1 Kasım 2015 seçimleri bitti. Batı ve Yahudi başta olmak üzere yıllardır Anadolu’ya çöreklenmiş olan işgalciler için iktidar bir oyla devredilecek kadar kolay değildir. Bu sebeble de kolay kolay gidici değiller... Savaşın her çeşidini denedikleri gibi yine denemeye devam edecekler ama bu defa daha şiddetli ve komplike olacak saldırıları... Batı gülen yüzünü siyasileri yumuşatmak, bürokratları avlamak ve büyük sermaye sahiplerinin önünü açmak için kullanırken, aynı zamanda içerideki şiddeti şu bu kılıkta artırarak ülkeyi yönetilemez hale getirme peşine düşecektir. Sadece ülke içinde değil elbet dışarıda da bilhassa Suriye ve Irak’ta dehşet senaryolarını tatbik edecek ve Türkiye Cumhuriyeti’ni bu senaryonun içine dâhil ederek bölgenin istikrarsızlığını iyice derinleştirecektir.
Türkiye içerisinde istihdam alanı bulan işgalci güçler İncirlik, Malatya, Diyarbakır gibi ana üslerden hareket edip Suriye’de İŞİD bahanesi ile Müslümanları kırarken böylesi bir katliama ev sahipliği yapma ‘politikasızlığının’ sahiplerine öldürülen insanların ‘savunma saldırısı’ gecikmeyecektir. Böylesi bir durumu kaşımakta ve tahrik etmekte ise ABD’nin başını çektiği işgalci güçler hiçbir beis görmeyecektir. ABD ve İsrail’in başını çektiği Batı-Haçlı zihniyeti Libya, Suriye ve Irak’ı nasıl yönetilemez bir ülke haline getirdiyse şimdiki hedefleri de Türkiye’dir. Aslında Türkiye yeni hedef değildir, uzun bir geçmişi vardır ama şimdiye kadar kendine aydın, sermaye patronu ve cemaat lideri havası vermiş yerli ajanları ve ajanlaşmış taşeron örgütler vasıtası ile gizli iktidarını sürdürdüğü için ‘kontrol edilebilir bir şiddet’ ile mevzuyu idare ediyordu.
Ancak son yıllarda ABD-İsrail başta olmak üzere Batı-Haçlı hegemonyasının ajanları birbir deşifre oldu ve dökülmeye başladı. Bu ise Batı’ya daha yeni stratejiler ve çok uluslu hileler üretmenin gerekliliğini dayattı. Bunun neticesi olarak; düne kadar dini istismar eden ve dindar insanları kendi çıkarları çerçevesinde kullananlar bugün laikliği ve Cumhuriyeti istismar etmekte ve kendi çıkar ve menfaatleri için Kemalistleri ve laikleri kullanmakta hiçbir beis görmemekteler. Yine düne kadar insanlarda ‘Güler yüzleri ve merhametli(!) yaklaşımları’ ile İslâmî düzen getirecekleri vehmi uyandıranlar artık açıktan Batıcılık, Kemalistlerle birliktelik, Anadolu ve İslâm düşmanlığında netlik belirtmekteler. Çünkü mevzi tutma, savaşın şartlarını kuşanma ve dostunu düşmanını iş içinde görme-tanıma şeklinde beliren mücadele tarzı Anadolu insanına bu ihanetin deşifre olmasını kolaylaştırdı. Ancak Batı bunu kolay hazmedemez, hazmetmesi de beklenmemeli zaten. Saldırılarını sürdürecektir. Batı, Türkiye’deki pazar payını, Türkiye’deki işgal üslerini, Türkiye’deki kültürel emperyalist birikimini kaybettiği an alenen saldırı girişiminde bile bulunabilecektir. Bu çerçevede yapılması gerekende söylenmiş oldu; Batının ekmeği ile devrimcilik olmayacağı gibi düzen değişimi ve Anadolu’nun kurtuluşu da söz konusu olamaz. Ciddi ve samimi bir mücadele ‘demokrasi, ileri demokrasi yahut küreselleşme ve hatta hümanizm’ gevezeliklerini bir tarafa bırakıp dost ve düşman kutuplarını belirleyip ona göre hareket etmekle olur. Ak Parti kendisine halk tarafından bir kez daha açılan bu kredi ile şımarmamalı geldiği yeri ve halkı unutmamalı ve halk olmuşlara HAKKI tatbik etmenin yollarını aramalı, yolunu açmalıdır.
 
KORKAK – ÜRKEK SİYASET
Motivasyonunu kaybeden Kemalizm yerine uzun bir aralıktan sonra piyasaya sürülen FETÖ çetesinin en büyük zararı onu madden ve manen istismar etmek yahut sömürmek değil aynı zamanda ona korkaklığı ve ürkekliği bir siyasetmiş gibi öğretmiş olmasıdır. Kıvırmayı, geri adım atmayı, ileri atılmamayı ve rejim müdafilerine karşı hemen şebek gibi şirinleşmeyi, kendini savunamamayı hep taktik, strateji, hizmet yolunda fedakârlık gibi lanse etmiş olmasıdır. Bu mikrop, bir veba gibi diğer İslâmî kesimleri-grupları da sarmış, bir kanser hücresi gibi vücudun en zayıf anında ortaya çıkarak bütün bünyeye diz çöktürmüştür. Hatta bu çete ve benzerlerinin cihad eden Müslümanlara, dik duran Müslümanlara, izzet ve iffetleri için mücadele eden Müslümanlara karşı hasetçi, kıskanç tavırları ve yine onları güya dışlayarak rejim müdafilerine “bak biz onlardan değiliz” mesajları vererek kendilerini sağlama almaları, birçok cemaat ve grubun dinî reflekslerini kaybetmelerine sebeb olmuştur. Bu öyle bir ihanettir ki, ne bir hırsızlığı benzer, ne zina eden iki failin cezalandırılmasına… Nesiller boyu kirletilen zihinlerin, bozulan dinî anlayışın ve sathi kalan idraksizliğin ‘bedelini’, KUL HAKKInı nasıl öderler bilmiyoruz.
Bugün Anadolu ve İslâm’a karşı Ak Parti üzerinden estirilen ‘iç savaş tehdidi’ne halk “dur” demiş ve meydan okumuştur. ABD ve İsrail hempalarına ve onların kardinalleşmiş uşaklarına, sermaye baronlarına ve topu topu ‘üç bin aile’yi geçmeyen ihanet şebekelerine dur demiştir. Ve bu deyiş kendilerine “elit, aydın, kanaat önderi, hafız, âlim, yazar, lider’ diyen İslâmî kesime de bir ihtardır; korkma, korkak olma, fikir ve aksiyon sahibi ol, cihad eden müslümanları kötüleme, sana kavganda destek vermiş ve bu zaferin gerçek müsebbibi bilhassa 28 Şubat mağduru Müslümanları zindanlarda tutma… Ve aynı halkın son bir uyarısı; “Ayasofya’yı açmazsan, zinayı suç haline getirmezsen, gençliği yepyeni bir fikir hareketi ile buluşturmazsan, sokakları saran “lgbt” benzeri rezaletlere dur demezsen, bünyeni saran rüşvet ve rant çarkını bozmazsan, belki de bu seçim sana ilahi bir fırsat idi, kaçırmış olmakla kalmaz helâkının da önünü açmış olursun.”
Eğer ki korkak ve ürkek hele hele Batı-ABD ve İsrail iblisleri ile paralel siyaset izlenirse şurasından emin olunsun ki, ne arkalarında halkı bulurlar ne de başka kimseyi… Hatta yeni bir ‘Gezi benzeri Eylemi’ Müslümanlar başlatır ki, bunun önünde o saatten sonra kimsede duramaz.
Nihai sözümüzü Sahabe-i Kiram’dan Ebu Dücane ile noktalayalım:
Uhud harbinde sevgili Peygamberimiz, son emirlerini verdiler. İslâm Ordusunun, nelere dikkat etmesi gerektiğini, açık açık bildirdiler...
Sonra, mübârek ellerinde tuttukları kılıcı göstererek buyurdular ki:
- Bu kılıcın hakkını yerine getirmek şartıyla, kim almak ister?
Mücâhidlerin hepsi istiyordu. Fakat Hazret-i Ebû Dücâne, yüksek sesle sordu:
- Yâ Resûlallah! Bu kılıcın hakkı nedir?
- O’nun hakkı, eğilip bükülünceye kadar; düşmanın yüzüne vurmaktır, vurmaktır. Onun hakkı, Müslüman öldürmemen, onunla kâfirlerin önünden kaçmamandır. Onunla Allahü teâlâ sana zafer yahut şehitlik nasîb edinceye kadar, Allah yolunda çarpışmandır.
Hazret-i Ebû Dücâne, Medîneli mücâhidlerin en bahadırlarından biriydi. Şunları söyledi:
- Kılıcı, o şartla alabilirim yâ Resûlallah.
Peygamber efendimiz, tebessüm ettiler. Sonra, kılıcı uzattılar. Üzerine, Arapça şu beyt oyulmuştu:
“Korkaklıkta zillet, utanç; ileri atılmakta, izzet, şeref vardır. İnsan, korkaklık etse bile; kaderinden kaçamaz.”

Baran Dergisi 460. Sayı