Ruh köklerimize düşman, aile müessesine saldıran, cinsî ve fikrî türlü sapkınlıklara yol açan İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararının iptali istemiyle açılan davada Danıştay savcısı Aytaç Kurt, İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararının iptaline karar verilmesini istedi.

Danıştay Konferans Salonu’ndaki duruşmaya, taraf avukatı, siyasi parti ve sivil toplum kuruluşu temsilcileri ile farklı illerin baro yöneticileri katıldı.

Dairenin, 14 ve 23 Haziran’da yapacağı duruşmaların ardından, İstanbul Sözleşmesi ile ilgili kararını açıklaması bekleniyor.

Garabet sözleşme

Aile müessesine saldıran, cinsî ve fikrî türlü sapkınlıklara yol açan İstanbul Sözleşmesi Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın imzasıyla feshedilmişti.

Ne hikmetse dikkatlerin bu noktaya dönmesinin hemen akabinde yine dört bir yandan “kadın cinayeti” haberleri gündem edilmeye başlamış ve halen de bu bahane edilerek sözleşmenin geri gelmesi talep edilmekte. Mesele her zaman olduğu gibi yine sathî bir boyuta çekiliyor. Oysa mevzubahis tartışma, tam da hayatın göbeğinde yer alan insan (erkek-kadın) meselesi olması bakımından elzemdir.

Sapıklık yasal güvence altına alınıyor

Mevzu aktüel bakımdan ele alındığında, İstanbul Sözleşmesi ve mezkur sözleşmeden doğan 6284 sayılı kanun ihtiva ettikleri absürtlükler bakımından dikkat çekiyor. Kadının beyanının esas kabul edilmesi, müddeinin iddiasını ispattan beri tutulması, erkeğin şiddet yanlısı gösterilmesi gibi meselelerin yanı sıra gerek sözleşme, gerekse de mevzubahis kanun birçok muğlak ibare içeriyor. Bu muğlak ibarelerle kadın erkeğe karşı her bakımdan müdafaa edilirken ortada aile müessesesine dair hiçbir şeyin kalmamasının da yolu açılıyor. Hem erkeği, hem de kadını fıtratı dışında bir mecraya doğru sürüklerken, erkeği kadının istediği zaman yönetip yönlendirebileceği bir varlık hâline getiriyor.

İstanbul Sözleşmesi ile alâkalı diğer ehemmiyetli mesele ise sözleşmenin birçok maddesinde “cinsel özgürlük” adı altında kendisini LGBT-İ+ diye ifade eden envai çeşit sapıklığa yol açılması. Sapıklık yasal güvence altına alınıyor. Hülasası; cemiyetimizi öz değerlerinden koparmak adına her türlü pislik meşrulaştırılıyor.

Esasında Cedaw, İstanbul Sözleşmesi veya 6284 sayılı kanun bataklığın üzerindeki sinekten başka bir şey değil. Meselenin özü ahlâk ve kültür davasıdır. Dolayısıyla cevabı verilmesi gereken, “kadın nedir?”, “erkek nedir?” ve hepsinden de öte “insan nedir?” sualleridir. İnsanın niçin yaşadığını izah edemeyen bir beşeri sistemin insan fıtratına aykırı bu tip sözleşmeler, yasalar, kanunlar türetmesi mukadderdir. Çünkü hukuk, ahlâkın pıhtılaşmış hâlidir.

Kadın yahut da erkek, yeryüzünde tekâmül etsin diye yaratıldı. “Tekamül”den kasıt, Mutlak olana yaklaşmak üzere “yaşanmaya değer hayat” istikâmeti üzerinde olmak, bu çizgide olmaya çalışmak... Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’nun alt başlığı “Erkek ve Kadın” olan “İnsan” isimli eserinde geçer: “İnsan, nisyan’dan gelir; unutmak. Allah’a yakın olmanın, ‘hatırlamak’ olduğunu, Allah Kur’an’da bizzat Resûlü’nün şahsında, ‘Ona öğrettiklerimiz, hatırlattıklarımızdır’ meâlinde bir âyetle bildirmiştir.” Öyleyse “tekamül”den kasıt Allah Resûlü, Sahabe-i Kiram, Tabiîn, Tebe-i Tabiîn’in çizgisinde mümkün mertebe ilerleyebilmek. Mesele dönüp dolaşıp ahlâk ve kültür davasına, oradan da devlet ve sistem meselesine gelmektedir. İnsanların önüne müteal-aşkın bir ideal konulmadığı müddetçe o ideale ulaşma iştiyakına sahip olması beklenemez. İşte temel mesele!..