Mevzu zaruret ve aciliyet açısından oldukça mühim. Bugün gelinen noktada başlığımızda ifade ettiğimiz “ideolojik eğitim ve cephe faaliyetleri” asli merkez hüviyetini kaybetmeden ve hiçbir şekilde keyfi yorumlanmadan “ne ise o” şeklinde bir daha okunmalı, anlaşılmalı ve tefekkür edilmelidir. Bu cihetle yazımız bu dilden anlayanlar için çok şey ifade etmeli. Hele ki mimarının 15 yıldır ve bilfiil işkence altında olduğu İBDA davasına kendisini muhatap görenler için “ızdırab” ötesi bir durum arzetmeli…
Kalplerinden hastalıkları söküp atmayanlar yahud cedelle mesele çözeceğini zanneden, dedikodudan başka bir şey üretmeyen, fikir adına “sülük” olmak dışında bir icraat ortaya koyamayan zevat ise uzak durmalı… Çünkü olanı kirletmekten, yapılanı lekelemekten, bedahet halinde belireni tahrif etmekten, çayını yudumladığı kahve köşesinden geyik terennüm etmekten, güya bağlı olduğu dünya görüşünü savunuyor görünüp bir fahişenin bile vermeyeceği zarar cihetinden dilinden “irin” akıtmaktan, görünüşüyle, duruşuyla, oturuşuyla, konuşmasıyla dünya görüşünü yalanlamaktan başka bir şey yapmamaktadır bu zevat… Bunlar fikir zavallıları, zengin sofradan aç kalkan bedbahtlar sürüsüdür.
“İdeolojik Eğitim” davasının ilk ve olmazsa olmaz şartı; İslâm-İman ve olabildiğince fazla amel… Dava İslâm davası olduğuna göre bunun aksi bir oluşa, yahud kıvrımlı yollara sapışa müsaade yok. Üstadın deyişiyle ve teferruatı İdeolocya Örgüsü adlı eserinden takip edilmek üzere “derin ve gerçek Mü’min” olmak her daim yaşayarak ulaşmak istediğimiz üst nokta. Öteler ve daha ötesi ve daha ötesi… Durmaksınız her daim yenileniş ve ileri atılışla. Donmak kokuşmayı, durmak tükenmeyi, geriye bakmak çürümeyi, vazgeçmek iflas etmeyi gösterir.  Bu sebeble İslâm’ın emir ve yasakları “derin ve gerçek Mü’min” olma yolunda her daim yapmamız, yaşamamız ve yaşatmamız gerekmektedir. Bu aynı zamanda “iman olsa tezahürü olur” yahud halkın aklı gözündedir” hikmetinden payla çevreye de “temsil” açısından iyi bir misaldir.
Sonraki şartlar bu daire içinde, şaşmadan ve şaşırtmadan fırka-i naciye Ehli Sünnet V’el Cemaatin kanatları altında “Mutlak Fikir” davasının fikir ve aksiyon görevlerini yüklenmek. Küçük-büyük iş ayrımı yapmadan, kısa-uzun hedef gayesi gütmeden, herhangi bir haset ve hırs hastalığına müptela olmadan, tüm gayretlerini yalnız Allah rızası için ve tüm beklentilerini yine sadece Allah’tan ümit ederek dava peşinde koşmak… Dostlarının şahsi kusurlarına kör, davaya dönük kusurlarına ise en nazenin dil ve en zarif ilgi-alaka ile el atış.
Ve yine yola çıkışta, bir iş yerine getirişte yahud bir eylem-ürün ortaya koyuşta “tenkid” edilebileceğini bilerek oldukça sabırlı ve muhatabın “iyi niyet” tenkidlerini dikkate alıcı, nefis tuzağına düşmeden ciddi anlamda sabır ve sebat gösteriş… 
Son olarak kafire karşı kullanılan şedid dilin “yeri ve zamanında” kullanılması, Mütefekkir muhatap olarak önemsediği biri için dile getirdiği tenkidi tefekkür etmeden “bende yaparım hesabı” olur olmaz her mevzunun bu tenkidin içine katılmaması ve bu hususta mühim bir “edep ve üslub” sahibi olunması.. Evet, kısmen kalın hatları ile özetlediğimiz bu şartlar oldukça mühim. Her bir başlık dikkatli tefekkür edilse görülecektir ki, aslında ayrı bir yazı konusu. 
Yukarıda ideolojik eğitim açısından temel dinamikleri, olması ve yapılması gereken birkaç unsuru işaretledik. İBDA, muhatabından her daim “fikir ve aksiyon” hâli ister. Biraz ileri gidelim; “ durum raporu” ister. “Dün ne haldeydin, bugün ne haldesin, yarın ne olacaksın?” İBDA herhangi bir parti, dernek, kuruluş değil ki, farklı cemiyet ve nizamlar içerisinde rahatça yer alabilsin, kendini entegre edebilsin. Aksine İBDA kendisi bir nizamdır ve nizam teklif eder, bir cemiyet, devlet oluşturmak ister. İBDA hiçbir batıl itikat, fikir ve aksiyon hareketi içerisinde barınamaz. Barınamadığı gibi gayesi zaten bu gibi batıl itikat ve amel noktalarını yıkmak ve yerine “Yeni Nizam, Yeni İnsan” davasını yerleştirmek ister. Bu minval üzere İBDA’ya muhatab olmuş ve bu sistem üzere kendilerini ideolojik eğitimden, diğer bir deyişle ideolojik terbiyeden geçirmek isteyenler Büyük Doğu İdeolocyası’nı ve ruhunu iyice kavramalıdırlar. Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun İdeolocya ve İhtilal adlı eserinden iktibasla meseleye açıklık getirelim; 
“Bütüne nisbetle parça aksiyonla (mevzuundaki aksiyonla) bütün aksiyona katılacak olanların, bu bütün ihtilâl-inkılâb şuurundan pay alarak, kendi mevzularındaki aksiyona yönelmeleri ve gerekeni yapmaları; belli bir fikir birikimiyle Büyük Doğu İdeolocyası’nın ruhunu kavrayarak “bilmeyi bilme” durumuna gelmek, oradan ilgi mevzuuna yönelmek (pratik), pratiğin verileriyle vasıtanın teorisini zenginleştirmek, o teoriyle tekrar pratik şeklinde, “dış oluş vasıtalarını iç oluş destekleriyle beraber kuşatmak”… Yapılması gereken budur!..” (s.41)
Mütefekkirin tesbitleri “cepheleşme” için de geçerli. Nihayetinde ezberden tekrar edilen haliyle; mizaç, kabiliyet, davranış, dil vs. unsurları birbirine benzer insanların bir arada çalışmaları “cepheleşme” kavramını izah etmekte. Ancak bu şu demek değil; herkes istediği gibi çalıp söyleyecek. Aksine aynı orkestrada yer alan ve aynı melodinin “gereken yerde gerektiği kadar” çalınmasına ortak olan farklı enstrümanlar anlaşılır. 
İdeolocya’ya ters rastgele oluşlara yahud çıkışlara, yazılara, eylemlere bu manada müsaade yok. Sebebi gayet basit: Kendini İBDA’ya muhatap kılmış bütün cepheler Büyük Doğu – İbda dünya görüşünü hayata geçirmek için çaba gösterir. Bu açıdan çıkan kendini İBDA’ya muhatap kabul etmiş, görmüş her yayın organı, her grup, her şahıs ve dernek kullandığı enstrümanın ayarını Büyük Doğu İdeolocyası’na göre yapmalı ve nefsi, keyfi, egoist, kavmî vb. oluşlardan “dehşet verici fitne kaynağı” görmüş gibi kaçmalıdır. 
Cepheler arasında İdeolocya’dan kaynaklanan fikir ayrılığı olması muhal olduğuna göre herhangi bir cephe içerisinde yer alan şahıs, zümre veya organlar aralarındaki cedelin faydadan çok zarar getirdiğini iyi bilmeli ve bu cedellerin önceki ve sonraki amelleri yok edebileceğini iyi hesap etmelidirler. Kör dövüşünü andırır tarzda bir duruş dışarıdan bakan zümreyi tiksindirmekten başka bir işe yaramaz. 
Cepheler zaman zaman yaşadıkları başarısızlıkların hesabını önce bu noktadan başlayarak vermelidirler. Kaldı ki cepheleşmenin zaruretine dair deliller “düşman kuvvetlere karşı en az kayıpla çok sayıda iş ve aksiyon üretmek” diye dile getirilir. Yoksa “küfür cephesine saldırıyı bırak, işin kolayına yani birbirinizle uğraşmaya bak” değil herhalde. Bu ihanet değilse ahmaklıktır. Ucuz ve kalitesiz tipler kendini bu manada zaten ele verir; manasına ve görev şuuruna sahip olmadığı herhangi bir iş olduktan sonra atıp tutar, savunuyor gibi görünüp şöyle-böyle ifadelerle iş ve fikir üretenlerin motivasyonunu ve morallerini bozar. Bir vesileyle bu tiplerle karşılaşmış İBDA hazinesinden beslenmek isteyen ruhları aç kişiler, bunlar sebebi ile mevzuyu ya hiç anlamakta ya da bu tiplerde gördüklerinden ibaret bilmektedir. Diğer taraftan cepheleşme “iş ve fikir üretmekten” kaçınan insanların sığınağı da değildir. Kendisine Büyük Doğu’yu arka plan olarak alıp, ağzında lafı eveleyip geveleyen bazı tiplerin, sıra bir takım fedakârlıklara ve iş üretmeye gelince sıvışmaları ve buna bahane olarak “cepheleşme”yi dillendirmeleri, aynı zamanda “cepheleşmenin” nasıl eleyici, iş yapanla yapmayanı ayırt edici bir güzelliğe sahip olduğunu da göstermektedir. Kendini İBDA’ya muhatap kılmış ve elinden geldiğince en iyisini ortaya koymaya çalışan yayın organlarına ve farklı kulvarda kendi çaplarında çok harika girişimlere imza atan, dil ve diyalektik çerçevesinde iş ve eylem üretenlere karşı “aşmışlık, haset” hastalığı da bu gibi tiplerden veba halinde yayılan iğrenç bir “iğdiş olunmuşluk” halidir.  
Özetle; cepheleşme inanılmaz derecede mühimken, aynı zamanda cephe içerisinde yaralan kişiler de o derece temsil ettiği dünya görüşüne karşı “sorumluluk ve örnek şahsiyet” olma açısından mühimdir. Gayesi İslâm olan, gayesi küfür rejimlerinden kurtulmak olan, gayesi şeriat nizamında yepyeni bir dünya kurmak olan dava adamı namzetleri için bu tesbit her daim baş üstünde bulundurmalıdır.
Nihaî sözümüzü fikir ve aksiyon devi Salih Mirzabeyoğlu’na bırakalım:
“Hikmete geçerek aksiyon nedir ve ne değildir, onu cevaplandıralım. Aksiyon, sade iş ve fikir değil, üstün işe hakkedilmiş (işlenmiş) üstün fikir demektir. Herhangi bir iş ve fikir değil dedik. Çünkü tam fikirsiz hiçbir iş yoktur. Bir sigara yakmak için bile kibritin çıkarılması, yakılması, birer küçük fikirdir. Bunların kıymeti yok… Büyük fikir ve onun büyük iş hâline inkılâbı; aksiyon budur. Yâni alelâdenin üstü; harika yenilik ve çetinlik şartları içinde insanın kendi kendisini ve cemiyetini aşma cehdi; aksiyon budur. Her işte imkân üstüne tırmanmak ve engeli aşmak davası; aksiyon budur.” (İdeolocya ve İhtilal, s.40)