İbda külliyatı içinde böyle bir tabir yok bildiğim kadarıyla. Kendi kendime İbda’ya bid’at karıştırmaya yeltenecek de değilim. Hissettiğim bir zarurete binaen böyle bir terkibi ortaya attım ve tartışılmak üzere takdim ediyorum.

İbda, muhatabına fikri açıdan ihtiyacı olan her şeyi sunsa da, bunda sınırı belirleyen muhatabının idrak seviyesidir; doğru veya yanlış, az veya çok. İbda karşısında sahip olduğumuz muhatablık keyfiyeti ne seviyedeyse İbda’yı o kadar anlarız. Bu başka fenomenler için de geçerlidir. Her insan elde ettiği bilgi ve objeler karşısında kendi idrakine mahkûmdur. Haliyle tersi de doğrudur: O bilgi ve obje de o insanın idrakine mahkûmdur. Muhatabını bulamadığı ve bir aynada kendini göremediği zaman her güzellik ve kemal bilinmemek ızdırabının hedefi olur. Meşhur “marifet iltifata tâbidir” meselesi…

“Yüzyıl İslam Diyalektiği” ve “kelam ve mânâ toplayıcısı” vasıflarını taşıyan İbda, kendisine muhatablığın keyfiyetini de bizlere sunmuş ve muhatablıktan beklenmesi gereken mesuliyeti de göstermiştir. İbda’nın temel ölçülerinden olan “kendinden zuhur” ilkesi, İbda’ya muhatab olacaklara bunun nasılını göstermektedir. Yani kısaca İbda’dan ne anladıysa onu kendi iş ve eseriyle ortaya koymak, yani İbda karşısında ayna olma ve onu berrak şekilde yansıtma çabası. Bunu “cebhe” esprisi adıyla takdim eden İbda Mimarı, işin teknik tarafını da hallederek muhatablarının işini kolaylaştırmıştır. 

Peki, İbda’dan anladığımızı kendi iş ve eserimizde göstermek davası “ben yaptım oldu” derecesinde basit bir iş midir? İbda Mimarı’nın “bir şirkette iş bölümünü paylaşmak” teşbihiyle ifade ettiği “cebhe” esprisi, adı üzerinde iş bölümü yani herkesin belli mevzuları paylaşıp bunu kendine “meslek/gidilecek güzergâh” edindiği, bu mevzuları İbda fikriyatının sunduğu ölçüler çerçevesinde tafsil ettiği, İbda’nın bize verdiği reçeteleri kuvveden fiile çıkararak yani teoriden pratiğe doğru açıp fonksiyonel olarak istifademize sunduğu ve bu faaliyetlerin de yekûn olarak birbiriyle insicam ve ahenk belirttiği bir bünyeleşme olsa gerek.

Maalesef İbda bağlıları olarak bu meselede çok zayıf kaldık ve aynada aksini görmek isteyen İbda Mimarı’na bu mutluluğu yaşatamadık. Esas olarak muhatablarının her bir sahada İbda’nın tesis ettiği hüküm ve terkibler doğrultusunda o sahanın hâkimi olması ve o saha üzerinden İbda’nın açılımını göstermesi gerekirken, sürekli ayet ve hadis tekerlemeciliği yapar gibi İbda’ya ait olan hükümlerin tekrarcılığı ve aktarıcılığından öteye gidemedik.Bir yerde Cem Eker’in “bizde müesseseleşme olmadı” mealinde bir sözüne denk gelmiştim. Zannederim o da bunu söylemek istiyordu. Allah’ın yardımı ve İbda Mimarı’nın ruhları zapteden cazibesiyle ortaya konmuş aksiyona paralel olarak fikrî sahada daha büyük fetihler gerçekleşmesi gerekirken maalesef İbda Mimarı’nın takdirini kazanmış az sayıda çalışmadan başka bir eser ortaya çıkmadı. İslâm inkılabının aydınlar aristokrasisi üzerine inşa edileceğini söyleyen İbda, muhatablarından çok derin ve kapsamlı eserler bekledi ama bunu göremedi. Samimiyeti nisbetinde yazıp çizmiş, uğraşmış gönüldaşların hakkını yemeye tevessül eder gibi olmaktan Allah’a sığınırım. Allah hepsinden razı olsun. Ama yıllardan beri manzaramız budur. 

Tıp, sosyoloji, fizik, tarih, siyaset, iktisad, lügat, şiir, sinema, tiyatro, müzik ve daha neler neler… Bu sahalarda İbda Mimarı’nın şu veya bu şahane tesbitini, bu muazzam ölçülendirmesini, vesaire vesairesini aktarmakla, benzer görüşteki batılı fikir adamları ve sanatçılarla İbda Mimarı arasında paralellik kurmakla İbda tafsil ve tahkim edilmiş olmaz. Bu ancak İbda Mimarı’nın fikirde üstünlüğünü göstermekten ibaret kalır ve bilmeyenlere tanıtma ve propaganda işine hizmet edebilir. Mesele bu terkibî hükümleri açılamayacak ve diğerleriyle irtibatlandırılamayacak hale gelene kadar açıp irtibatlandırmaktır, ki bu ömür boyu sürecek bir iştir. 

Belli bir sahayı, mesela sosyolojiyi, İbda şemsiyesi altında yeniden okumak ve gerekiyorsa yeniden inşa etmek, İbda’nın tezlerini görünür ve elle tutulur hale getirerek hem ispat etmek, böylece o sahayı İbda’ya irca etmek, hem de insan ve toplum meselelerini çözme iddiasına sahip olan İbda’nın haklılığını göstermek sonucunu getirir. Böylece İbda’ya muhatab ferd, o sahanın mesela örnek verdiğimiz gibi sosyoloji cebhesinin kurucusu, iş bölümünde sosyolog departmanının sorumlusu ve haliyle İbda’nın o aynada yansımasıdır. 

Yıllarca yaptığımız bir yanlış olarak ülkemizdeki fikrî sığlık yahut çöl iklimi karşısında İbda’nın arkasına saklanarak kof muhatabları ezip geçme zevkini yaşamak, fikir düşmanlarının susturulmasını hariç tutmak kaydıyla sadece nefse hizmet eder. Üstelik bu kofların zayıflığı yüzünden terakki de zorlaşır ve İbda’ya muhatab ferdlerin gelişimini engeller. Ayrıca batılı eğitimden geçmiş ve global dünyaya uyum içinde hükmünü sürdürmekte olan fikirsizler karşısında hariçten gazel okuma seviyesine düşme riski de vardır. İbda’yı anlamayan yahut hasım olan tiplerin batıdan alıp hayata aplike ettikleri şeyler karşısında İbda’ya muhatab kişilerin İbda’yı hayata doğru açamamaları, İbda’nın ölçülerini tekrardan öteye gidemeyip, ütopya seviyesinde takdim etmeleri, belki buna hiç davranmasalardı bu kadar zararlı olmazdı dedirtecek cinsten yanlışlardır. Bunun yerine belli başlı ilmî ve fikrî sahalarda oturduğu koltuğa yakışan cebhelerin faaliyet ve eserlerinin mevcudiyeti şüphesiz daha faydalı ve cezbedici olur. İçinde husumet taşımayan ama fikrî açıdan yeterli seviyeye sahip olmayan samimi insanların fikirle bağı tesis edilebilir. Ama biz insanları Büyük Doğu ve İbda Mimarlarının eserlerini okumaya ve uygulamaya çağırdık. Doğru ama eksik hareket ettik. Belli sahalarda İbda adına fikri hâkimiyet kurarak o sahalar üzerinden İbda’yı hem tahkim hem de insanlara takdim bir arada olur ve şüphesiz daha faydalı ve kolay olurdu. Batılı eğitimden geçmiş fizikçiler, tarihçiler, iktisadçılar ve daha neler, kendi alanları üzerinden insanları bölüşüp etkilerken bunu batıcı diyalektikleri ve o doğrultuda verdikleri eserlerle başarıyorlar. Muhakkak ki kendileri için esas olan Locke, Rousseau, Marx, Einstein, vs. gibi fikir babalarına atıf yapıyorlar ama bundan ibaret kalmıyorlar. Bizler ise her bir cümlesi nükleer çekirdek değerinde olan İbda külliyatını patlatıp açamıyor, oradan oraya atıyoruz. Kıymeti bilinmiyor, verim de olması gerekenin yanında çok az kalıyor. 

Farklı sahalarda iş bölümü derken bu sahalarda hâkimiyetle beraber aradaki uyum nasıl tesis edilecek? İbda Mimarı’nın “dayanışmalı fikir oluşumu” dediği nosyon burada noktayı koyacaktır. Samimi niyetle alanlarına el atmış gönüldaşlar muhakkak ki diğer sahaların hakimleriyle yardımlaşmaya mecburdur, çünkü hayat bu alanların bir tekiyle yürümez ve mühendisin ekmek yapan fırıncıya ihtiyacı gibi herkes yaptığı işle muhtaç olunan ama yapamadığı iş için muhtaç olan durumundadır. Üstelik İbda fikir mihrakına karşı ortak nisbet ve bağlılık, fikir zevki içinde mesele konuşmayı doğurur ve ferdleri kaynaştırır. Böylece birbirinden farklı alanlar ve ferdler üzerinde ortak akıl doğar. Yalnız başına elde edilemeyecek fayda ve keşiflerin ortaya çıkması sağlanır. Bu sayede hem ferdlerin ve cebhelerin gelişimi sağlanır, hem de uyum içinde toplu ve insicamlı bir bünye oluşur. Peki, bu o kadar kolay mı? Bunu da belirleyecek olan muhatabların keyfiyetidir. Eğer bunu yapacak çapta insanlar çıkmazsa İbda dünyanın kalbinde ukde olarak kalacaktır. 

Son olarak, bunlar benim şahsî görüşlerimdir. Bunun üzerine konuşulmasının zarurî olduğunu düşünerek kaleme aldım, dürüstçe ve açıkça ifade ettim. 

İbda bağlılarına selamlarımla…


Baran Dergisi 662. Sayı