MİLAT GAZETESİ YAZARI HÜSAMETTİN ASLAN:
SURİYE VE IRAK’TA DÖRT FARKLI DEVLET KURMAK İSTİYORLAR


Türkiye’deki seçim sonuçlarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türkiye seçimlerini iç ve dış politika eksenli olmak üzere iki ayrı başlık halinde değerlendirmek gerekiyor. Ancak nihaî hedefin Erdoğan nefretinde birleştiğini biliyoruz. Elbette her muhalif duruşu/söylemi ‘ihanet’ olarak değerlendirmemek de gerekir. Ancak somut olguları da görmezden gelemeyiz.
İç politika açısından değerlendirmeniz nedir?
İç siyaset açısından Ak Parti’nin 13 yıllık iktidarında Türkiye’de ciddi kalkınma hamleleri yapıldı. Özellikle sağlık, sosyal hizmetler, ekonomi, altyapı ve haberleşme hizmetlerinde olağanüstü başarılı gelişmeler yaşandı. Savuma sanayi de dış politikada benzer bir sıçramanın söz konusu olduğunu gösteriyor. Lakin yolsuzluk suçlamaları, Ak Parti bürokrasisinin şımarıklığı, Kral’dan çok Kralcılığı ve rehaveti, şehir milliyetçiliği, ahbap-çavuş ilişkisiyle istihdam ve genç jenerasyonun ihtiyaçlarına cevap verememe gibi bir çok unsur sebebiyle bir çok mesele çözülemedi. Elbette sadece bu nedenler etkilemedi. En önemli faktör, Kürtlerdi. Özellikle de Muhafazakâr Kürtler. Açıkçası ben Muhafazakâr Kürtlerin, Erdoğan ve Ak Parti karşısında yer almayacağını düşünüyordum. Yanıldım. Elbette oyların, HDP’ye kayması bir sevgi-saygı dönüşümü değildi. Ancak kimlik siyaseti yapayım derken; “Bizim Partimiz barajın altında kalmasın” yaklaşımının gerek Türkiye’de, gerekse de K.Irak’ta OLUMSUZ bir götürüsü umarım olmaz!
Sonuçta ortaya bir tablo çıktı. Bu tablonun istikrarsızlığa yani; koalisyonlar sebebiyle güçlü ve hızlı kararlar alabilecek bir iktidarın tesisinde engel olarak değerlendiriyorum. Bu seçimlerin tek kazanımının yeni oy kullanan ve kullanacak genç jenerasyonun koalisyon yönetimini görmesi olduğunu düşünüyorum. İyi bir tecrübe olacağı kanaatindeyim! Muhafazakâr Kürtler ve bir kısım Milliyetçililer, “Ak Parti’nin kulağını çekelim” derken, farkında olmadan kendi kulağını kopardı. Ben iyimserim. Ak Parti bu dönemden daha güçlü çıkacaktır.
Peki, Türk dış politikası açısından değerlendirmeniz nasıl?
Balkanlar, Suriye, Irak ve diğer yakın coğrafyamızda bir hayal kırıklığına sebep olsa da Erdoğan’ın dimdik ayakta durması umut verici. Elbette bu Türkiye’yi yanında görmek isteyenler açısından geçerli. Batı’da seçimlerin neticesinden büyük mutluluk duyuluyor. Zira, Türkiye söz dinleyen ama bağımsız kararlar alabilen ülke durumuna gelmişti. Batı açısından Ak Parti’nin gücünü kaybetmesi-kaybettirilmesi iyi bir şey. Ortadoğu’da Seküler Arap yönetimler (Körfez) ve İsrail için de sevindirici bir gelişme. Herkesin malûmu olduğu üzere birçok ülkenin ‘Merkez’ medyasında sevinçle karşılandı sonuçlar. Bu sevinç çığlıkları Türkiye’nin geliştirmiş olduğu dış politika vizyonunun nasıl da birilerini rahatsız ettiğinin bir göstergesidir. Bir de farklı bir açıdan değerlendirmek istiyorum: Batı medyasında neredeyse her gün Türkiye aleyhinde bir haber bulabilirsiniz. Bu saldırıların seçimlerden sonra en azından bir tık daha şiddetinin düşeceği kanaatindeyim.
BATI TANDANSLI KİMLİK SİYASETİNİ AÇIKLAMALIYIZ
İslâm coğrafyasının hâlini nasıl yorumluyorsunuz? Türkiye’de girilen siyasî sürecin ne gibi tesirleri olabilir?
Ben İslâm Coğrafyasında bir etkisi olacağı kanaatinde değilim. Zaten İslam Dünyası yamalı bohça gibi bölük–pörçük. Elbette bu hâl, halkın yani tabanın yaptığı bir şey değil. Batılı ülkelerin sebep olduğu bir durum. Ancak, ümmetçi bir yaklaşım izlenmediği sürece Müslüman Dünyası daha çok dizini döver. Türkiye, gerek bölgenin gerekse de bölge dışı ülkelerin, yani halkların umudu. Yatırımlar ve yardımlar devam eder. Bir aksama olacağı kanaatinde değilim. Tabiî bu analizi Erdoğan merkezli kuruyorum.
Yalnız şu tespiti atlamamakta yarar var: Bu seçimi sürpriz hale getiren de Muhafazakârlar, yani dinî ve ahlâkî hassasiyeti yüksek diye tabir ettiğimiz insanlar. İslâm Dünyasına göre analiz etmeden önce, Müslümanların, Batı tandanslı “Kimlik siyasetini” ilk önce evimizde (Türkiye’de) açıklamamız gerekiyor.
Seçimler sonrasında Batı basının attığı manşetleri gördük. R. Tayyip Erdoğan’ı kastederek “Selahaddin Eyyubî durduruldu” diyenler oldu. Kendi adlarına seçimleri bir zafer olarak görenler oldu. Batı’nın bu nefretinin ve Türkiye’ye karşı verdikleri bu savaşın psikolojik altyapısında ne yatmaktadır?
Bu başlık İtalyan bir gazetede atıldı. Ben olaya biraz farklı bakıyorum. Sokakta, yok yok, o kadar gitmeyelim. Akademide, bürokraside “Selahaddin Eyyubî”yi eminim birçok kişi tanımıyordu bile…. Böylelikle en azından birileri öğrenmiş oldu. Şimdi kitaplarda filan da yazılır. “Çılgın Müslümanlar”dan biri de çıkıp film veya dizi yaparsa harika bir şeye imza atmış olur. Batı’nın bu yaklaşımı yeni değil. Adamların tarih kitapları “Müslüman eşittir Türk” diye bakar ve nefret eder. Bu psikolojinin altyapısında “rekabet” var. Eziklik var. Hem de yılların vermiş olduğu bir birikimle nefrete dönüşmüş durumda. İyi ki nefret ediyorlar Müslüman Türklerden! Yoksa ülkemizde gençler, merak edip ansiklopedi, kitap, dergi karıştıran kimse olmayacak. Kimse araştırmayacaktı bunun nedenini. Kudüs Fatihinin yaptıkları, İtalya’da yüzlerce yıl geçmesine rağmen unutulmamış. Elbette ona benzeyenlerden nefret etmeleri doğal.
AMAÇ ERDOĞAN’I ULUSLARARASI MAHKEMEDE YARGILATMAKTI
MİT Tırları hadisesi çerçevesinde Türkiye üzerinde yapılan müthiş bir algı operasyonuna şahit olduk. Türkiye’nin Suriye muhalefetine olası bir silah yardımı Türk halkı tarafından eksi bir değer olarak algılanabilir mi? Bu çerçevede Türkiye’nin geçmiş ile bugün yürüttüğü dış politikanın mukayesesini yaparsak ne gibi değişimler olduğunu söyleyebiliriz?
Öncelikle şunu bir not edelim; MİT’i şeytanlaştırmak doğru olmadığı gibi kutsamak da bir o kadar yanlış. Evet bir dönem, kendi halkını düşman gibi gören bir kurumdu. Lakin bugün geldiği noktada bir yandan bağırsaklarını temizlemekle meşgulken, öte yandan da ülkemizin aleyhine çalışan çete/ülke/örgütlerle mücadele ediyor. Belki oyun kuramıyor. İnşallah bir gün o da olur. Ama Türkiye’nin aleyhine bir planı bozuyorsa saygı duymak ve kıymet bilmek gerekir. Türkiye, yıllarca pasif ve ciddiye alınmayan bir ülke durumundaydı. Bugün geldiğimiz noktada, herkesin,“Acaba, Türkiye ne der?” dediği bir ülke konumuna gelinmesi MİT’in geldiği noktayı da gösterir. Bence Türk Halkı, MİT’in yurtdışı operasyonlarından rahatsız değil. Hatta memnun. Ben de bu kanaatteyim. İster beğenin, ister beğenmeyin, bireyler, devletlerin stratejik hedeflerini sekteye uğratamaz-uğratmamalı.
Suriye’de Esed tarafından yüz binlerce insan öldürüldü. Türkiye, Katar ve Suud da karşısında; Özgür Suriye Ordusunu destekliyorlar. Uluslararası ilişkilerde duygulara yer yoktur. Elbette idealler vardır ve idealler duygulardan hayat bulur. Ancak, sistem, çıkar ve güç ilişkilerine göre işler. Ve realisttir. Bu sözlerden duygusuz olduğumu çıkarabilirsiniz. Hayır, mesele duygusal olarak değerlendirilemez. Bir mücadele var. Bunun kodları 1.Dünya savaşına dayanıyor. Türkiye, akıllı ve doğru davranıyor. MİT bir kurumdur. Duygulardan hareket etmez. Hata yapıyor mu? Evet birçok hata da yapıyor. Ama bu bölge dizayn edilirken durduğumuz yerden izleyeceğimiz anlamına gelmez. Zaten bizim göremediğimiz de bu.
MİT Tırlarının Türkiye’de gündeme getirilmesinin farklı bir yönü sözkonusu. Batı zaten Dünya’da Türkiye’yi terörü destekleyen ülke konumuna sokmuş durumda. Bu Tırların Türkiye gündemine gelmesinin sebebi, Erdoğan ve Hakan Fidan’ı Uluslararası Mahkemelerde yargılatmaktı. Tırların deşifre olmasıyla “bakın sizin yöneticileriniz bunları yaptı” denilerek kamuoyu oluşturmaktı. Bu risk halen devam ediyor. Ancak Türk kamuoyunu manipüle edemediler.
Maalesef bölgedeki durum yanlış veya eksik uygulamalarımızdan ve geçmişteki teknolojik, askerî, siyasî, kültürel handikaplardan kaynaklanıyor. Bugün Türkiye, bölgede ciddi bir ülke. Mevcut sıkıntılar, bölgede çıkarları olan ülkelerin tekerine çomak sokmakla alakalı ve yıllardır ayaklarımızdaki prangalardan kurtulma çabasının göstergesidir.
Türkiye’nin geçmişle bugününün politikasını karşılaştıramayız. Çünkü geçmiş politikalarımızda, Ortadoğu’ya sırtını dönmüş, ABD ve AB dışında dış politika anlayışı olmayan, kendi medeniyetinin varlığından bihaber bir ülkeydik. Bugün Afrika’da en saygın ülkeyiz. Ortadoğu ve Körfez’de devlet yöneticilerinin sevmediği ama halkların yoğun ilgisi olan ülke konumundayız. 2002 yılına kadar Müslüman olarak değerlendirilmeyen bir ülkeydik, 2008 yılına kadar da bu böyleydi. Hâliyle Türkiye, varlığıyla baskı ve zulüm altındaki Müslümanlar için bir hayat istasyonu. Nefes alma yeri durumunda.
Türk dış politikası ile ilgili derin bir analiz yapmaya gerek de yok. Çok basit, ülkemizi temsil eden büyükelçi ve konsolosluk yetkilileri vatandaşlarından bihaberdi. Vatandaşlarımıza tepeden bakardı. Bazıları halen böyle. Arap ülkeleriyle ilişkiler kurulmak istenmezdi. Bugün Türkiye’de gerek kamu kurumlarıyla gerekse vakıf, dernek vesair STK’lar sayesinde başta çevre ülkeler olmak üzere tüm bölgeyle yakın ilişkilerimiz var.
SURİYE VE IRAK’TA DÖRT FARKLI DEVLET KURMAK İSTİYORLAR
Söz Suriye’ye gelmişken; bugün  Suriye ve Irak’ta Türkmenlerin ve Arapların Kuzey’e-Türkiye’ye göre göçe zorlandığını görüyoruz. Özellikle Amerika ve İsrail destekli bir şekilde Kürt Devleti oluşturulduğunu düşünüyoruz. Bu mevzu hakkındaki görüşleriniz nelerdir?
Bunu yaklaşık iki buçuk yıl önce New York Times’da, bir Ortadoğu araştırmacısı yazmıştı. Amerika’nın şu anda o bölgedeki hedefi Lazkiye sınırında bir Alevistan, Musul ve Kerkük’ü de içine alan ve bizim Suriye sınırımıza kadar uzanan bölgede bir Kürdistan, diğer bölgede IŞİD’in daha çok yoğunlaşacağı bir Sünnîistan kurmak… Şu anda yapılan çalışma, bölgenin demografik yapısını değiştirmeye yönelik bir çalışma. Burada yapılmaya çalışılan şey kantonları birleştirip seküler bir Kürt Devleti kurmak… Burada Barzani yönetimini devirme gibi bir durum da söz konusu. Çünkü Irak Kürdistanı’nı da içine alacak bir bölge. Bu hat Hatay’dan Kerkük’e kadar paralel uzanan bir bölge... Burada demografik yapıyı değiştirmek için bölgedeki muhafazakâr Kürtleri bölgeden sürüyorlar. Çünkü bu bölge halkı YPG’yi hiçbir zaman desteklemedi. Şu anda da Türkiye’ye sürülüyorlar. Türkiye insanî açıdan mecburen almak zorunda kalıyor; ancak şu anki gelişmeler bizim aleyhimize. Amerika sahada her geçen gün volümünü arttırıyor. Keza İran’da aynı şekilde, geçtiğimiz hafta bölgeye 7 bin Şii milis gönderdiler. Böylece hem Türkiye’nin bölgedeki etkinliğini kırmaya çalışıyorlar, hem de Özgür Suriye Ordusu ve El Nusra kuvvetlerinin güçlerini parçalamak istiyorlar. İstediklerini de alıyorlar. Demografik yapıyı değiştirebilirler, bu mümkün; zaten süreç de ona doğru gidiyor. Fakat Türkiye’nin buna müsaade edeceğini de düşünmüyorum.
Yaşananların İsrail ile olan bağlantısı nedir?
İsrail bölgedeki seküler Kürt grupları destekliyor, bunu çok iyi okumak lazım. Bunu ilk başta Kuzey Irak’ta yaptılar. Irak ve Suriye’deki bazı küçük gruplara silah yardımı ve ekonomik destek veriyorlar. İsrail, burada, üst akıl dediğimiz dizaynı küçük milis grupları koordine ederek yapıyor. Zaten milisler üzerinden ülkeler birbiriyle savaşıyor. Türkiye’yi de bu gruplarla ilişkilendirip iç huzursuzluk çıkartmak, ekonomik anlamda her geçen gün daha kötü hale getirmek, dünyada terörü destekliyor algısı yaratmak istiyorlar. Batı’da Türkiye aleyhinde çok korkunç bir propaganda yapılıyor. Bizim silahlarımızın varlığını orada tesbit ederlerse ilişkilendirebilirler; fakat ABD ve İsrail bunu çok uzun süredir yaptığı ve bütün gruplarda onların silahları olduğu için bu biraz zor.
İlişkilendirilse ne olur?
Sudan’da Ömer Beşir diye eski bir devlet başkanı var. Bu adamın her yere gitmesi yasak. Güney Sudan’ı bölerken yirmi-otuz kişi öldürmekten hakkında tutuklama kararı var. Hiçbir ülke kendi devlet başkanının böyle itibarsızlaşmasını istemez. Senin ülkenin liderini ve istihbarat başkanını terörist diye damgalattırırsam, toplum da bundan hoşlanmazsa başarılı olursun. Bizim ülkemizde ise MİT tırları hadisesi etrafında bir algı operasyonu yapıldı. Halk buna ne diyecek diye beklediler. Halk buna antipatik bakmadı.
Tabii halkın Müslüman oluşunu ve Suriye’deki cihad hareketlerini kalben desteklediğini göz ardı ettiler herhalde …
Tabiî ki… Ülkemizde iki milyon Suriyeli var, nüfusun hemen hemen yüzde beşine tekabül ediyor. Halk bir nefret dolu olsa sokakta dilenen Suriyelileri taşlar. Bazen muhaberat Güney’deki sınırlarımızda bu yönde girişimlerde bulunuyor. Gaziantep’de, Hatay’da kaşıyorlar. Kaşıyorlar da, bu toplumda bir karşılığı yok bunun. Bizim toplumumuzda yazılı olmayan, sözlü söylenmeyen bir kural var. Benim devletim gitsin sağı solu karıştırsın, iş yapsın, Müslümanları korusun, bizim için bir problem yoktur. Halk bunun arkasında. Öyle MİT tırlarına bakıp da istihbarat şefini, Cumhurbaşkanını, Başbakanı sokağa atacak bir kitle yok.
Başa dönersek; bizim güneyimize bir Kürt Devleti kurmak istiyorlar. Biz Barzani yönetiminde muhafazakâr bir Kürt Devleti’nin kurulmasından rahatsız değiliz. Zaten Barzani bunu bir-iki sene önce söyledi. Barzani, Amerikalıların ve İsraillilerin kontrolünden çıkmış durumda. Bunlar da Salih Müslim ve ekibinin oluşturacağı bir yapı kurmak istiyorlar; fakat bu insanların da toplumda bir karşılığı yok. Orada küçük kantonlar var. O kantonları birleştirdikleri zaman devletler oluşacak. Bunlar yaklaşık iki yıl önce NY Times’da yayınlanmıştı. Libya’dan Irak’a kadar bölgede 14 tane küçük devlet kurmak istiyorlar. Sadece Irak-Suriye bölgesinde dört tane yeni devlet kurulacak. Kürdistan, Sünnîistan, Aleviistan, Şiiîstan... Şu anda yapılan hareketlerin tamamı, demografik yapıyı değiştirmek adına. Türkiye buna ne kadar müsaade eder? Açıkçası kısa vadede kötümserim, çünkü Türkiye’nin gücü buna yetmeyecektir. Orta ve uzun vadede hadiselerin lehimize döneceğine inanıyorum. Güncel siyasetle ilgilenenler hadiselere daha karamsar bakıyorlar; gerçekten kolay değil, 90 yıldır ayağımızda pranga var, bir anda etkili olmana müsaade ederler mi?
YETİŞEBİLDİĞİ HERYER TÜRKİYE’NİN HİNTERLANDIDIR
Peki, Ortadoğu, Balkanlar, Asya ve Afrika’daki halkların Türkiye’ye bakışı nasıl? Türkiye’nin doğal hinterlandı neresidir?
Bakınız biraz daha uzağa gidelim. Bu Kış Latin Amerika’daydım. Dil eğitimim için. Üzerimde Türk Milli Takım formasıyla gezerdim. Belki bir Türk’e denk gelirim diye. Camiilere ille de forma ile gitmeye çalışırdım! Zaten bir kereden fazla giyemedim formayı. Cuma günü camide cemaat etrafımı sardı. Tanımadıkları bir kişiye gösterdikleri alâka-muhabbete inanamadım. Sanki, onlarla daha önce karşılaşmıştık. Başlardık sohbete camii, okul, yurt, fakirlere yardım istemeye başladılar. ‘Kendi kendime ben devlet görevlisi değilim’ demeye başladım. Sonra kendilerine de dedim; ama nafile. Çünkü onların derdi, kendilerine şemsiye olacak olan Türkiye’yi yanında görmek istemelerinden kaynaklanıyordu.
Brezilya, Paraguay, Peru, Bolivya, Uruguay ve Kuzey Arjantin’de bile insanlar benim gibi bir fakirden yardım isteyecek duruma gelmişse, Ortadoğu, Balkanlar, Afrika’dan bahsetmiyorum bile. Öyle ki Brezilya’da bir camii yaptırmak için çok uğraştım. Cumhurbaşkanlığına, Başbakanlığa, Diyanete ilettim; ama nafile, bir sonuç çıkmadı. Mart ayında Başbakanımız Ahmet Davutoğlu’nun elinden yılın en iyi tez ödülünü aldım. Başbakan Davutoğlu’ndan, çevremdeki arkadaşlarım ‘akademik çalışmaların için destek iste’ demişti. Olmaz dedim. Ben, Başbakan’dan Brezilya’ya camii istedim. Çünkü, ümmetin talebi en önemlisiydi. Türkiye, başta İslâm dünyası olmak üzere bence insanlığın tek umudu. Bu analizi doğrulamak için yurtdışında herhangi bir ülkeye gitmeniz yeterli.
Size eski Türkiye söylemiyle ifade edersek “Batı” derdim. Bugün geldiğim nokta da hinterlant tanımı değişmiş durumda. Pergeli haritanın üzerine getirerek, merkez noktasını Türkiye’nin üzerine yerleştirdiğimizde, yetişebildiğimiz her yer diyebilirim. Bu söylem aşırı angaje bir yaklaşım diye değerlendirebilir. Lakin saha izlenimlerim bunun karşılığını veriyor. Türkiye, önce ‘Kanın oluk’ gibi aktığı coğrafyalarda bir şekilde barışı tesis etmeli.
MÜSLÜMANLAR KÜLTÜREL HEGEMONYADAN KURTULMAK ZORUNDA
Dünyanın bütün coğrafyalarında var olan adaletsizlik, sömürü ve zulmün İslâm coğrafyasında had safhaya ulaştığını görüyoruz. Bunun sebebi nedir? Bu durumdan Müslümanlar nasıl kurtulabilir?
Müslümanlar bu kafayla daha çok sömürü ve adaletsizliğin karşısında inler. Elbette bu biraz da sonuç. Yani İslâm dünyasının ayağa kalkması istenmediği gibi Müslümanlar karşı karşıya getiriliyor. Daha marazi olan ise Müslümanların birbirlerinin altını oymak için yarışması. Ben sorunuzu şu şekilde cevaplamak istiyorum. Müslümanlar, nasıl ayağa kalkar? Öncelikle Kültürel hegemonya kurulmak zorunda.
Nedir kültürel hegemonya ile kastettiğiniz?
En basit Ak Parti üzerinden gidelim. Kaç tane davasına hizmet eden film yaptı? Kaç tane davası için müzik eserleri oluşturdu? Kaç kitap, kaç dergi hatta hatta kaç tane öğrenci yetiştirdi? Bırakalım Türkiye’yi, İslâm’ı anlatan kaç tane Uluslararası film var. Çağrı...Neredeyse dedem, babam, ben, belki ilerde çocuklarım, torunlarıma ne kadar cevap verebilir. Çöl hayatıyla, modern hayatı anlamlandıramayız. Yok böyle bir şey. Ben Latin Amerika’da şunu gördüm. Sol Partiler, medya, gazete, sermaye gücü olmadan büyük yığınları konsolide edebiliyorlar. Nasıl mı? Davaya yapılan katkıyla. Eğitim, kültür,bilim ve sanatla... Adamlar ideolojik çağırım ve entelektüel yığın oluşturmuşlar. Müslümanlar hala davul-zurna çalıyor. Çağrı’yı izliyor. Benzer durum Araplar için de geçerli.
Bakınız şunu önemle vurgulamak istiyorum. En ekonomik ve en etkili saldırı ve savuma biçimi silah veya şiddet araçları değildir. 21. yüzyılda da bu tanım değişti. En önemlisi ekonomik olmalı yani az masraflı olmalı. Türkiye, İslam’ın ve ümmetin tek umudu. Bunun için geniş kitleler oluşturmak zorunda. Bu argümanları burada söylemek istemiyorum ama modern uygulamaları denemeliyiz.
Bu bağlamda ‘Gezi Parkı’ olaylarının tek hayırlı tarafı, mütedeyyin kesimin, sosyal medyayı kullanmaya başlaması oldu. Türkiye’dekileri özellikle kastediyorum son yıllarda mızmız Müslüman bir kitle oluştu.
Mızmız Müslüman?
Evet. Mızmız Müslüman. Hiçbir şey beğenmeyen. Kendi dışında herkesi yanlış gören. Bardağın dolu tarafı yerine boş tarafına değerlendiren, kerameti kendinden menkul tipler. Odak noktasında Kadınlar ve gençler var. Muhafazakar kadını hizaya getirmek için her türlü negatif eleştiriyi getirip, somut bir katkı yapmayan tipler. İyi olan bir şeyi bozmak için yarışırlar. Geleneksel değerleri din ile harmanlayıp, modern hayatı şahsi temennilerle yorumlayan bir yığın. Ne dine katkısı ne de insanlığa katkısı var. İyi bir şey yapmak isteyen insanların sadece moralini bozar.
Teşekkür ederiz.
Ben de teşekkür ediyorum.
Baran Dergisi 440. Sayı