Önce şunları kaydedelim:

Bir: Kendi karşıtına hiçbir şekilde hayat hakkı tanımayan lanetli zorba sistemin “imanı ve namusu aldığı maaş kadar” olan pek çok bürokratının emrindeki bürokrasi ve depoladığı “hafıza”yı yok edecek hiçbir faaliyet yapılmadıysa, bugün bana yarın sana tombalasıyla herkes ve her grup “devlet karşıtı… terörist” olarak nitelenmeye devam edecektir.

İki: İBDA, siyasi hedefleri de olan FİKRİ AKSİYON KUTBUdur; sayısını [bunun içindeki -biz de dahil- ‘kelle’nin keyfiyetini ve en önemlisi, hayatın hangi şubelerinde olduklarını] kimsenin tahmin edemeyeceği bir kitleye sahiptir, bu kitlenin kendi içinde “mizaç birlikteliği” ile teşekkül etmiş tek ve tekden fazla sayıdaki kişilerden müteşekkil gurupları vardır, buna CEPHE denir, her İbda bağlısının olduğu yerde cephe vardır, “ferdi hakikatin kendinden zuhuru” (tabii) ilkesinin zorunluluğudur bu; “İBDA-C”, budur. Tabiidir görüldüğü üzere. Ve bu tabiilik, “provokasyona geçit vermemek”te de mahirdir; hem fikri sapkınlıkları hem de gereksiz, lüzumsuz “çata pat” işlerini/ithamını tek hamlede ortaya koyar: “Yaşasın Gazi Mustafa Kemal/ İbda-c” denmesini engeller mesela!

Üç: Dediğini yapar İbda ve İbda bağlısı! Söz, namustur der; bu anlamda “vefa” hissi azizdir.

Dört: İbda, fikir ve aksiyon kutbudur; tabiatıyla da siyasi hedefleri vardır. Bu anlamda şemsiye rolü de oynar: Bir şemsiyenin altına herkes girer, şemsiyenin bunda dahli yoktur. Ak Parti veya MHP veyahut bir dönem Refah Partisi'ne verilen destek sebebiyle ne "İBDA, Ak Parti/MHP/RP'lidir" ne "Ak Parti/MHP/RP, İBDA/İBDA-C'lidir!" denebilir.

***

Kumda oyun oynayan çocuk değiliz, boş vakitlerinde “kahvede pişpirik” oynayanlardan, beş taş oynayanlardan hiç değiliz. “-Mış” gibi yapanlardan, bir hevesle hareket edenlerden, “dolmuşa binenlerden” hiç değiliz.

İBDAyız!

Etrafta bir oyun kurulmuşsa, ya biz kurmuşuzdur, tüm benliğimizle yöneliriz ya başkasının oyunudur, bozarız veya sessiz kalırız veyahut çok anlamsız ve barbarca ise “YUHALARIMIZ BAKİDİR!” Başka bir eğilimin olması mümkün değildir.

İBDA’nın Dil’i bellidir. Fikir dilidir; fikir dili olduğundan ötürü, belli kavramları vardır, onlarla konuşur. Siyasete eğilirken de, dini meseleri ele alırken de bu böyledir. Fikrin (Fikrinin) kavgasını verdiğinden İBDA, ödünç kavramlara müracaat etmez, istisna kabilinden (“mesela!” diyerek mesela!) kullandığında da onları asıl mal sahibi gibi kullanmaz: Dil-Anlayış’tır çünkü İBDA!

Rahmetli Üstad Necip Fazıl’da da böyledir, Şanlı Kumandanımız’da da böyledir! Fikrin asaletiyle asildirler! Fikri SİLAHLAŞTIRDIKLARINDAN dolayı da (son) ASİL ŞÖVALYELERDİR!

***

Salih Mirzabeyoğlu hakkında kesinleşmiş beraat kararı olmasına rağmen, birtakım unsurların O’nu “İBDA-C terör örgütü lideri” olarak gösteren satırlar ile olmayan “İBDA-C örgütü” hakkında soruşturma ve kovuşturma teşebbüsleri görülüyor. Mirzabeyoğlu’nun resmini sosyal medya hesabından yayınladı diye “İBDA-C örgütü propagandası”ndan iddianame dahi yazılıyor.

Her ne kadar kesinleşmiş beraat kararı ile neticelenmiş olsa da hala iddianamelerde “Mirzabeyoğlu… Terör örgütü lideri” yazılıyor olması, yazan öznelerin “kıdemsiz” ve “yeni atanmış savcı/hâkim” olmaları ile AÇIKLANAMAZ! Bu, siyasi bir nefretin, İT (İttihat Terakki/CHP) kökenli unsurların “zorba devlet hafızası”ndaki silinmemiş bazı kağıt parçalarına dayanmasından oluşan bir teşebbüs. Mahkeme kararına rağmen içişleri bakanlığı kayıtlarında hala “İBDA-C terör örgütü” ifadesinin olması, bunun kaldırılmaması, uçuk kaçık iddianamelerin ortaya çıkmasına sebep oluyor.

“Zorba devlet hafızası”na göre, “İBDA-C” terör örgütüdür ve lideri de 2018 yılında Telegram suikastıyla şehid edilen Salih Mirzabeyoğlu’dur! En son okuduğum (2021 Aralık sonlu) bir iddianamede aynen bu yazmaktadır! Dört senedir “ölmüş lider” tarafından idare edilen bir “terör örgütü” olduğunu sav’lıyor savcı olasıca herif ve bunu kabul eden heyet!?! Dayandığı da işte İçişleri Bakanlığı kayıtları aslında!

Yoksa bilmez mi, mevzuata göre, LİDERSİZ TERÖR ÖRGÜTÜ OLMAYACAĞINI o unsurlar?! Biliyorlar! Bilmelerine rağmen yazıyorlar! Üstelik “tek kişilik” iddianamelerden “örgüt üyeliği” isteme cüretini gösteriyorlar! Şayet İBDA FİKRİ ile muhatap olan herkesin “kendinden zuhur”unu gösterir “cephe” haline gelmesi demek olan "İBDA Cephesi / Cepheleri" kavramını, yani sizin SALAKÇA anladığınız şekliyle "İBDA-C"yi "terör örgütü" olarak hala kabul etmeye devam edecekseniz, ona ilk önce bir "lider" bulun! [Geri zekalılar anlamakta zorluk çekiyorsa, bu “Cephe” kelimesini “sözlük”teki “Bakış Açısı” olarak kabul etsin, herkesin her şeyi aynı şekilde anlamasının muhal olacağını utanmaları varsa kabul edecekler, Cephe’nin “fikri anlamada şahsi anlayış” olduğunu da göreceklerdir.]

Aslında Mirzabeyoğlu ŞEHADETİYLE sizin bu SALAK teorinizi (!) de yıkıp geçti. Çünkü, bugün birisi çıkıp "İBDA'NIN LİDERİ/BAŞKANI/ŞEFİ/GENEL MÜDÜRÜ BENİM!" dese, buna hiçbir İbda bağlısının "eyvallah!" demeyeceği apaçıktır! Yoktur böyle bir şey çünkü; olamaz! Salih Mirzabeyoğlu'na olan BAĞLILIK, FİKRİN KURUCUSU olması hasebiyledir; İBDA, MİRZABEYOĞLU'DUR, MİRZABEYOĞLU, İBDA'DIR! İbda, fikir'dir çünkü! Çocuk olan bile anlar ki, bu anlamda, "zorba devlet hafızası" ve onunla hareket eden unsurlar, "terör örgütü"nü değil, açıkça FİKRİ YARGILAMAKTADIRLAR!

Şehadetinin üzerinden dört sene geçecek, size göre "terör örgütü" olan yapı ise "lidersiz" olacak!!! Mümkün mü? Salakça iddianameleri yazanlara göre, mümkün! Her dönem değişen, "rüzgâra göre şekillenen", tabiatıyla da olmayan hukuk’un olmayan "doktrinleri" eliyle şekillenen mevzuat denilen hurda çöplüğünde, "bi'fikrim geldi!" diyerek uydurulan içi boş hukukî lakırtılarında bu dediğimize bir cevap bulabilirler belki, "silahlı örgüt... silahsız(!) örgüt... terörizmin unsurlarının kullanılması" vs. biri çıkıp söylesin ama önce, dört senedir bu "örgüt"ün niye lideri yok, niye seçip de ilan etmediler? Resmi kayıtlara göre neredeyse yirmi/20 senedir hiçbir "şiddet eylemi" olmayan "terör örgütü" üstelik bu! Mirzabeyoğlu şehadetiyle "örgüt lideri değil fikrin ta kendisi" olduğunu gösterdiği gibi, artık İçişleri Bakanı olan Süleyman Soylu'nun hem teorik hem pratik bu "durum" karşısında "zorba devlet hafızası"ndan devralınan evrak parçalarını çöpe atması gerekmektedir.

Mirzabeyoğlu, 2001'deki savunmasında "net" olarak bunu göstermiş, söylemişti: "BEN BIÇAK YAPARIM, İSTEYEN EKMEK KESER, İSTEYEN ADAM!" "Bıçak", FİKİR'dir; bunu kullananın nasıl kullandığının "FİKİRCİ/BIÇAKÇI" ile ne alakası var? Şayet "adam kesen" birini bulursanız, yapacağınız tek şey, sadece ve sadece onu yargılamaktır. Uyduruk şekilde, "ille de örgüt" salaklığına başvurursanız, "hukukunuzu .... n'ideyim!" deriz!

Okusun özneler, çok açık ve net yazıyoruz: İBDA bağlısı herhangi bir kişi veya kişiler, “berrak, tertemiz, kanunlara son derece bağlı vatandaşlardır” DEMİYORUZ! Fikri anlayış seviyesi nedir bundan azade, trafikte kırmızı ışıkta da geçebilir, evinin üstüne küçük bir kaçak kat da yapabilir, “tehlikeli hayvan” sınıfından sayılan pitbull da besleyebilir. Kendisine sataşan tiplerle mecbur kalırsa veya sadece kafayı dağıtmak için kavga da edebilir, yolun kenarında elinde poşetler yarım saattir arabalardan fırsat bulup karşıya geçememiş teyze veya amcaya veyahut “güzel ve nazik bir hanıma” yardım ederek arabaları zorla durdurup diğer kaldırıma geçmesine yardım da edebilir. Çocuğunun okulundaki küstah idari görevli memura, eğitimi değil idareyi önceleyen lafları yüzünden sabrı taştığı için kafa da atabilir, vaatleri ve lafları ileriye dönük faydalı olabilir diye bir siyasi lideri de destekleyebilir, afişlerini asarken kendilerine saldıran birilerini güneş görmemiş küfürlerle ikaz edip hala ısrar ederlerse sopa da atabilir, sopa da yiyebilir. Bir parti başkanının konuşma metinlerini hazırlayabilir, en önemli askeri muharip sınıflar içerisinde “vatan savunması” için öldürür veya ölebilir. Bu misalleri dilediğiniz kadar arttırabilirsiniz. Kırmızı ışık cezası yüzünden “ibda-c bağlısı falancaya şu kadar para cezası” demiyorsanız, “şahsi” olarak ve “fikirden azade” olarak görüyorsanız, “Bıçak” ve “Kullananı” da öyle göreceksiniz. Bulursanız idari veya adli bir kabahat veya suç, ispatlamışsanız kuşkuya yer bırakmayacak şekilde, şahısa kesin cezayı! Ama İBDA’yı, hele FİKRİN TABİİ TEŞKİLATLANMASI olan “Cephe”yi asla aklınızdan geçirmeyin!

Ergenekon ve Balyoz Terör Örgütleri sebebiyle açılan dosyalar vardı, hala varlar, akademisyenler, rektörler, TSK'nın generalleri, gazeteciler yargılandı, hepsi "sapına kadar Atatürkçü" olduklarını söylediler. Darbeler oldu bu ülkede. Tüm darbelerin, hatta ne olduğu "belirsiz belirli" 15 Temmuz da dahil, hepsinin "temel dayanağı" neydi, "Atatürkçü anlayıştan sapma" değil miydi? Peki bu "terörist ve darbeciler" yargılanırken "örgüt lideri Atatürk" dendi mi? Atatürkçülük veya Kemalizm yargılandı mı? Kimlerin "emri" ile 143. Filo'ya gittiği belli olan, "sapına kadar Atatürkçü milliyetçi" Akın Öztürk "darbenin 1 numarası Fetöcü" olarak zavallı bir şekilde yargılanıyor da, her savunmasında bahsettiği Atatürkçülük, Kemalizm niye yargılanmıyor?

Yargılansın demiyorum, sadece tenakuzu gösteriyorum. Darbeyi yapanlar da, darbecileri yargılayanlar da "Atatürkçülük" ile hareket edip, "en kahraman Atatürkçü!" olarak birbirlerini itham ederken, hukuk ve adaleti bir kenara bırakın, insanlık haysiyetine hürmetten gülüyoruz bu sebeple! Burada öyle davranıp, hem teorik hem pratik olarak "LİDERİ OLMAYAN" (ve olmayacak!) BİR FİKRİ HAREKET OLDUĞU APAÇIK GÖRÜNEN İBDA'yı "terör örgütü" olarak yazmaya devam etmekteki REZİL İKİYÜZLÜLÜĞÜ GÖSTERİYORUZ!

"BIÇAKÇI", bıçakları yapmış ve şehit olmuş; o "bıçak" ile ben bunları yazıyorum ŞİMDİ, mesela başkası da ADAM KESTİ veya HALAT KESTİ şimdilik, ikimizi de aynı şekilde yargılamaktan UTANMIYOR MUSUNUZ? Hiç mi HUKUK VE ADALET SAYGINIZ YOK? Burada bir problem daha ortaya çıkıyor üstelik ki yukarıda söyledik "şemsiye" misali vererek, "şemsiyenin altına girenle şemsiyenin ne ilgisi var?" Bıçakla adam veya halat kesenin bıçak ve bıçak imalatçısı ile alakası ne? Satın almış, kahvaltı bıçağı ile kurban kesmeye çalışıyor, hem kurbana hem bıçağa yazık, bu bir kenara, "hayvan hakları kanunu" gereği ona kesilecek cezaya bıçağı imal eden de mi dahil olacak?

İBDA VE "İBDA-C", hukuk sisteminizin turnusol kağıdıdır! Ve olmadığının da açık tezahürüdür.

***

Ak Parti'nin içine 17/25 süreci ve ama özellikle 15 Temmuz sonrasında, hem "kafa" hem de "sicil" bakımından parti veya partiyi zihinlerinde başka türlü tasavvur eden millet ile apayrı "dünyalarda" yaşayan unsurlar doluştu. En çok eski DYP-Demokrat Parti kökenli olan bu tipler, parti ve bürokrasi içerisine dağıldılar. Elbette "yamyam Gülenistler" gibi her tarafa kendi adamlarını koymasalar bile karar alıcı veya uygulayıcı tesirli makamlardan bazılarını elde ettiler. Bununla beraber arkalarına aldıkları "destek" zaten yeterliydi. Aldıkları "destek", verdikleri veya vereceklerini söyledikleri "destek"ten tabii.

Açıklamasını kim nasıl yapar hiçbir şekilde ilgilenmeden ("mahkemede anlatırsın!" derler ya, öyle.) söylemek gerekir, ortaya çıkan ve tutturulan tablo aşikâr. Sedat Peker'den tutun, Alaattin Çakıcı'ya, onların da üstü Mehmet Ağar'a, sabık MİT müsteşar adayı, Koçların avukatı M. Levent Göktaş'tan, Ali Türkşen'e ve elbette Doğu Perinçek'e kadar ne kadar "kriminal" veya "darbe iltisaklısı" varsa hepsinin adı Ak Parti ile birlikte anılmaktadır artık.

Susurluk skandalı bir, 28 Şubat iki; "zorba devlet"in kendi iç çelişkileri ve savaşlarını da yansıtan, acımasızca gösteren ve millete darbe teşebbüsü olarak ele alınması gereken bu iki hadisenin neredeyse tüm aktörleri, şu anda iktidarda! Hükümet Ak Parti'de olmakla beraber, iktidar olanlar işte onlar. Ama o kadar VAHŞİ, HOYRAT VE "BİZE KİMSE DOKUNAMAZ" KİBRİYLE HAREKET ediyorlar ki, geçmişten de ders almadıkları ortada!

Bunlar ve öncüllerinin 12 Eylül öncesi günlerde gerçekleştirdikleri “organizasyonlar” kuruluşlarından kısa bir süre sonra ortaya çıkmış, sonra toparlamak için "TELEFAT" vermişlerdi. Misal bunun için "Babalar Operasyonu!" 12 Eylül sonrası yapılan yeni organizasyonlar da, Perinçek tarafından (2000'e Doğru dergisi, 14 Şubat) 1988'de ifşa edildi. "1. MİT Raporu"ndan bahsediyoruz. Ardından birtakım geri çekilmeler, istifalar, "telefat" sebebi olacak "2. MİT Raporu" ortaya çıktı; kokusu Eylül 1996 çıkmış olmakla birlikte, Susurluk'daki meşhur kaza sonrası 17 Aralık 1996 tarihini ve "Sönmez Köksal" imzasını taşıyan rapor. Bu rapor da Perinçek eliyle ortalığa saçıldı; ilk raporu kabul eden Mehmet Eymür bu raporu "o haliyle" kabul etmedi. Kendi hazırladıkları raporun (Şenkal Atasagun ekibinden olan) Mikdat Alpay tarafından tahrif edilerek "arz edildiğini" söyledi.

Kırılma noktası buradan bakıldığında, Susurluk kazasıdır; tonton Özal vesilesiyle devlet içine girmeye "resmen" başlayan "cemaat ve irtibatlıları" ile iyice deşilen, deşildikçe ifrazatı ortaya çıkan ve o nisbette de "telefatı" olan Susurluk kazası... Fakat işin aslı, 1971 Muhtırası, TÜSİAD'ın kurulması, "refomasyonun" başlatılması ve bu safhada da "çevrenin düzenlenmesi" faaliyetleridir; "Babalar Operasyonu" ile de "kim kimdir" yapılmıştır.

Bunların ardından da Ergenekon davaları! Bu davadan önce ve sonra başlayan ismi çok az geçen İstanbul ve İzmir Askeri Casusluk Soruşturması (aslında fuhuş organizasyonudur, birkaç gün önce yapılan "Sauna" operasyonu türü bir yapılanma) başlığı altındaki davalar, tutuklamalar, tasfiyeler. Ardından Balyoz... Ardından önce PDY, sonra FETÖ adını alan davalar... Ardından 15 Temmuz... Ve bu arada, ellerindeki "birtakım bilgi ve irtibatlar" sebebiyle tekrar devlet ve bürokrasiye BAKAN düzeyinde girişler. Tüm siyasi davalar esnasında kenarda sessizce oturup gülücük dağıtan, kendilerini almasınlar diye dua veya ritüel uygulayan bu aşağılık sürüsü, bilhassa 17/25 ertesi ama en sert 15 Temmuz sonrası tekrar "eski işlerine" döndüler. Hiç kuşkusuz bunda hem Ak Parti'nin hem MHP'nin "iç çelişkileri" de etkili oldu. İşte neticede istediğiniz kadar "ama o işin aslı şöyle..." diye anlatmaya çalışın, "uluslararası kriminal raporlara" geçen kayıtlar, bu dangalakların "eski model kafa ve tatbikatları" sayesinde oluşturuldu. En uçta yer alan Nuri G. Bozkır denilen unsurun Ukrayna'da, aynı ekipten Serdar Kurtuluş'un Arjantin'den yaptığı açıklamalar da, "tüy dikti!"

Tam bu noktada, bu "tüy dikmeler"in, kişilerin beceriksizlik veya ihtirasından kaynaklanmadığını, bilhassa yerleşik ÇALIŞMA/FAALİYET İLKELERİ sebebiyle olduğuna dair misalleri vermek lazım. Fail-i meçhuller davasında 2014 Kasım ayının başında ifade veren meşhur MİTçi Yavuz Ataç, organizasyonundan sorumlu olduğu Alaattin Çakıcı hakkında konuşurken, niye suça bulaşmış, adları çıkmış insanlara görev verildiğini şöyle açıklıyor:

"- Ben insanlarla ilgili değil devlete bağlıyım gibi düşünen bir insan (Alaattin Çakıcı için diyor). İnsanlar gelir gider. Neticede onlar bu görevi devlet için kabul etmiş insanlar. Evet sabıkalıdır, suçludur muçludur o ayrı. Zaten bizim ihtiyacımız olan o işleri de o tür insanlar yapabilir. Sokaktaki Mehmet Efendi bu işi yapamaz."

Bir başka meşhur MİTçi Mehmet Eymür de, Yeşil gibi katillerin yaptıkları işleri ve bağlantılarını anlattıktan sonra, "çok mudur böyleleri?" sorusuna şu cevabı veriyor:

"- Tabii şimdi bize düzgün adam lazım değil ki. Düzgün adam neyin haberini getirecek. Bir faaliyetin içerisinde olan adam zaten kirli adamdır."

Devletin "güvenlik ve istihbarat bürokrasisi"nin kafa yapısı, eksiği yok fazlası var, böyledir! Öyle görmüşler, öyle de gidecekler! Birtakım "kirli tipleri" kullanırlar, işleri bittiğinde de "tasfiye" ederler, ardından da "efsane" üretip tüm suçları üzerine atarlar; Eymür de mesela eski HADEP'in genel başkanı Murat Bozlak'a MİT'in suikast planı olduğunu açıklayıp, "bana bağlı çalışan Kaşif Kozinoğlu yapmış bunu, duyduk, engelledik" diyor, Kozinoğlu ölü olduğundan "uygun"dur bu açıklama tabii. Kullanılan unsurlar ya "tasfiye" veya ellerinde çok başka bilgiler ve belgeler varsa tasfiye edilemeyip ömür boyu "yük" olarak taşınırlar. Mesela, Alaattin Çakıcı... Veya Mehmet Ağar... Ama bunlar ve onların tepesinde yeralanlar "dokunulmaz" olarak durmaya devam ederler. Ama 15 Temmuz ile birtakım sınırların aşıldığı aşikâr: Ülkenin silahlı kuvvetleri hallaç pamuğu gibi atıldı, general ve albaylarının çok az kısmı hariç hepsi atıldı, emniyet ve MİT'te de "tasfiyeler" yaşandı.

Ama artık "yolun sonu gözüküyor" herhalde...

"Bu devran böyle gelmiş böyle gider" diyenler o devranı yürütenlerdir; öncesi de mevcut ama 40 senelik "güvenlik ve istihbarat bürokrasisi”nin tepesinde oturan ve onların "akıl hocaları" olanlardan hiçbir hesap sorulmadı şimdiye kadar. 657'ye tabi memur olarak güya çalışıyorlar; ama tüm pisliklerin hesabı siyasi sorumluluk sahiplerinin üstlerine kalıyor! Ta Susurluk'dan bugüne kadar gerçekleşen ve GERÇEKLEŞTİRİLECEK PİS İŞLERİN HEPSİ, AKTÖRLERİ HALA FAAL VE BAŞKA REZİLLİKLERE DEVAM ETTİKLERİNDEN, RECEP TAYYİP ERDOĞAN'IN HESABINA YAZILIYOR. G. Nuri Bozkır'ın "terör örgütlerine silah satışı" da onun hesabına!

Buna artık son vermenin ve 1960, 1970 model "güvenlik ve istihbarat sistemi"nden bir an önce ve tüm ekipleriyle kurtulmanın vakti geldi de geçiyor. YENİ TÜRKİYE/YENİ SİSTEM içinde defolu olmayı bırakın iliğine kadar kirli ve HAİN UNSURLARA YER OLMADIĞI ANLADIKLARI TARZ VE İBRETLİK ŞEKİLDE GÖSTERİLECEKTİR diye düşünüyoruz.

***

1990'lı yıllar başlarken ülkede birçok "siyasi temizlik faaliyeti" gerçekleştirildi.

Muammer Aksoy'dan, Üçok'a, Mumcu'ya, omuzları yıldızlı general ve general eskilerine kadar bir "temizlik faaliyeti"... Kimini Dev-Sol diye, kimini "İran yanlısı örgüt", kimini de PKK adlarına basında üstlendiler. Bu örgütlerin merkezi olarak üstlendikleri eylemler bir yana, çoğu uydurmaydı eylem üstlenmelerinin.

2000'li yıllar başlarken de Necip Hable-MİT-oğlu ve A. Taner Kışlalı "temizliği" yapıldı. Ardından da Ergenekon soruşturmaları geldi. Bu iki siyasi cinayetin de önce "İBDA-C adına" üstlenildiğine dair haberler yayıldı. Tutmadı tabii. Sonra enva-i çeşit örgütün üstüne "yıkılmaya" çalışıldı. Tutmadı. G. Nuri Bozkır'ın 2017'de (Ukrayna'ya firarı öncesi) verdiği "mektup"da söylendiği üzere iş yine geldi "ÖKK FAALİYETİ"ne dayandı!

Şunu demek istiyoruz: Bugün gelinen aşamada birtakım tasfiyelerin olmaması muhal. Ya dediğimiz gibi bir nihai çözüm tasfiyesi, ya günü kurtarma faaliyeti nevinden ama muhakkak bir şeyler olacaktır. Ülke içinde yapılan dolaplar ve kirli faaliyetler bir şekilde "tolere" edilip kapatılıyor olsa da, artık iş o sınırları aştı çünkü. İki tarafta karşılıklı bir "çatışmanın" içerisine girebilir bu anlamda. "Devlet adına" üstlenilemeyeceğine göre bu "temizlik faaliyetleri", mevcut "terör örgütleri" birinin üzerine "yıkılacaktır.

Acaba diyoruz, ahmak savcı ve heyetler eliyle, sosyal medyada fotoğraf yayınladı veya "tarla meselesi"nden "lideri olmayan" ve senelerdir hiçbir eylem de yapmayan "İBDA- C TERÖR ÖRGÜTÜ" içerikli iddianameler hazırlanması, ısıtılıp durulması, bunun için mi?

Devletin "güvenlik ve istihbarat bürokrasisi" içinde etkin olan veya "irtibat ve iltisaklı" bulunan veyahut sözde işadamı kılıklı ama bambaşka işler yapan "iş insanları"na yönelik birtakım faaliyetler gerçekleştirilse, ardından maktul veya yaralı hakkında "fetöcü" veya "kemalist cuntacı" veyahut "28 Şubatçı" olduğuna dair bilgiler "servis" edilse, mesela Suriye'de "devletin a'li menfaatleri aleyhine" faaliyetleri olduğu iddia edilse, Esed ve Muhaberat ile işbirliği yaptığına dair "raporlar" olduğu da "servis" edilse, maktul/yaralı hakkında kim iyi düşünür? Veya üstlenen "terör örgütü" hakkında n'idüğü belirsiz bir üstlenme dışında bir şey bulunmadığına kim bakar? Kimse! Ama bu arada "temizlik faaliyeti" gerçekleştirilmiş ve şüphe de devlet içi unsurlardan DEVLETE GÖZ DİKMİŞ MİHRAK'a çevrilmiş, onların üstlerine de bir operasyon yapılmış olur!

Açıkça yazmak gerekirse, bahsi geçen "vatan ve millet haini menfaatperestler" topluluğunun şu veya bu şekilde, isterse normal hastalık olsun ÖLÜP GITMESİNDENSE, ÖNCE BİR "GİZLİ KOMİSYONA" ARDINDAN DA MAHKEMEYE YANİ "TÜRK MİLLETİ"NE HESAP VERMESİNİ tercih ederiz.

Fakat görünen o ki, bazı "devlet mahfillerinde" bardak artık iyice doldu ve bu iş "mahkeme olmadan" halledilmesi gereken bir seviyeye geldi diye düşünenlerin olduğu da şüphesizdir. "Gizli komisyon" veya "mahkemeye" ifade vermeleri demek LAĞIM BORUSUNUN PATLAMASI demek olacaktır, üzerine pislik sıçramayan da kalmaz herhalde bu durumda.

Bu ise, nihai hesaplaşmanın ötelenmesi olacaktır; devletin gerçek vatanseverlere devrinin ertelenmesi olacaktır. İki MİT eskisinin "kirli işleri yaptırmak için besledik" özlü kafasının yaşaması demek olacaktır.

İsimleri burada geçen veya geçmeyen, basına konu olan tiplerden bağımsız olarak söylemek gerekirse, ÖLMEK ONLAR VE ARKASINDAKİ YAPILAR İÇİN KURTULUŞ olacaktır. Buna müsaade edilmemesi gerekmektedir. Hesap vermeliler. Siyasi irade bunun arkasında durursa, kimsenin kılına dokunulmaz, “zorba devlet kanalizasyonu” içindeki “minerallerine” kadar tek tek tetkik edilip, sınıflandırılır ve Anadolu kıtası görülmemiş şekilde ayağa kalkar.

Kısaca, “İBDA-C terör örgütü” sav’lı evrak parçalarını çöpe atın! Kim-lerden olduğunuzu öğrendik: “Eski sistem”in zorba unsuru olarak kaydedildiniz!

Görüş: İbrahim Haceviç