuk” denilince aklınıza ne geliyor? Adaletsizlik? Devlet Güvenlik Mahkemeleri? Hukuksuzca tutuklanan bir insanın bileklerinin burkulması? Doğal olarak “hukuk”tan ne anladığınız hangi nizamı istediğinize ve hangi hukuk kültüründen geldiğinize bağlıdır…


 
Baran Dergisi 400. Sayı