Bu konuşma İbda Mimarı Salih Mirzabeyoğlu'nun vefatının birinci sene-i devriyesi vesilesiyle (18 Mayıs 2019) Türkiye Yazarlar Birliği İstanbul Şubesi'nde gerçekleşen anma programında yapılmıştır. 

Kıymetli Misafirler! Hepinizi Allah’ın Selâmıyla Selamlarım. Ramazan’ın Bereketiyle Sözlerime Başlarım...
 
Bu konuşmamda BD-İBDA’nın iman ve sanat, fikir ve aksiyon, dil ve usûl-metod olma yönlerine temas edeceğim; Salih Mirzabeyoğlu vurgusu ağırlıkta olarak. Bütün bu yönlerin birbirleriyle bağlantılı olduğunu da ifade edeyim. 

İman ve Sanat
Önce iman mevzuu... İnsan inanmaya memur... Hiç bir şeye inanmayan insan kupkuru kalmaya mahkûm olur. Kalbinde Sibirya soğukları eser veya kurak çöllere döner. Onun için Esseyyid Abdülhakîm Arvasî Hazretleri, “inan da, istersen bir odun parçasına inan!” demiştir

İman, akla üstün... Aşk atom bombası iken, akıl ise iğne... “Atom bombasıyla çukur açmak dururken, iğneyle kuyu kazılır mı?” diye soruyor Üstad Necip Fazıl. İmanı, aşk, vecd, iz’an, feraset ve basiret ile bir arada değerlendiren Salih Mirzabeyoğlu ise, “imân, zevken idrak demektir; demek ki ‘sezgi’, keşif melekesidir ve keşfin sıhhati de İslâmî ölçülerde...” diye ifade eder. Anlaşılan o ki, aşk ve ihlas ile işlerimizi-aksiyonumuzu icra etmek ve yaptıklarımızı da her zaman İslâmî ölçülerle test etmemiz gerekiyor. İman, her şeyden önce Allah’a bağlılık ve O’na güven ile dünyaya tepeden bakıştır.

İman metodolojimiz ise, Hz. Ebubekir’in, “O dediyse doğrudur.” tavrındaki Allah Resûlü’ne bağlılığında misalini bulur. İBDA Mimarı Salih Mirzabeyoğlu’nun canı, kanı ve kalemi ile kendini bir davaya bütün zerresiyle verdiğine herkes şahidlik eder. İnkârcılardan ve çifte standartçılardan olmamak için bunu ifade edelim. Şahidlik ve dürüstlüğümüz gereği. Zira hak yemek ve hakkı teslim etmemek Müslüman’a yakışmaz.

Âşıklık davasında bulunmak kolaydır ama bunu delil ve burhanla göstermek gerekir. Mirzabeyoğlu’nun davasına derinden bağlılığının ve aşkının delili ise ortaya koyduğu 60 küsur cilt eser ve ödediği bedeldir.

Mirzabeyoğlu’nun şahsiyeti fikriyatının önünde idi, diyebiliriz. Tam bir ihlastan kaynaklanan pazarlıksız Allah ve Resûlü davasının divanesi idi. O’nda yaşamak fikir, fikir ise yaşamak idi. Fikir derinliği yanında üslubunda da bu samimi ve içtenlik görülebilir. Dostu ve yakını Mevlüt Koç gönüldaşın Mirzabeyoğlu hakkında, “o, tam bir imân şövalyesi idi” tesbitini hatırlatmak isterim.

İman ve aşk demişken bir hususu da ifade etmek isterim. 15 Temmuz’un izahı şudur: Allah o gece aklımızı başımızdan aldı ve bizi imanımızla başbaşa bıraktı. Hepimiz abdestimizi alıp şehidliğe koştuk ve 15 Temmuz destanı yazıldı.

İman, diyalektiklerin üstüne çıkma, kaba mantık oyunlarının çelmesine takılmama davasıdır. İBDA fikriyatı, İslâm’a muhatap anlayışı tecelli ettirirken, çağımızdaki bütün zıddı fikirleri de süzgeçten geçirir. Batı tefekkürünü İslâm tasavvufu ve hikemiyatı önünde sıygaya çekerken, aynı zamanda İslâm diyalektiğinin güzel örneği olur. İBDA’nın kelime mânâsında görüldüğü üzere, benzersiz oluş ve yepyeni bir tez olarak zuhur eder.

İBDA Fikriyatının sanat ve estetik boyutunu da iman mevzuu içinde işlemek istiyorum. İman, olmuş bitmiş bir şey değil, her an oluş ve yenileniştir. Sanat çabası da hep yeni ve özneldir. İbadetteki ruh da hep yeni ve özneldir, öyle olmalıdır. “İbadet bir sanattır.” denmiş. Zevk sahibi olmak için de bazı ölçüler ve bu ölçülerin taşıyıcısı tavır ve davranışlar gerekiyor. Ölçülerin giydirileceği estetik bir ambalaj icap ediyor. Üstad’ın, “15. İslâm asrının yenileyicisi ‘İslâm’da estetik’ plânı başa alsın.” tavsiyesine uyan İBDA Mimarı, fikrini diyalektik ve estetik bir formda verirken şahsıyla, nezaketiyle de buna misal olmuştur. Onu yakından tanıyanlar bilir. İslâm düşmanlarına karşı cihad meydanlarındaki tavrı ise görülmeye değerdi. Öyle ki, imha ettiği düşmanlarının bile hayranlığını celbetmiş, tam bir aksiyon sanatkârı idi.
 
Bir an bile eskimeye tahammülü olmayan bir şey varsa o da imândır, her dem tazelenmesi, yenilenmesi gerekir. Burada da zikrin önemi ortaya çıkar, Mutlak olanı an’da yakalayabilmenin en saf hâlidir dildeki zikir. “Dervişin fikri neyse zikri odur” deyişini de hatırlatarak fikriyatımız aynı zamanda zikriyatımız olduğunu ifade edelim. İslâmî tefekkür ocağı olarak, “yaşamayı fikir, fikri yaşamak bilmek” gerekiyor.

Batı’da Kierkegard’ın müstakil bir eserde incelediği Hz. İbrahim’in Hz. İsmail’i kurban etme hadisesinde paradoks gibi duran espri şudur: Çocuğunu her an kurban etmeye hazır, ama Allah’a da tam bir güven içinde, O’nun muradına teslim olmuş vaziyetteki hâldir.

İman, zevke dairdir. Aksi halde ruhsuz biçimcilikten öteye gidilemez. Keşfi olmayanın bilgisi yoktur. Tüm akıl ve bilgi Allah sevgisinin içindedir. Bu sevgiye ulaşırsak bilmediklerimizi de Allah bize öğretir. Bütün bunlar zevke dairdir. Zevk yoksa bunları nasıl anlatacaksın, nasıl öğreteceksin. Zevk sahibi olmaya, güzeli sevmeye bakalım, estetik yönümüzü besleyelim.

Estetik... “İman, zevken idraktir.” diye belirttik. Zevkle hazzı ayırmak lâzım. “Ulvî zevk süflî haz” diye farkı vurgulayabiliriz. Dolayısıyla zevken idrakimizin tamlığı-tamamlığı nisbetinde gerçekliği estetik veçhesiyle özümseyebilir, eşya ve hadiselerin teshirinde özne-nesne bütünlüğünü temin edebiliriz. Hakk’ın kendisine mahsus tecellilerin mazharı olan eşyada gerçekliğin sadece bir yönüyle değil, tümüyle temasa geçeriz. Estetik, tüm disiplinlerin en makbul taraflarını mezceden bir bakış açısıdır. Bu rafine bakışı bize veren BD-İBDA dil ve diyalektiğidir. Bugün bunları dillendirebiliyorsam bu dil ve diyalektiğin bende oluşturduğu hal sayesindedir. Zaten din, özü itibariyle güzellik sevgisidir ve bir şeyi güzel kılmanın tek yolu onu sevmektir.

Bir muhasebe olarak şunları da ifade edeyim. Modern hayat her yönden bizi kuşatmış, âdeta kıstırılmışız, huzursuz ve tatminsiziz, imanımızın zevkini ve gerçek hürriyetimizi yaşayamıyoruz. Gemileri yakıp iman kanatlarıyla hürriyet alanlarımıza kanat açamıyoruz. İBDA’nın “yeni nizam, yeni insan” davasını slogandan kurtarıp, kalbimize ve tüm ilişkilerimize indirmemiz gerekiyor. Fikirle kuvvetlenmiş, tahkike ermiş bu iman hali bizde estetik bir form kazanmalı. Bu aynı zamanda içsel bir huzurdur. Ondan sonra davanın taşıyıcısı, otomobil-zatıyla hareketli oluruz.

Fikir ve Aksiyon
Antiemperyalizmin bayrağını burcunda şerefle dalgalandıran İBDA, aksiyon boyutunu, tâ 1975’lerde GÖLGE dergisinde “insanımızın ve inancımızın kavgası” başlığıyla duyurmuştu. “Çağlar Üstü Mutlak Fikir’e Doğru” ilkesiyle, “korkaklığı ihtiyattan”, “sinir bozukluğunu hassasiyetten”, “miskinliği sakinlikten” ayırarak düzenin çarkı olamayacağını ilân etmiştir. Kızıl ve kara emperyalizme (Rusya ve ABD) gençliğin peşkeş çekilmesine karşı tüm emperyal sisteme kafa tutup “akıncı” ismiyle yepyeni bir mukaddesatçı gençlik yoğurmuştur. GÖLGE’nin ilk sayısındaki yazılar, “kapitalizmin bölgeci revizyonu” ve “devrim üzerine” idi. İslâm’ın enternasyonal mesajını ve bunun kavga haberlerini GÖLGE dergisinin hemen hemen her sayfasında görmek mümkündür. Üzerine çarpı işareti koyarak üç düşman ilan ediyor idi: Kapitalizm, Marksizm, Siyonizm.

İBDA’nın, İslâm’ın hâkimiyeti ve küfrün zevalini hedeflediğini ve bunun manivelası olarak ideoloji ve hareket sistemini kendine has ortaya koyduğunu ifade edelim. Salih Mirzabeyoğlu’nun ilk eseri olan Bütün Fikrin Gerekliliği’nde “İktidar-Siyaset-Hareket” alt başlığı ile bu meselelerin çözüldüğünü ve Müslümanlara çağa damgasını vurmanın usûl ve metodunun gösterildiğini kaydedelim.

İçinde bulunduğumuz yüzyılı, “İslâm’ın fetih ve oluş-oluş ve fetih dönemi olarak” ilan eden İBDA mihrakı, Büyük Doğu’nun ideali olan Başyücelik Devlet modelinin takipçisi ve tatbik fikridir. İBDA, fikirde, ilimde, sanat ve aksiyonda Büyük Doğu’nun fetih ve oluş buududur. Büyük Doğu ise İslamiyet’in emir subaylığıdır. Batı ve ABD emperyalizmine karşı başta Türkiye olmak üzere İslâm âleminin kurtuluşuna ve alternatif dünya düzeni teklifiyle zuhuruna şiddetle muhtacız. Zaman hükmü budur ve zamanı gelmiş bir fikri engelleyecek hiç bir güç yoktur. BD-İBDA’nın misyonunu da buralarda görmek gerekir.

Üstad’ın, “ne sevgili ne kardeş, yalnız iman ve fikir” mısraı, bize sevilecek ve iman ile peşine düşülecek fikir ve inanç sistemine işaret ediyor. Kardeşliğin ve birbirini sevmenin hakikatine de. Sevmek, edebiyatla olacak iş değil, sızlanma ve şikâyetle ise hiç olacak değil. Doğru Yol üzerinde yürüyecek ve bir cemiyet fikrini inşa edecek olanların her türlü sıkıntıya iman kuvveti ile göğüs germeleri ve pazarlıksız birbirini sevmeleri icap eder. Hadiste işaretlenen, “birbirinizi sevmeden gerçek iman etmiş olamazsınız” ihtarından korunmanın yolu İslâm’a muhatap anlayışı kuşanmak ve kendinden zuhur hâlinde nefsimizde tecelli ettirmektir. Öyle ki sağa sola bakmadan “ben varım!” demektir bu. O zaman birbirimizle ilişkiler sen-ben kavgası olmaktan çıkar, bir dava etrafında ruhî kenetlenme ve kardeşlik doğar.

Batı formlarıyla İslâm’ın evrensel mesajlarını tekrarlamak değil, kendi zihnî formlarımızla İslâm’ın mesajlarını sunmalıyız. Bu ise kendi dil ve diyalektiğimizi gerektirir. Zira, şuur süzgecimizi kendi mefhum ve imajlarımızla oluşturmazsak karşıtlarımıza yaptığımız eleştiriler bile bize ait olmaz, kimin kullanıyorsak onun olur. Kendinin Müslüman olduğunu iddia edip İslâm’ın nehyettiği düşünce ve davranışları benimsemenin, hatta bunları savunmanın izahı nasıl mümkün olabilir yoksa. Literatürden veya mefhumların formundan ya da kelimelerden bahsetmiyorum. Bunların muhtevasına İslâm’a nisbetle tayin etme davasından bahsediyorum. Aslında Mirzabeyoğlu’nun davası esasta budur. Aksi durum, hem de İslâmî terminolojiyi kullanmasına rağmen, “İslâm modernisti”, “liberal İslâmcı”, “muhafazakâr Müslüman” gibi tanımlamalardan birinin içine düşmek demektir.

Diğer taraftan, Batı normları olan demokrasi, serbest piyasa kapitalizmi, hümanizm, düz bir ilerlemecilik, modernizm, putlaştırılan bilimcilik gibi argümanlarla bu gün çok muzdarib olduğumuz ve çokça şikayet ettiğimiz Batı’ya karşı olmamız mümkün değildir. Kültürel ve zihinsel sömürgeden de kurtulamayız. Tekrarda bir beis yok: İBDA fikriyatı, Doğu’yu ve Batı’yı yeniden okuyup içinden geçireceğimiz “şuur süzgeci”ni bize veren bir yapıdır. Gözlem ve araştırmamın yanında samimiyetimle ifade ediyorum: Başvurulacak tek kapı, sığınılacak tek yapı burasıdır.

Klasik Metin Olarak İBDA
Anlayış dedik, diyoruz, zira Doğru Yol-Kurtuluş Yolu anlayışı mühim. Dost ve düşman kutuplarımızı bilmeliyiz. Aksiyonumuz ve duruşumuz için, doğru saflarda olmalıyız. Emperyalizme ve sapkın kollara alet olmamalıyız. Önce fikirde sonra fiilde. Bundan dolayı İBDA külliyatını, onun fikirler manzumesini anlamak üzerinde de duralım. Son yaşananlar bu sözlerin ve BD-İBDA’nın 70 yıldır söylediklerinin ne kadar doğru olduğunu öylesine net bir şekilde ortaya koyuyor ki.

Muhafazakâr kalıpları yıkan, şablonları deviren yepyeni bir görüşün ancak dil ve diyalektiğine nüfuz edersek metnini anlarız. Her dünya görüşü yeni bir dildir. Bunun için mevcut düzenin, çevrenin bize verdiği zihin yapısını aşma cehdi göstererek o yeni dile aşinalık kazanmak gerekir. İBDA Külliyatını okurken, önce zorlukla karşılaşırız, bu ise çok tabiîdir. Kısaca kafa konforumuzu bozmalıyız. Yeni şeyler ise heyecan vericidir ve bir o kadar da çile ve gerilim taşır, ancak oluş ve tekâmüle yol açar. Rahat ve rehavet ise donuklaşmak ve sıkıntı demektir. Bu ise ruhen yaşlanmadır, isterse ana yaşı genç olsun. Mühim olan ruh adalemizi genç tutmaktır. Nüfus kağıdımızı göstermek değil. Statik kafalar ise İBDA külliyatından uzak durur. İnsan, anlamadığının düşmanıdır hesabı çamur da atarlar. Kimileri de İBDA’yı sükût suikastına maruz bırakır. Büyük Doğu’yu da o zamanın sol görünümlü Batıcıları ademe mahkûm ettiler. Bugün eskisi gibi değil. Yine de BD-İBDA’nın yeterince incelendiğini-tartışıldığını söyleyemem. Üstad ve Kumandan’ın kahramanlıklarına hayranız ama içine girip yanmıyoruz. İyi niyetli araştırmacılar bu fikriyatın içine girip oradan beslenecekleri kaynakları ortaya çıkarırlarsa cemiyet mücadelesinde öncü adımlara vesile olabilirler.

İslâmcı cenahta en çok okunan eserler Necip Fazıl’ın eseridir. Üniversite çevresinde de en çok rağbet gören eserler Salih Mirzabeyoğlu’nun eserleridir. Entelektüel çevrede de büyük ilgi uyandırmaktadır. Bunlar benim şahsi intibalarım. BD-İBDA popüler eserler olmayıp, fikrî seviyesi olan ve her satırı dikkatlice ve bir kaç kere okunacak eserlerdir. BD-İBDA külliyatına modern dönemin klasik eserleri diyebiliriz. Onda ilahî olan bir dil vardır, bütün büyük eserlerde bunu hissetmek mümkündür. Tabiî ki kul yapımıdır ancak üslubundaki tam bir teslimiyet ile imân ve vecdden gelen kuvvetten bahsediyorum.

Üstad’ın Kumandan’a söylediği, “tek kelimemin boşa gitmediğine inandığım bir tek sen varsın!” ifadesini hatırlattıktan sonra yine Üstad’ın Kumandan’a, “hiç bir kimseye hiç bir şey borçlu değilsin” sözünü de O’nun orijinal bir telif, pîr ve kurucu rolüne işaret olarak anlayabiliriz. İBDA Mimarı’nın eserlerini okuyanlar bu havayı sezer ve eserlerinde tek kelimenin boşa gitmediğini hisseder. Lafızların iç mânâlarına kendimizi vermeliyiz. Zira sözleri dış yüzünden dinlemekle bir şey olmaz. Şuur seviyesinin her değişiminde gerçeklik seviyesinin değişeceğini bilir, tekrar dönüp okuduğumuzda daha önce görmediğimiz hususları gördüğümüzü fark ederiz. Şu hususu da belirtelim. Okur gibi yapıp bir şey anlamayan ve İBDA’yı kendi seviyesine indirmeye kalkanlar sathî ve sözde İBDA’cılar olup çoğu da parsa ve görüntü derdindedirler. Bir fikri taşıyıcı forma girmeden ahkam kesenlerin, o fikre zararı dış düşmandan daha çoktur. Onun için, “akıllı düşman, cahil dosttan daha iyidir.” denmiş.

“BD-İBDA külliyatı klasik metin olarak değerlendirilebilir mi?” sualini biraz irdeleyelim. Klasikleşmenin şartları var. 1) Çok referans verilmeli. Ekol ve okul oluşturmalı. 2) Karizmatik olmalı. Karizmatik metin üzerinde ise çok yorum yapılır. 3) İnşacı olmalı. Yeni bir şey ortaya koymalı. Sürekli bir inşa olmalı. 4) Literatür oluşturmalı. Ve nihayet 5) Eskimeyip, her devirde taze ve yeni olmalı.

Bu şartlar açısından klasik metin olarak BD-İBDA’ya bakarsak: Her ne kadar açıktan fazla referans verilmese de öncü fikirlerinin kopyalandığını ve İslâmcı fikriyat üzerinde çok önemli telif hakkı olduğunu söyleyebilirim. Öyle ki, gerek doğrudan gerek dolaylı yoldan ondan beslenmeyen ve etkilenmeyen entelektüel yoktur. BD-İBDA’nın bir ekol olduğu ise açıktır. Okullaşmasında ise hâlâ bürokratik zihnî engeller ve hasetçilerle karşı karşıyadır... Üstad ve Kumandan’ın karizmatik şahsiyetleri ise dost ve düşmanları cezbeder niteliktedir... Cumhuriyet devrinde yeni bir dünya görüşü ile ortaya çıkan BD-İBDA, inşacıdır ve yepyeni bir şey ortaya koymuştur. İBDA’nın kelime mânâsında da bu husus görülür. Literatür oluşturmasını ise BD-İBDA’nın fikrî ve siyasî dilinin yaygın kullanılması açısından söyleyebiliriz. Entelektüel meraktan yoksun akademik camiada akademik körlük devam etse bile, öğretmeninden cumhurbaşkanına ve zıt kutuptaki medya organlarına kadar bu dil kullanılmaktadır.

Klasikler, toplumun ruh derinliklerinden süzülmüş, onlara ufuk açmış temel kültür eserleridir. Klasik eserler bir milletin değerini ve sürekliliğini gösterir. Çünkü gelenek ancak klasiklerle oluşur. Kendi değerlerimizden koptukça, kültürel unsurlarımız dışarıda oldukça kendi klasiklerimizi üretmemiz mümkün değildir. Klasikler aynı zamanda medeniyet oluşturmanın göstergeleridir. Klasikleri doğru okumalı ve onlarla hemhal olmalıyız. Hem kendi oluşumuz ve imanımızın zevkine varmak için, hem de dıştan gelen saldırılara ve kültürel sömürgeleştirmeye karşı duruşumuz için.

Bütün klasik metinlerde olmayan “Kurtarıcı Fikir”in şu özelliklerinden de bahsedeyim: Toplumun vicdanı olma, ümit ve beklentilerine tercüman olma, ideal verme ve ideali taşıma...

Esasa Götüren Usûl Şartı ve İslâm Fıkhını Bilmek
Çağımızda kafalar karışık. Cumhuriyet rejimi geçmişin tümüyle red ve inkârı temeline oturduğu için sağlam bir gelenek de kalmadı. İslâm’ı bulandıran fikirler ortalıkta dolaşıyor. Mesela Selefî-Vehhabî zihniyeti İslâm adına ön plana sürülüyor, modernistlerin İslâm anlayışı da İslâm’ın temiz suyunu devamlı bulandırıyor. İtikadî ve amelî ölçülerimizi İslâm’ın ana caddesi olan Ehl-i Sünnet’in ölçüleri ile elde edebiliriz. Allah’a şükür kaynaklar sağlam olup bulandıramazlar. Ancak Ehl-i Sünnet itikadı bize çağımızdaki ideolojik, sosyal ve siyasî bakışı ve rejim olarak modeli vermiyor. Kur’an, sünnet, icma ve kıyas şeklindeki temel delillere ve hak mezheplere bağlı, sahih geleneği de içinde barındıran ancak çağın meselelerine İslâmî çözümler sunan sistem çapında ideolojiye muhtacız. Çağımız İslâm’a muhatap anlayışa muhtaç. Bunu da ancak mütefekkirler, sistem kurucu düşünce adamları yapabilir. Çağımızda bu vazife, İslâm’a muhatap anlayışın dünya görüşünü örgüleştiren BD-İBDA tarafından yerine getirilmiştir. Kurtarıcı fikir burada. Kurtuluş Yolu’na bu fikrin adımlarıyla ulaşabiliriz. Dost ve düşman kutupları işaretleyen çağımızı iyi okuyan (Batı’yı muhasebe eden) ve öncelikler tesbit eden bir anlayış ve idrak sahibi olmak gerekiyor. Çağında İslâm’a muhatap anlayışı yenilemek (tecdid-ihya) için, içinde bulunan şartları (fıkhu’l-vâki) ile öncelikleri (fıkhu’l-evleviyat) iyi bilmek gerekir. İBDA, içimize kadar girmiş Batı’yı kritik ederken ve mücadelenin önceliklerini işaretlerken bu iki fıkıh şartını da yerine getirendir. Bunlar usûl ve metod sahibi olmak demektir.

Muhatap anlayış ve mukadder oluş mevzuunu biraz açalım. Kur’an’a muhatap anlayış ve onun mukadder oluşu hadis ve sünnetlerdir. Hadislere muhatab anlayış, alıcı ve verici icmâ-ı ümmet de dediğimiz ayırmaksızın tüm Sahabî kadrosudur. Sahabiler, yani icmâ-i ümmet, sünnetin bilinmek ve tatbik için ihtiyaç duyduğu muhatab “kitle”dir. Dinin “bir”den “çok”luğa çıkışıdır ve sünnetin mukadder oluşudur. İcmâ-i ümmetin de mukadder oluşu kıyas-ı fukahâdır. Bu arada kıyas-ı fukahâyı birilerinin yaptığı gibi sadece usûl-ü fıkıhla uğraşanlar şeklinde almıyor ve anlamıyoruz biz; esas olan içtihad olsa da yerine göre her şeyi yerli yerine koyan fikir de kıyas-ı fukahânın hasrı içindedir. Tasavvuf bahsi, örf meselesi hep bu içtihad ve fikir birlikteliğiyle tanzim olunmuşlarıdır. Mevzumuza dönecek olursak; evet bütün bunların mecmuuna İslâm, hukuk olarak da şeriat diyoruz. Zira şeriat, merkezden muhite doğru bütün mukadder oluşlarıyla dinin heyet-i mecmuasıdır. Aralarında delil derecelenmesi olmak şartıyla hepsi şeriattır, şeriattandır. Demek ki hak mezhepler de Kur’an, sünnet ve icmâ-ı ümmetin mukadder oluşudur, muradıdır. Hak mezhepler bir metodoloji ve usûl olarak bizi doğru şekilde Kur’an ve Sünnet’e ulaştırandır. Çünkü “usûlsüz vusûl olmaz.” Ehl-i Sünnet yolu birbirine eklenen halkalar halinde günümüze kadar gelen itikadî ve amelî sahih anlayıştır. BD-İBDA İslâm’a muhatap anlayışı ise bu zincire eklenen bir halkadır, İslâm’ın mukadder oluşudur.

Necip Fazıl’ın ifadesiyle aktarırsak: “Büyük Doğu, İslâmiyetin emir subaylığı... Büyük Doğu İslâm içinde ne yeni bir mezhep, ne de yeni bir ictihad kapısı. Sadece ‘Sünnet ve Cemaat Ehli’ tabirinin ifadelendirdiği mutlak ve pazarlıksız çerçeve içinde, olanca saffet ve asliyetiyle İslâmiyet’e yol açma geçidi...” İBDA ise, Büyük Doğu karşısında müstakil hüviyeti olmayan ve ona sımsıkı bağlı olan, ancak kuru kuruya bağlılık değil, onu yürüten, eşya ve hadiseler zemininde işleyendir. “Doğsun Büyük Doğu benden doğarak” diye ilan edendir.

İBDA, Büyük Doğu’yu olanca hakikatiyle meydan yerine dikendir. Onu yürüten bir dil ve diyalektik olurken bu hususta da bir usûl, metodoloji getirmiştir. Zira usûl olmadan esasa varamayız. Bu açıdan İBDA’nın bir usûl olduğunu ve Büyük Doğu’nun doğru anlaşılmasında temel bir rol icra ettiğini ifade edelim. Şahsımdan örnek vereyim. Necip Fazıl’ın kahramanlığını, taviz vermezliğini ve şairliğini tanıyordum. Ancak İBDA ve Salih Mirzabeyoğlu’nu tanıdıktan sonra Necip Fazıl’ın başta İdeolocya Örgüsü eseri olmak üzere onun hakikatini ve kavgasının amacını doğru olarak tanıdım. Tıpkı ulemânın, fukahânın bizi şeriata götürmesi, esasa götüren bir usûl şartı olması gibi devrimizin mütefekkirlerinin yolunu gördüm. BD-İBDA mensupları da usûl şartına riayet edenlerdir. Usûl, aynı zamanda had bilmek demektir.

Sonuç
İBDA, Büyük Doğu’yu yürütür ve gençlik içinde aksiyon boyutu olurken, onun “nasıl” boyutuna karşı “niçin” boyutunu ikmal eden ve bu hususta 60 küsur orijinal telif eseri ortaya koyandır. Bu açıdan BD-İBDA birbirine müvazi, iki denk kanat halinde yükselir. İslâm kaldıracının dayanak noktası Anadolu’da zuhur eden yüzde yüz yerli ve benzersiz bir hareket olan BD-İBDA, Müslümanların ümid ve aksiyonudur. Batı ve onun içimizdeki uzantıları ile İslâm’ı bulandıranlara karşı da panzehirdir. İslâmca ve insanca bir hayat demek olan İslâm inkılabının reçetesidir.

Bu topraklarda müdîr fikir her zaman İslâm olmuştur. İsterse rejim tamamen onun düşmanı olsun. Bundan dolayı her zaman tehlike addedilmiştir. Çağımızda İslâmcı hareketin fikirde ve fiilde mihrakı olan İBDA da böyle görülmüştür. İBDA, her şeyden önce kendine güvenini ifade eder, savunmacı ve tepkici değil, taarruz ve aksiyoncudur. Asrın müdîr fikri, müessir gücüdür!

Hepinizi Allah ve Resûlü’ne bağlılık temelinde sevgi ve muhabbetle selamlarım.

Baran Dergisi 645. Sayı

23.05.2019