Küreselci (Amerikancı) sayabileceğimiz Aydın Doğan’ın ulusalcı yayın organı Vatan Gazetesi’nden bir çelişkiye çarpıcı bir şekilde vurgu yapan haber başlığı: Petrolü olmayan ülkenin petrol zengini hükümeti.
Dünyada petrol fiyatları fırlıyor ve bundan petrol üreten Rusya gibi ülkeler kârlı çıkarken, petrolü olmayan Türkiye’de ise hükümet kârlı çıkmaktadır. Hükümet kolay yoldan para kazanmaktadır. Dünyanın en pahalı benzinini kullanan Türk insanı son zamla bu rekorunu da kimseye kaptırmadı. Komşu Yunanistan’da da petrol yok ama orada litre fiyatı 2 dolar bile değil.
Türkiye’de akaryakıttan alınan vergi, kurumlar vergisini neredeyse ikiye katlayacak. Kullandığımız benzinin %70’i vergi olarak alınmakta. İçki ve sigarada da %70’lere varan çok yüksek dolaylı vergiler var, birçok üründe de bu söz konusu. Kısaca, dolaylı vergi cennetiyiz! Dolaylı vergiden kaçış da yok ve kazanan kazanmayan herkese tükettiği oranda yükleniyor. Benzin sadece lüks otomobile ait değil, bütün nakliye vasıtaları söz konusu ve gıda maddelerinin nakliyeden dolayı pahalanması bilinen bir gerçek.
Garip gurebanın-fakir fukaranın dostu imiş bu hükümet!..
Acaba “garip-gureba” tabiri çağımızda küresel sermayeye mi denk geliyor? AKP hükümeti küresel sermaye ile bütünleşmiş ve bunu misyonu olarak icra etmiş olduğundan bu suali soruyorum. Yoksa “garip-gureba”nın mânâsını biraz biliyorum, sizler de biliyorsunuz.
Büyük sermaye çevrelerinin cariyesi olan bizdeki basın, arada bir sermaye çevrelerinin ağlamalarına yer vermektedir. Domuzlar gibi ne varsa silip süpürmeye alışmış kodamanların gelirlerindeki birazcık düşme, onları garip-gureba psikolojisine sokmaktadır.
Bizdeki gerçek garip-gurebanın sesi ise çıkmamakta! Gerçi nasıl çıksın, bir kemiğe razı hale getirilmişler ve medya da halkın medyası değil ki, onların kuruşuna kadar haklarını arasın, seslerine kulak versin!
Suyun başını puşt takımı (büyük sermaye çevresi) tuttuğu için garip-gurebanın ne yiyip içeceği, ne giyip takacağı, ne seyredip nasıl çiftleşeceğine kadar belirlenmekte-yönlendirilmektedir. Reklâmlarla, teşviklerle şunlarla bunlarla sermaye çevrelerinin kazancına kazanç katacak ve sömürü düzenini yaşatacak hayat tarzı öğretilmekte-imrendirilmektedir.
Zevklerimiz dahi, tüketim pazarlarına göre oluşturulmakta; aslında biz, biz olmaktan çıkıp, zevksiz, yapay, kimliksiz bir “tüketici-birey” haline getirilmekteyiz! Mesela, sinemayı güya seviyoruz ama, sanat filmlerine karşı sabırsızız.
İnsan boyutundan çıkmışız tüketici boyutuna girmişiz! Bir cep telefonunun fiyakası insanı(!) mutlu etmeye yetiyor. Modern oyuncaklar! Artık iş, ihtiyaç boyutundan çıkmış, zevk ve kültür haline gelmiş; öyleki cep telefonunda “salla şarkı değişsin!” reklamının cazibesine kapılan ucuz ve sanal bir gençlik yetişmiş. “Vay be!” denecekse teknolojik marifetlere değil, teknoloji düşkünü böyle çocuk-kadın-genç-yetişkin ve ihtiyarlara demeli!
Hayat tarzımıza çok dikkat etmeliyiz! Duygu, düşünce ve iradî alışkanlıklarımıza çok dikkat etmeliyiz! Onların (hain kapitalistlerin) sürüsü olmak istemiyorsak alışkanlıklarımızı, hayat tarzımıza yani kendi ideolojimize göre düzenlemeliyiz.
İdeoloji, sadece düşünce ve fikrî faaliyet değildir, bizatihi hayat tarzıdır, bizatihi alışkanlıklarımızdır. İdeolojiyi hayattan kopuk ve entelektüel bir faaliyet gibi anlamak, ideolojiyi hiç anlamamaktır. İdeolojinin tarifinden de hayata dâir olduğunu anlayabiliriz.
İdeolojimize göre yaşayamıyorsak ve ideolojimizi hayat tarzına döndüremiyorsak, ideolojimizi anlamamışız ve yaşayışımızda yalanlamışız, demektir.
İBDA Mimarı Salih Mirzabeyoğlu tarafından “Yaşamayı fikir, fikri yaşamak bilmek” sözü bunun için söylenmiştir. Demek ki, laf olsun diye değil, hayat tarzı olsun diyedir ideoloji.
“İdeolojiler çağı bitti”! diyenlere de aldanmayalım, onların ideolojisi bu sözde gizlidir, bu sözdür; diğer ideolojileri dışlamak ve kendi statükosunu dayatmak mânâsında hayat tarzları-ideolojileridir. Egemen güçler, kendi ideolojilerini, “ideolojilerin çağı bitti!” diyerek dayatmaktadır…
Hayat tarzı başka, ideoloji başka diyemeyiz. Böyle bir durumda insanın inandığıyla yaşadığı arasındaki uyum yok demektir ve ahlakî bir problem taşır. Eşya ve hadiseler karşısındaki tavrımız olan ahlâk?
İnancım (ideolojim) başka, yaşantım başka olamaz!
Kültür emperyalizmi ve kültür erozyonu, önce kültürümüzü ve sonra hayat tarzımızı değiştirerek yapılmaktadır. Yeme-içme, tuvalet alışkanlıklarımıza kadar… Demek ki kültürümüzle hayat tarzımız iç içedir. Kendi kültürümüzün hayat tarzını ikame edemiyorsak, ne kadar karşı olsak da erezyona uğramışız demektir.
Bizi sömürenler (Batı), ideolojileri yani hayat tarzları gereği bunu yapmaktalar ve karşı koymazsak yapmaya da devam edecekler.      
 “Ya bizdensin ya onlardan!” sözünü hayat tarzına döndüremezsek bir mânâ ifade etmez…



Baran Dergisi 74. Sayı