Bir insanı tanımak kendimizi tanımak demektir. Hele bu insan bir dava adamı ise onda derinleşmek kendimizde derinleşmek mânâsına gelir. Nasıl ki, Üstad Necip Fazıl’da kendimizi, kendi varlık sebebimizi bulacağımız gibi onun takipçisi Salih Mirzabeyoğlu’nda da aynı şeyleri buluruz. Aralarında birbirini tamamlayıcı farka da dikkat çekelim: Necip Fazıl yaşadığımız çağda İslâm’ın eşya ve hadiselere tatbikinin “nasıl” boyutuna cevap verirken, Salih Mirzabeyoğlu “niçin” boyutuna cevap vermiş ve böylece BD-İBDA birlikteliği doğmuştur. “Müslüman çağından mesuldür” ilkesince bize düşen de bu iki büyüğü tahlil ederken kendi oluş ve aksiyonumuza yol bulmaktır. Körü körüne bağlılık değil, bağlılıkta kendimizi ortaya koyarken onların ufuk açan tefekkür ve aksiyon çizgisi ile kendi hürriyet alanımızı izleriz.

İnsan vasfımız için öznellik esastır. Zira varoluş ferden yaşanan bir hakikattir ve varoluş ruhî hayattadır. İmam-ı Gazalî’nin temel eseri İhya’da altını çizdiği gibi, İslâm kalbin yoludur ve iman kalb ile tasdiktir. Demem o ki mü’min ve Müslüman olma yolunda karşımıza çıkan Salih Mirzabeyoğlu’nun, “İman olmuş bitmiş bir şey değil her an oluş ve sürekli yenileniştir.” (S. Mirzabeyoğlu, İbda Diyalektiği, s. 156) sözünü izlerken ve onun davet ettiği çileli oluş yoluna girerken hürriyetimizin de hakikatine ve zevkine ermiş oluruz. Her şeyi Tevhid Akidesinde birleyen İBDA Diyalektiği, “İman, diyalektiklerin çelmesine takılmama davasıdır.” (S. Mirzabeyoğlu, Necip Fazılla Başbaşa, s. 315) diye bizi uyarır. Zira öyle bir devirde yaşıyoruz ki, namaz kılınıp oruç tutulsa dahi anlayışlar ifsad olmuştur, gecesinden sabahına fikirler değişmektedir. Adamın imanı soyulur ama haberdar olmaz.

Eğer bağlanacağımız sistemli bir dünya görüşü, yani çağımızdaki İslâma muhatap anlayış olmazsa, ideolojik ve siyasî şuurumuz istikamet üzere olamayacak, düşman kutuplar arasında savrulup duracaktır. BD-İBDA dil ve diyalektiği Doğru Yol-Kurtuluş Yolu içinde kalmamıza ve sağlam temellere dayanmamıza vesile olmuştur. Kişi için öznellik söz konusu olduğu için, bağlılık ve nisbetini gönülden sürdürmek esastır. Yani raftaki kitaplar (Kur’an, Sünnet ve o çizgiye bağlı eserler) bizi kurtaramaz, onların kalbimizde tecellisi bizi kurtarır. Bunun için son nefese kadar iman ve istikamet davası gerekir.

İBDA Mimarı Salih Mirzabeyoğlu’nun bariz vasfı istikamettir, diyebiliriz. O, Müslümanlara eğilmez bir çelik gibi istikamet yolunu göstermiştir. Yolunu kaybedenlere veya tereddüde düşenlere kutup yıldızı olmuştur. Bıraktığı 60 küsur eserle de ışık olmaya devam edecektir. Davanın emektarlarından ve Yeni Akit gazetesi yazarı Atilla Özdür, Baran’da çıkan mülakatında şöyle diyor: “Mirzabeyoğlu, yolunu yordamını bilen, İslâm’a karşı oynanan şeytanî oyunları iyi bilen bir Allah dostu...”

İstikamet dedik... “Bir büyüğe gönül bağlarken, onun velayet ve kerametine inanmak lazım değildir. Sadece Hak yolunda yürüdüğüne ve Şeriat’a en büyük saygıyı beslediğine inanmak yeter!” (S. Mirzabeyoğlu, Kökler, s. 71)

Necip Fazıl’dan, “Müjdelerin Müjdesi”, “İstikbal İslâmındır”, “mücerred fikir istidadı tamam”, “fikir çilesi haysiyetinin müstesna genci” vs. takdirlerini almış olan Salih Mirzabeyoğlu’nun eserleri İslâm büyüklerinden süzülmedir. Mirzabeyoğlu, İslâm külliyatını harmanlayan ve bilhassa tefekkür boyutunu (İslâm hikemiyatı) tesis ve ihya edendir. Bu hususun ihmali demek, ilim ve aksiyon çabalarının neticesiz kalması demektir. Zira hikmet, ilmi ve tekniği de kapsar.

İBDA külliyatı bir kere okunup kenara bırakılacak eserler olmayıp, işlenip tahlil edilecek, insan ve toplum meselelerinde bize ipuçları verecek pusula değerindedir. Tabiî ki eserler de kuru tekrarla değil, yürüyen İBDA şuuruyla ele alınmalıdır ki, bu da kişinin öznelliği ve varoluş aşk ve arzusu demektir. Sağır ve kör ruhlarda ilahî mesajlar yankı yapmaz.

Öznellik mevzu; iç oluş ve tecellisi dış oluşta. Ancak iç oluşun önceliği söz konusu. Star gazetesinin Mirzabeyoğlu hakkında, “Şiir gibi yaşadı, şair gibi öldü” tesbitinde olduğu gibi. Salih Mirzabeyoğlu, bu milletin ruh köklerinden gelen tam bir iman şövalyesi idi. Felsefesi öznellik üzerine kurulu olan Kierkegaard’ın Hz. İbrahim üzerine ifade ettiği “iman şövalyesi” mevzuunu hatırlatalım. (Kierkegaard, Korku ve Titreme, s. 67) Kierkegaard, “hakikat öznelliktir” der ve varoluşla imanı birleştirir.
Hadis-i Şerif’te işaretlendiği üzere, âlimin ölümü âlemin ölümüdür. İslâm hikemiyatını kuran Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’nun ölümünü de hadisin hikmetine göre, idrak edebiliriz. Bu âlemden bir güzel adam geçti; bir geldi, pîr geçti. Onun ölümünün erken olması ise olacakların erkene alınması şeklinde değerlendirilmektedir. Hadiselerin çok hızlı cereyan ettiği, kısa zamanda büyük değişimler olduğu, Türkiye’nin birden bölgesel güç hâline geldiği ve süper güç Amerika ile çatışır vaziyette olduğu malûm. Mevcut rejim yeterli olmasa da gidişatımız böyle bir misyona doğru olduğu açık. Bu hususu, yıllar önce Salih Mirzabeyoğlu işaretlemiş ve savaşın hem gayesi, hem vasıtası olan fikrî donanıma dikkat çekmiştir.
Mirzabeyoğlu kalem ve kılıcın efendisi idi. Şeriat ve tasavvufu birleştirdiği gibi kalem ehli ile kılıç ehlini de birleştirmiştir. Mütefekkirlik ve Kumandanlık vasıflarını şahsında toplamış, ender ve benzersiz biri idi. Külliyatındaki benzersiz oluşa misal, İBDA kelimesinin “benzersiz” mânâsı gibi, ismiyle müsemma olarak. Üstadın ona tavsiyesi olan, çağımızda yenileyicilerin fikir ile aksiyonu mezcetmiş şahsiyetler olacağı tesbitine uygun biri olarak zuhur etmiştir. Zaten ÜstadİdeolocyaÖrgüsü’ne ek olan “İslâmı Yenilemek” başlıklı yazısını Akıncı Güç kadrosuna yani Salih Mirzabeyoğlu’na ithaf etmiştir. Bir millete değer veren ve yücelten böyle insanlardır. Değerleri ne kadar anlaşıldı ayrı bir mevzu, onların zaman dilimi içinde olduğumuzu, aynı devrin zafer ile tamamlanma sürecini yaşadığımızı belirtelim. Tabiî ki zafer inanana var, nabzında inkılap mânâsı duyana var.

Mirzabeyoğlu’nun ölümüyle, “Dünyanın neşesi gitti, kedureti kaldı” hadisini yeniden ve derinden hatırladık “Ne kadar derinden?” suali bizim duygu ve düşünce kapasitemizle ilgili. Yoksa mevzu kuru güzellemeler yapmak değil, “kör ölür badem gözlü olur” hiç değil. İBDA’nın, mavi zemin üzerine beyaz üç hilâl ve tek yıldızlı bayrağındaki mavinin İngilizce’deki keder anlamının çağrışımıyla ve yukarıdaki hadisle birlikte anlarsak ve küfrün zirvede olduğu ahir zamanda yaşadığımızı düşünürsek, hem üzülürüz hem de böyle bir ortamda zuhuruna ilahî imkân verilmesinin “müjde” ve “rahmet” olduğunu da anlarız. İBDA’nınyenileyicilik misyonu, aynı zamanda bizim iman ve aşkımızın sınanacağı bir vesiledir, bir manevra (aksiyon) alanıdır. İBDA, fikir ve aksiyon taliplerinin besleneceği temiz bir kaynak ve temiz bir pınardır.
BD-İBDA Doğru Yol-Kurtuluş Yolu anlayışının hidayete eren ve erdiren bir yol olduğunu, Ehl-i Sünnet vel Cemaat zincirinin çağımızda yürüyen bir halkasını temsil ettiğini belirtelim. Lafta değil, bir cemiyet modeli olarak. “Sosyolojik Ehl-i Sünnet” olanlar ile İBDA farkına da dikkat çekelim. Ziraİslâma muhatap anlayış davası olmadan Ehl-i Sünnet anlayışı da yürütülemez. Bazıları kuru gelenek tekrarı ve sadece ibadetlerden ibaret kalırken, bazıları ise sadece sosyolojik olarak Ehl-i Sünnet tabirini anmaktadır. Başka mezhep kuramamanın verdiği çaresizlikle “Hanefiyim” diyenler de vardır. İslâmcı cemaatlerin samimi olanlarına sözümüz yol, ancak bir cemiyet modeli ve İslâmî tatbik projesi önermiyorlar. Gece zikir veya sohbet yaparken gündüz seküler-dünyevî, materyalist sisteme tâbi ve hatta materyalist oluyorlar. BD-İBDA gibi bir cemiyet teklifine sahip değiller. Zaten mücadele içine girdiklerinde ise mecburen BD-İBDA’nın diline başvuruyorlar.

Cumhuriyet rejiminin kuruluşu ile içimizde Batıcı bir rejim tesis edilmiştir ve Batı-İslâm savaşı Anadolu topraklarında sürmektedir. BD-İBDA fikir sistemi ise Batı-İslâm mücadelesinde İslâmcıların merkezî bir silahıdır. Şunu vurgulamak istiyorum ki, Necip Fazıl ve Salih Mirzabeyoğlu vefat etse bile onların mücadelelerinin zaman dilimi içinde olduğumuz için onların fikirleri ve mücadelesi canlı olarak rehberliğini sürdürmektedir. Böyle bir mücadelede mesela Mehmet Akif rehber olamaz. Çünkü onun Cumhuriyet rejimi ile önemli bir mücadelesi yoktur. Said Nursî Hazretleri ise imanî hakikatleri haykırmıştır ve mücadelesi toplum projesi ve sistemli bir devlet ve toplum modeli olmaktan yoksundur. Büyük Doğu ekolünden gelen Sezaî Karakoç’u “Diriliş” ismiyle Büyük Doğu’ya alternatif gibi gösterme çabaları ise (buna Sezâi Karakoç dahil) anlamsızdır. Nurettin Topçu’nun ise sistem teşebbüsü olsa bile, “İslâm sosyalizmi” gibi menfilikler yanında bilfiil ideolojik mücadelesi de olmamıştır. Eserlerinin sonraki baskılarında takipçileri “Anadolu İslâm sosyalizmi” ifadelerini çıkarmışlardır. Kur’an Kursu mücadelesi ile tanınan Süleyman Hilmi Tunahan Efendi’nin ise misyonuna artık ihtiyaç kalmamıştır. Bu büyüklere İBDA’cılar olarak saygımız sonsuzdur ve Mirzabeyoğlu’nun da tavsiye ettiği üzere eserlerinden istifade ederiz. Ancak zamanın neleri icap ettirdiği ve İslâmcı mücadelenin yürümesi için nasıl cihazlanmak gerektiği ortaya konulmak zorundadır. İşlev sahibi olmaktan bahsediyoruz. İslâm davasının stratejisine ve çağın doğurduğu ihtiyaçlara göre davranmak gerekmektedir. Mesele taraftarlık meselesi olmadığı gibi öbür cemaatleri eleştirmek meselesi de değildir.Haktan sapmayan cemaatlerin meşrep olarak hepsinin bir rengi vardır, doldurdukları boşluk vardır. Bütün samimî Müslüman ve cemaatlerden Allah razı olsun demek, ahlâkî bir borcumuzdur.

Batın yolu kahramanları vefat edince kınından sıyrılmış kılıç gibi olurlar.
Dedi ki:
-Allah Sevgilisi’nin, “Benim ölüm de, dirim de sizin için hayırlıdır” buyurduğu sözünü, ben de aynen tekrar ediyorum. Bunun mânâsı “benim dirim doğru yolu göstermek ve ölümüm de yardım etmek içindir” demekti. (S. Mirzabeyoğlu, Kökler, s. 69)

Mü’minler için ruha ve ruhaniyete inanmak bir iman mevzuudur. Aksi hal, ruhsuz-imansız İslâmcılık mânâsına gelir ki, Allah korusun. “Allahım! İslâm büyüklerinin ruhaniyetini, İslâm serdarlarının heybetini üzerimizde eksik etme!” duası bunun için. Büyüklerin himmeti ölünce devam eder ve şehidler, ölüler değildir. Son bir önemli husus şudur ki, İBDA Mimarı ardında çağımızın ihtiyacına cevap veren meselelere çözümler sunan yepyeni bir ideoloji bıraktığı için İBDA külliyatının dinamikliği ve yol göstericiliği sürmektedir. Mirzabeyoğlu’nun eserleri ve aksiyon çizgisi İslâm cemiyetini yoğurmaya ve İslâm nizamını tesise dairdir.

Baran Dergisi 613. Sayı

11.10.2018