İnsan, eşya ve hadiseyi tanımak ve tanımlamak ihtiyacında bir varlık. Duygu, düşünce ve irade faaliyetleriyle çevresini kendine mal etmek ve zapt etmek ister. Her şeyden önce onları tanımlamak ve zihnen kuşatmak ister ki, kendi de konumlanabilsin. Aksi halde askıdadır ve bu son derece rahatsız edicidir. İnsanoğlu yanlış dahi olsa bir tanımlamaya boyun eğmeye meyyaldir. Bu genelde doğduğu çevreye uymak, oradan aldığı şuur süzgecine tâbi olmak şeklinde görülür. Ancak tam aksi de olur. 

Hayatın sürekli yeni oluşu ise insanı sorgulamaya ve yeniliklere açık hâle getirir. Zaten insan “hareket içinde hareket eden” bir görev içindedir. Hayat statikliği kabul etmez, insanın fizyolojik varlığı da... En başta ise zihni ve psikolojik varlığı kabul etmez.

İnsan izahsız duramaz. Kendini, ailesi ve çevresini bir şekilde izah eder. Zira insan, kainat ile kendi ilişkisini izah etmek zorundadır. Ancak hayatı da mutlak olarak izah edemez. Sınırlı varlık olarak kuşatılmıştır, hem mekân, hem zamanla. Sınırlı varlık insan için Mutlak Fikrin zorunluluğu söz konusudur. Onun hareketli ve düşünen vasfı da Mutlak Fikri şablon olarak algılamayacağı ve hayata tatbik ederken ayrı bir işlem yapması gerektiğini ihtar eder. Kısaca insan hem yıkmaya, hem yapmaya uygun bir varlık; insan, ihtilâlci vasfı olan bir varlık. 

“Bir bünyenin, kendi içinde, kendi öz nizamını sarsıcı ve yeni bir nizama yol arayıcı her hareket ihtilâldir.” (Necip Fazıl Kısakürek, İhtilâl, 1998, s. 6) Aynı bahsin devamında ise ihtilâlin hem içimizde, hem dışımızda süreklilik arz ettiği vurgulanır: “İnsan, nefsinde ve cemiyetinde, kendi ölçüsüne göre aradığı cennetin engellerine karşı daima ihtilâl halindedir.”

Müslüman aksiyonuyla Mutlak Fikri her daim yeni olan eşya ve hadiseler zemininde gösterendir. “Ben kulumu eşya ve hadiseleri teshir etmesi için kendime halife olarak yarattım” ölçüsü görev alanına işarettir. Aksi halde nefsinde davayı çürüten olur. İslâm’ın içinde her şey var, ancak bizim içimizde her şey yok. Bu anlayış-idrak ile mevzulara yanaşmak gerçek ihtilâl-inkılâbçı tavırdır.

İslâm’ı tatbik etmekten bahsedildiğine göre, önce “tatbik fikri” yani ideoloji şart. Zira su bulunmadan boru döşenmez. Sistem-dünya görüşü olarak BD-İBDA ortaya konduğuna göre, sistemden hareketle kurulan “hareket sistemi”ne yani “İBDA’nın aksiyon çizgisi”ne göre, görev ve faaliyet alanı belirlenmelidir. İnsanın düşünen ve hareket eden varlık vasfının gereği olarak Allah’ın biçtiği memuriyetin yerine getirilmesidir. Doğru fikir ve doğru tatbik ile kendinden zuhur olarak.

Mutlak Fikrin mahiyetini sadece kabuktan ibaret gören şabloncu kafalar ise insanın vasfını ve hayatın tabiatını anlamadıkları için meseleleri ıskalarlar ve inandığını tatbik edemezler. Mesela, bol bol ayet ve hadis meali zikreden ve İslâmî metinleri kuru kuruya tekrar edenlerde bu şabloncu anlayış görülür. Hâlbuki tatbik için ayrı bir düşünce gerekir, “tatbik fikri” gerekir. 

Demek ki insan, kendi düşünce ve eylemleriyle Mutlak Fikrin sonsuz zenginliklerini açığa çıkarır. Değişmez kabuktaki cevherleri/hikmetleri ortaya serer. İslâm’ın mizan-ölçü üssü olması eskimez, pörsümez, solmaz oluşu kıyamete kadar bakidir. Aslında dine yeni bir şey ilave edilmiyor, dindeki güzellikler ortaya çıkarılıyor ve dinin emri olan eşya ve hadiselere tatbik ediliyor. Tatbik ayrı bir fikir olup insanın aksiyonudur.

Mevcut düzeni değiştirmeye talip olanlar yeni bir “içtimaî şuur süzgeci” oluşturmalıdırlar ki, yıktıkları yerine yenisini ortaya koyabilsinler. Aksi takdirde devrimci değil, ıslahatçı olurlar. Eleştirdikleri düzeni de o düzenin “şuur süzgeci” ile eleştirirler ki, bu ancak o sistemi yaşatmaya yarar. “Yeni Nizam-Yeni İnsan” davası kurulamaz. Eşya ve hadiselere inanılan fikrin rengi verilemez. Velev ki iktidara gelinsin. Muhafazakâr ve Müslüman iktidarda materyalist ve seküler bir düzeni sürdürmek gibi bir durumla karşılaşılır. Fikrin ihtilali olmadıktan sonra ihtilâl yapılsa bile ihtilal için fikir olur ki, neticesi boştur. Sadece iktidara gelme değil, inkılâbı yapmaktır mühim olan.

İktidar kendi başına bir mânâ ifade etmez, onu mânâlı kılacak ve “inkılâb-oluşum”a çevirecek olan ideolocyanın tatbikidir. Daha “ideolojik eğitim” şartını idrak etmeyenlerin Mutlak Fikri hayata tatbikten bahsetmesi kuru bir hayalden ibaret kalmaya mahkûmdur. Olmadan olduramazsın; kendi kabını doldurmadan cemiyetin kabını dolduramaz, devletini ve nizamını kuramazsın!

İslâm “hayat nizamı” olduğuna göre mensuplarından bir sistem çapında toplum projesi sunmalarını ve bunun aksiyonunu ister. “Bize Kur’an yeter” veya “İslâmî kaynaklar var” demek, tatbik söz konusu olduğu zaman yeterli değildir, zira Kur’an ve Sünnet bizzat tatbik edemez. (İşin ironik tarafı, bu sözler söyleyenlerin tatbik fikrini gösterir; öyle ya da böyle, yanlış ya da doğru bir tatbik fikri olmak zorundadır.) Mutlak ölçüleri bizzat biz tatbik edeceğiz. Biz tatbik edeceğimize göre kafamızda “tatbik fikri” olmalı, bu da İslâm’a muhatap anlayış demektir. Projesiz inşaat yapılamaz. Toplum projesi ortaya koyan ve aksiyonu yerine getiren nesillerde ancak İslâm yücelir, yerine getirmeyen nesillerde ise İslâm düşer.

İslâm’ı yürütmek söz konusu olduğu zaman diyalektik davası gündeme gelir. Fikir, teorik plânda olurken, onun tertibi-düzeni ve yürütülmesi demek olan diyalektik ise dinamik plândadır. Tatbik için diyalektik ölçüleri olmazsa olmazdır, İslâm’ın çağımızda tatbiki için başta İBDA Diyalektiği eseri olmak üzere külliyatın eserlerinde diyalektik ölçüleri ortaya konmuştur. Sadece seyirci ve sadece duacı değil, Kur’an ve Sünnet’e boş boş bakıcı hiç değil, İslâm’ı gerçekten yürütmek için fikir ve diyalektik şartı yerine getirilmelidir. Diyalektik ve ahlâk davaları ortaya konmadan dava yürümeyeceği gibi lafta kalır. Diyalektik, aynı zamanda aklın niçin ve nasıl davasıdır. Ahlâk ise kâinatta insanın ne olduğu davasıdır. Ahlâk aynı zamanda inanılan sistem ile yapılması gerekenin birbirine uygunluğu davasıdır. Gerçek İslâm mütefekkiri bu iki sahayı da doldurmakla mükelleftir ve Necip Fazıl ve Salih Mirzabeyoğlu’nun yaptıkları bunlardır. 

Hareket içinde hareket eden insanın ihtilâlci vasfı açıktır. Mutlak Fikrin ölçülerinden bahsediyoruz, ancak insan düşüncesi mutlak değil, bunu biliyoruz. Bununla birlikte insanın kurucu ve yıkıcı olarak ihtilâlci vasfını da biliyoruz. İhtilâl bir vasıta olurken onu mânâlı kulan ise inkılâb vasfıdır. 

Necip Fazıl’ın “bu iş ne akılla olur, ne akılsız” tesbiti Mutlak Fikrin karşısında aklın tâbi vasfı görülürken, ayrıca tatbik ederken de insan aklının gerekli olduğu anlaşılır. Burada ahlâk ve diyalektik davalarının zorunluluğu tekrar görülüyor. Ahlâk, inanılan ile uygulanan arasındaki uygunluk davası olurken, onun yürütülmesi ölçüleri ise diyalektik olur. 

İdeolocya, insan ve toplum meselelerinin halli davasında fikirler manzumesidir. Sistem ifade eder. Her rejimin bir ideolojisi vardır. “İdeolojiler devri bitti” gibi söylemler, ya mevcut rejime karşı alternatif çıkmasın diye ortaya atılır, ya da ideolojiyi kuşanmamış bazı İslâmcıların çaresizliğini ifade eder. BD-İBDA ideolojisi (dünya görüşü) ise çağımızın kokuşmuş ve tükenmiş ideolojilerine karşı yegâne alternatif yeni dünya düzenidir. Bu açıdan İslâmcı hareketleri de gaye ve hedefine ulaştırıcıdır, mânâlı kılıcıdır. 


Baran Dergisi 628. Sayı

24.01.2019