Baran Dergisi’nin 655. sayısında “Mirzabeyoğlu Mahkûm Edildi, Cezanın Asıl Muhatabı Kim?” başlıklı, Sinami Orhan imzalı bir yazı yayınlanmış, 25 Ocak 2000 Metris İsyanı Davası’nın Yargıtay 8. Ceza Dairesi tarafından eski hükmün tekrarı olarak onandığından bahsedilmişti.

6 Ağustos 2019 tarihli olarak, web sayfımızda da yayınlanan yazının üzerinden tam bir ay geçtikten sonraSabah gazetesinde 6 Eylül 2019 tarihli, Dilek Güngör imzasıyla “Yargı ve Emniyetteki Ankesörcüler” başlığıyla yayınlanan yazıda ilginç bilgiler paylaşıldı.

Bayan Güngör, “Bu işlere az biraz kafa yoran biri olarak geçenlerde üst düzey bir bürokratla sohbete gittim.” diyerek başladığı yazısında üst düzey bürokrata,“ByLock, Eagle, Tango’dan sonra istihbarat birimlerinin tespit ettiği 15 Temmuz'dan sonra açığa çıkan haberleşme sistemi, ardışık arama yöntemi acaba sadece Türk Silahlı Kuvvetleri'nde mi kullanıldı?” diye  bir soru soruyor. Aldığı cevap da şu:

"-Biraz sabret... Sence, FETÖ'nün en çok yuvalandığı Emniyet'te veya Yüksek Yargı'da hiç ankesöre takılan olmamış mıdır!" 

Bayan Güngör devam ediyor:“Binlerce kripto hakimin, savcının, emniyetçinin olduğu listeden bahsetti. Hatta somut bir de örnek verdi. Anlattığına göre, İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı, FETÖ'nün mahrem imamlarının 2014-2016 yılları arasında Ege Bölgesi'nde (Muğla ve Aydın) 4720 ankesörlü telefon üzerinden 107 adet ankesör kartıyla arama tespit etmiş.

Ardışık arama yöntemiyle FETÖ imamlarıyla haberleşen hakim-savcılar şimdi üst düzey makamlarda... Listedeki isimleri duysanız 'şok' olursunuz. Kimi Yargıtay'da daire başkanı, kimi üye, kimi bölge idare mahkemesinde görevli... Bu listedeki isimler 1 yıl kadar önce Hakimler Savcılar Kurulu ve Yargıtay'a bildirilmiş... Merak ediyorum, Yargıtay veya HSK bu kişilerle ilgili bir işlem başlattı mı? Ya da soruşturma izni verdi mi?”

Bu elbette bir gazetecinin iddiası olmakla beraber, içeriği bakımından mühimdir.

HSK başkanvekili Mehmet Yılmaz, iddialar üzerine ertesi gün (7 Eylül), kurum sitesinden değil, kendi Twitter  hesabından yaptığı açıklamalar ile Bayan Güngör’ün dile getirdiği (üst düzey bürokrat kaynaklı olması sebebiyle de “bir çok kişinin bildiği” dense yeridir) iddiaların doğruluğunu şöyle teyit etti:

 “ İzmir Cumhuriyet Başsavcılığının ilk derece ve bölge idare mahkemelerini kapsayan 18.09.2018 tarihli ihbar evrakının HSK Genel Sekreterliğine ulaşmasını takiben 27.11.2018 tarihinde HSK Birinci Dairesince gündeme alındığı… Oybirliği ile müfettiş eli ile inceleme yapılmasının teklif edildiği ve uygun bulunan teklif üzerine evrakın HSK Teftiş kuruluna gönderildiği, söz konusu hususun tahkikatının titiz bir şekilde sürdürüldüğü ve tamamlanma aşamasına geldiği… Yargıtay üyelerinin suç oluşturan eylemlerinde ise inceleme ve soruşturma yapma yetkisinin, yasa gereği Yargıtay Divanına ait olduğu, bu nedenle habere konu şahıslarla ilgili HSK tarafından bir tasarrufta bulunulmadığı… Haberde sözü edilen kişilerle ilgili evrakın İzmir Başsavcılığınca doğrudan Yargıtay Başkanlığına gönderildiği….”

İzmir savcılığının “ihbar mektubu” geçen sene bu ay, 18 Eylül 2018’de HSK genel sekreterliğine ulaşıyor. Aradan iki ay geçtikten sonra, 27 Kasım 2018 tarihinde HSK 1. Dairesince gündeme alınıp müfettiş atanması kararı veriliyor. Bay Yılmaz, “yargıtay üyeleri” ile alâkalı inceleme ve soruşturma yapma yetkisinin “Yargıtay Divanı”nda olduğunu, bu üyelerle alâkalı HSK tasarrufu olmadığını ve İzmir savcılığının ihbarının “doğrudan Yargıtay Başkanlığı’na gönderildiğini” vurguluyor.

Yazıyı kaleme almamızın sebebine geçmeden önce, bu “vurgulama” üzerinde durmak gerekiyor herhalde. Yargıtay üyeleri hakkında inceleme Yargıtay’a ihbar geldikten sonra ne zaman ve niye HSK’ya gönderildi? Madem iş Yargıtay Divanı’nda bitecek, bir sene boyunca HSK ne yaptı? HSK’nın şefi Bay Yılmaz’ın açıklamasından anlaşıldığı kadarıyla 18 Eylül 2018’den bu yana, bir seneden beri HSK hâlâ “inceleme” yapıyor! Nesini inceliyor? HSK’nın ilgili 1. Dairesinin yapacağı en fazlasıyla “ismi geçen hakimleri” açığa almak olmalı diye mantık yürütüyoruz; ama “Yargıtay Divanı” var ortada, yani HSK’ya göndermek işi uzatmak veya “prosedür”, bunu da kabul edelim, peki bunu belirterek Yargıtay’a niye iade edilmemiş gelen ihbar mektubu? Ve acaba bu geçen bir seneden sonra bir de Yargıtay’da bir sene daha mı bekletilecek bu dosya diye de soralım? Yargıtay içtihatlarına göre ankesör gibi deliller birinci derece delil sayılmıyor; Ergenekon, Balyoz, Oda Tv davalarında bu yönde içtihatlar oluştu. Bu tür delillerin itiraf (ama gerçek, soruşturma ile doğrulanmış itiraf) ve başka delillerle desteklenirse “hükme” tesiri olur. (Bylock da böyle!) “Yargıtay veya HSK acaba bu “içtihatları” kâle alarak mı “inceleme ve soruşturmayı” bir senedir bitirmedi?” diye sorma şaşkınlığına düşmeye lüzum yok! Binlerce hakim, dosyalarında hiçbir şey yokken sadece “Bylock tespiti” sebebiyle hakimlikten açığa alındı, soruşturma izni verildi ve mahkemelere –sonradan bulunan başka delillerle- sevkedildi! O hâlde yapılacak en basit iş, ismi geçen (ihbar mektubunda 107 aramadan bahsediliyor) hakimleri hemen açığa almaktı! Ama bu yapılmadı.

 [Ankesörlü (ardışık arama) meselesi, Ergenekon soruşturmalarındaki “o onunla çay içti, şu bununla selamlaştı” türünden saçma sapan, polisiye olmaktan ziyade asabiye mütehassısının uzmanlık sahasına giren “soruşturma usûlune” benziyor! İkinci veya üçüncü dalgada  gözaltına alınan, babası psikolojik harp dairesinden emekli Behiç Gürcihan’ın “facebook algoritması/kardeşliği” benzetmesiyle yazdığı bir yazı vardı “çay – kahve içmekten” tutuklama kararları verilmesine dair. Size altı adımda herhangi bir Ergenekon sanığının da değil, “sizin” hem Ergenekon hem de Barack Obama ile irtibatınızı kurarım bu mantıkla, diyordu ve gerçekten de kuruyordu. Haklıydı. Birinin “bir şey” olduğuna dair şüphelenmek ayrı, şüphe üzerine uyduruk sebeblerle tutuklamak, içeri atmak ayrı! İtiraz buna! Ankesör de Bylock da, aslında tüm “digital deliller” - böyledir! Sadece “şüphe”ye sebeptir; uydurulmuş bir delil olarak “suçsuz” birine de “şüphe” bulaştırır ama!]

Niye?

Ankara’da çete içinde çete ve çeteler var, bu artık sağır sultanın bile duyduğu “itiraf edilmemiş gerçek!” Bayan Güngör’e konuşan “üst düzey bürokrat” da iyisinden – kötüsünden bir çete içindedir veya “iltisaklıdır” muhtemelen ve bu “ihbar mektubunu” sızdırdı ise anlamamız gerekir ki ortada hesap var! Bu “hesap” iyi veya kötü maksatlı olabilir, bilmiyoruz, bildiğimiz “sızdırma” olduğu ve bunun da iyi veya kötü bir “hesap” için olduğudur; hadisenin gidişatından görülen bu.

Baran Dergisi’nin 655. sayısındaki “Mirzabeyoğlu Mahkum Edildi, Cezanın Asıl Muhatabı Kim?” başlıklı yazının üzerinden bir ay geçtikten sonra tam bir hukuksuzluğa imza atanYargıtay hakkında, hakimlerin şefi hükmündeki Bay Yılmaz tarafından da kabul edilen FETÖiltisaklı hakimler olduğu iddiası,17/25/2013’ten bu yana yargı – adliye bürokrasisi üzerinde yapılan “temizlik faaliyetinin” üzerineşüphe getirmiştir muhakkak. Öyle ya! Beş bin civarında hakim ve savcıyı (dikkat edin, sadece ama sadece bir Çete mensubu, iltisaklısı iddiasıyla) FETÖ’den atıyorsanız, yerine yeni hakim ve savcılar alıyorsanız; “yüksek yargı” operasyon geçirmesine ve defalarca yenilenmesine rağmen hâlâ FETÖ üyeleri olduğu kabul edilmiş bir gerçek “iddia” olarak ortaya çıkıyorsa, bu atama ve atamaları yapanlar hakkında şüphelerin ortaya çıkması normal sayılmalı! Bununla birlikte, çetelerin iç savaşı olarak görmekten başka bir hususiyetle yanaşmadığımız “bu durum” üzerine şunu sormak da hakkımız:
25 Ocak Metris İsyanı Davası’nı tam bir hukuksuzluk ve “intikam güdüsüyle” onayan Yargıtay 8. Ceza Dairesi hakimleri FETÖ üyesi veya iltisaklısı mıdır? İlerletelim, FETÖ dışında herhangi bir çetenin üyesi olup olmadıklarına dair araştırma yapılmış mıdır?

Ankesör, Flash CD ve Bylock gibi “ikinci derece delilleri” göklere çıkartırcasına abartarak insanları koltuklarından atıp zindana tıkanların başları Ergenekon sanıkları malûm. “Yüksek yargıda” ortaya çıkan “kabul edilmiş gerçek şüphe” de FETÖ üyeleri veya “bomboş” hakimler yerine Ergenekon üyesi veya iltisaklısı hakimleri atamak için olamaz mı ve Metris davasını onayan daire ve kurumda Ergenekon şüphesiyle alâkalı bir “inceleme ve soruşturma” yapılmış mıdır?

Bu sorunun muhatabı HSK’nın başı, sosyal demokrat “kimlikli” oluğu iddia edilen Bay Yılmaz’dır!

Sorunun hususi içeriği 28 Şubat’ın en önemli davalarından biri olan Noel Baba Operasyonu davası ile ilgili olduğundan, diğer muhatapları da adalet bakanı Abdülhamit Gül ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’dır.

Bu soruların cevapları da “bir ay” içinde gelirse ne mutlu bize!
 
9.9.2019



Baran Dergisi 661. Sayı