Toplum, fertlerin demetidir; toplumu toplum yapan fertlerdir. Fert denince, lider ve liderlerin sürükleyici gücü hatırlanmalı. Bir olmadan iki, üç, dört vs. olmuyor. Lider denince de ideal ve fikir aşılayıcı, fikir ve aksiyon sahibi akla gelmeli. Ve bunun sanatla harmanlanması.
En küçük iş ve organizasyonda dahi yönetici-liderin rolü ehemmiyet arzederken, insan müesseselerinin en zirvesi olan devlet ve idarede bu çok daha önemlidir. Gereken şartlar, ideal sistem ve sistem şuuru ve idarecilik sanatıdır. Her işte ideal ve nisbet sahibi olmak ve nefsaniyetle zuhur etmemek. Nisbet edecek bir ideolocya olmazsa, keyfîlik başgösterir ve çeteleşme-hizipleşme vücut bulur. Baştaki kişi ne kadar karizmatik olursa olsun, sadece övgüyle işler yürümez. Her şeyi tepeden bekleyerek de işler yürümez. Bugünkü bürokrasinin ve Ak Parti kadrolarının durumu buna misaldir.
Kudüs’ü tekrar fetheden Selahaddin Eyyubî’nin liderliğidir, Alman birliğini tesis eden Prens Bismark’tır, defalarca kuşatılan İstanbul’u fetheden ise Fatih’in lider şahsiyetidir. Tabiî hepsinin arkasında bir ideal ve bu ideal uğrunda kenetlenmiş bir millet var. Liderini bulmuş millet.
Lider, dinamizm getiren, hayat hamlesi olan kişidir. İktidar koltuğu yarışması içindeki siyasî parti liderlerinden ve bunların kısır kavgalarından bahsetmiyoruz. Yaşanmaya değer hayata dair teklifi, aksiyonu olan, menfaat gütmeden bir dava ve ideale kitleleri çeviren adamdan bahsediyoruz. Öyle ki, tek ferde bile yer gösterecek bir çağrının sahibi olacak. Hakikî bir ideolojiden bahsediyoruz, bol vaatli parti programlarından değil.
İdealsiz bir devletin yürüyemeyeceğini anlayan iktidar partisi, 2023, 2053, 2071 vs. hedefler koyuyor. Ama hangi fikir manzumesi etrafında ve hangi ideal ile yetişmiş kadrolarla bu yapılacak? Yapılacak olan, ideal eksikliğini sathî olarak ifadelendirmek ve hedeflendirmek değil, esastan ve biribiriyle tutarlı bir bütün içinde bir fikir örgüsüne müstenid bir ideal belirlemek olmalı. Hangi “anlayış” etrafında birlik? Günlük politika ile sağı solu idare ederken temelde bunu inşa etmeye bakmalı. Yoksa siyasî itiş-kakışlar ve kaybedilen yıllarla iş işten geçmiş olur.
‘Fert olmadan millet olmaz’ dedik. Fertlerin yetişmesi ve olgunluğu devlet ve millet için önemlidir. Çünkü fertlerdeki bozulma topluma sirayet ediyor. Modernizmin getirdiği özgürlük ve bencillik anlayışı ile ‘herkes hayatını yaşasın’ deniyor ama fertlerin hayatı topluma sıçrayıcı oluyor. Ondan sonra toplumsal bozulmalardan, suç oranlarının artışından, içki-kumar-uyuşturucu-fuhuş vs. yaygınlaşmasından, aile müessesesinin darbe almasından şikâyet ediyoruz. Modernist-Batıcı hayat tarzı kökünden yanlıştır ve nefsî özgürlükler ruhî ve insanî özgürlüklerin aleyhine çalışır. Bunlar apaçık vakıalardır. Ama bu köksüz gidişe dur diyecek lider, fikir ve kadro nerede?
İnsanın bir gaye ve ideali olmayınca süflî şeylere dalıp avunmaya meyleder. İmam-ı Şafiî Hazretlerinin sözünde olduğu gibi, “nefsimizi hayırla meşgul etmezsek o bizi şerle meşgul eder.” Hayır ne, şer ne? Daha bunun tanımlaması yapılmamışsa işimiz zor demektir.
Ruhlar boş bırakılırsa, mâlâyâniye kayar. Bu hâl her yaşta ve cinste kendine göre tezahür eder. Suçu gençlerin teknoloji kullanımına, bilgisayar ve internet düşkünlüklerine atmak çözüm değil. Şu da belirtilmeli ki, her teknoloji düşkünü imansız ve idealsiz gibi algılamak da yanlış. Bağımlılığı engellemeye dair ortaya ne koyduk ve varsa davamızı hangi aşk ve vecdle insanlara duyurduk, kitlelere ulaştırdık? Öncü ve lider kadro adayları, davanın aşkıyla kendileri ne derece yandılar ki, etrafını aydınlatsınlar? Ayrıca bu işin sabır ve çile işi olduğunu ve ekilen tohumların er-geç yeşereceğini belirtelim. 15 Temmuz, Necip Fazıl, Salih Mirzabeyoğlu ve bunun gibi kahramanların ektiği tohumların beklenmedik şekilde zuhuru değil midir?
Herkesin kafasına göre ve hatta keyfine göre bir din anlayışına varan, arızalı durumdan biraz bahsedelim. İslâm dini, cemiyet dinidir ve herkes kendi kafasına göre bir din anlayışına sahip olamaz. Evet, özgür irademizle ve gönlümüzle bağlanacağız, aklımızı da kiraya vermeyeceğiz; ama bu dinin ölçülerini kendi seviyemize indireceğimiz mânâsına gelmez. Herkes kendi kafasına göre de hoca bulmuş, istediği fetva-yorumu alarak vicdanını da teselli ediyor ve bireysel olarak yoluna devam ediyor, kendince dinini yaşıyor. Böyle İslâm anlayışı olmaz. Burada şu soru sorulmalıdır: Herkesin kafasına göre farklı İslâm anlayışı olamayacağına göre “İslâm’a muhatap anlayış” hangisidir, nerededir? Hakikat tek olduğuna göre bu sorunun cevabını arayıp bulmak, insan ve Müslüman olarak vazifemizdir. Büyük Doğu İbda İslâm’a muhatap anlayışı bu açıdan zarurî ilmî hâlimizdir. Ve bu sistemli anlayışın üzerindeki tuğra isim de Esseyyid Abdülhakîm Arvasî’dir.
Bireyselcilik ve akılcılığın vardığı noktalar üzerinde duralım. Anne babadan dolayı adı Müslüman; fakat hem Darvinci, hem Müslüman… Böyle olur mu? Maalesef “kişisel din” algısı hâkim, yani dinsizliğe çıkan bir yol. Bu arada Zahidül Kevserî’nin “mezhebsizlik dinsizliğe giden köprüdür” sözünü de nakledelim. Özetle ifade edersek, “kişisel din” olmaz. Postmodernizmin getirdiği bu tuzağa dikkat etmeli, Kurtuluş Yolu’na bağlı “sistemli fikir” etrafında birleşmeliyiz.
Demokrasinin başıboş çayırında, herkesin bir şeyler söylemesiyle hakikat bulunamaz, ancak şüphe ve fitne tohumları ekilir. Zaten eğitim sistemi (dinî eğitim dâhil) nisbetsiz ve mihraksız bir başıboşluğu temsil ediyor ve şüpheleri giderici değil, şüphe üretici hocalar ortalıkta cirit atıyor. Buna şu anki Diyanet İşleri Başkanı dâhil. Kendisi hadisçi ama hadis inkârcılığı yapıyor ve şüphe saçan eserleri mevcud. Fetö’ye de yıllardır ses çıkarmadılar. Hâlâ Sünnet ve Cemaat Ehli anlayışına sahip değiller.
İslâm ahlâkına bigane kalmanın sonucu felaket olarak bize döner. Dertsizlik ve rahatına düşkünlüğe bir misal olarak “mızmız Müslüman” tanımlaması üzerinde durmak istiyorum. Mızmız Müslüman, ucundan bir iş yapmaya çalışıp da “her şeye fazla bulaşmayalım, bu kadarı bize yeter” anlayışında olan insandır. “İbadetimi yapayım, yeter” diyor. “Zaten hükümet de bizden, aman bu hükümet gitmesin” diye düşünüyor. Fakat Müslümanlık adına değil, kendi bencilliği ve rahatı için hükümet gitmesin diyor. Belediyelere rahat girecek, her yeri rahat kullanacak, kılık-kıyafetine karışılmayacak.
Bu minvalde Müslümanların hâl ve ahvalini şöyle özetleyebiliriz: Dünyadaki Müslümanların hâli bizi biraz uzaktan ilgilendiriyor? Kendi kendimize ah, vah deyip teselli buluyoruz. Maddî anlamda yardım yapıyoruz. Tayyip Erdoğan bir şeyler yapsın, biz de televizyondan izler teselli bulur psikolojisindeyiz. Bu işi tek başına mı yapacak, milletle mi yapacak veya bizim inisiyatif almamız mı gerekecek; bunları düşünmüyoruz. Aslında sorumluluğu başkalarına atmanın rahatlığı ve bencilliği söz konusu. Hükümet faturalarla bir dolu vergiler yüklüyor. Bundan haberimiz var. Ak Parti küçük esnafı çok eziyor, büyük esnafı alıp yürüyor. Zenginlerle beraber büyüyor. Bundan rahatsızız. Başımızda Müslüman biri olsun diye destekliyoruz. Fakat Fetullah belası bir o kadar da Ak Parti’nin suçu. Onları başa getirdiler, her şeyi teslim ettiler. Fetö’nün kazığı onların nefsine dokunduğu için onlarla mücadele ediyorlar. Daha önce onlardan hiç rahatsız değillerdi. Kasımpaşalılığın verdiği bir hırsı da var. Fetö ile en iyi o mücadele ediyor. Kumandan’ı “çıkaran” da o (Tayyip Erdoğan) ama senelerce niye sessiz kaldı? Teşekkür ediyoruz ama bunu da biliyoruz. Bütün bunlara rağmen aman hükümet gitmesin, rahatımız bozulmasın, diyoruz.
Mızmız Müslüman’ın bir başka yönü de var. Her şeyi eleştirir ama kendi bir şey yapmaz, elini asla taşın altına sokmaz. Hatta bazen oy dahi atmaz, güya Ak Parti’yi adam edecek. Sonra da iktidar CHP’ye falan gitmesin korkusu var. Hem düşmanlardan, ülkeyi karıştıranlardan şikâyet ediyor; ama kendi ne siyasî, ne ideolojik, ne de faaliyet olarak bir şey yapmıyor. Hâlbuki hamle ve aksiyonunu kaybedenler, hayatta kaybetmeye mahkûm olurlar. Uzviyetimizi beslemek için her gün bir şeyler bulur ve yerken, cemiyeti beslemek için bir şeyler yapmaz, sadece sızlanırsak peşinen kaybeden taraf oluruz.
Rahatına düşkünlük, dünyevileşmek-sekülerleşmek tehlikesi, her zaman için geçerli olduğu gibi bilhassa ahir zamanda Müslümanlar için işaretlenmiştir. Şu hadiste buyurulduğu üzere:
“Eğer siz, öküzlerin kuyruğuna yapışır, hile-i şer’iyeli alışveriş yapar ve cihadı terkederseniz, üzerinize öyle bir zillet vurulur ki, cihada dönmedikçe ve tövbe etmedikçe bundan kurtulamazsınız.”
15 Temmuz gecesi, dünyevileşmeyi bırakıp Allah’a imana sarılmanın ve cihad ile kurtuluşa ermenin gecesi olmuştur. Hadisteki muştuya kavuşmak dileğiyle, kendimizi iman, aşk ve fikirle mücehhez kılalım ki, her dem kaim ve daim olalım.
Baran Dergisi 556. Sayı

07.09.2017