Önce hukuk ve ideoloji arasındaki ilişkiye değinelim. Hukuk kâidelerinin gayesi toplum hayatını nizamlamak, istikrar ve emniyeti temin etmek olduğuna göre, hukuk, amme menfaatine hizmet eden kaideler bütünüdür. “Yap” ve “yapma” çerçevesindeki bütün müeyyideler bir kültür ve ideolojiye göre tesbit edilir. Onun için her dünya görüşünün hukuku da kendine özgüdür. Hukukun kaynakları da inanış ve kabullere göre değişebilmektedir. Hukukun kaynakları dinler, akıl, örf ve âdet, kanunlar vs. olabilmektedir. Onun için Mısır, Mezopotamya, İran, Türkistan, Antik Yunan ve Roma hukuk tarihinden; ilâhî hukuk sistemleri olarak Yahudi, Kilise ve İslâm Hukukundan bahsedilebilmektedir. Çağımızda ise Roma-Cermen hukukundan neşet eden Avrupa Hukuku ve onunla ortak Anglo-Amerikan hukukunun egemenliği vardır. Bu hukuka yön veren Batı ideolojileri olarak liberalizm, demokrasi ve küreselleşmeyi de zikredelim.

Her devrin “nass”ları var. 1960-1970’lerde sosyalizm moda idi. Sonra Neo-liberalizm rüzgârı esti. Şimdi ise demokrasi ve küreselleşmeden dem vuruluyor. Bir de yanında hukuk devleti, evrensel ilkeler, insan hakları söylemleri var. Dünyada olup bitenler ise evrensel ilkelerin palavradan ibaret olduğunu ispatlıyor.

Hukuk devleti için de herkes birbiriyle yarışıyor. Bilhassa Batılılar dünyadaki yangını kendi müreffeh hayat seviyelerinden keyifli keyifli seyrederken etrafa demokrasi ve insan hakları dersleri vermekten de geri durmuyorlar. Ancak yangın kendi evlerini vurunca cıyak cıyak bağırıyorlar.

Küresel güçlerin dayattığı “evrensel standartlar”ın hangi hukuka göre tesbit edildiğini sormak durumundayız. Anlaşılan silah onlarda olduğu için kuralları da onlar koyuyor. Hâlbuki her toplum kendi hayatını nizamlayıp hukukun kaynağına göre farklı hukuk vaz etmesi gerekirken, “evrensel hukuk” diye emperyal güçlerin sömürüsüne muhatap hâle getirilmektedir. Evrensel değer dedikleri kendi değerleridir, müşterek değerlerle harmanladıkları kendi bakış açılarıdır. Tabiî ki farklı hukuklarda ortak insanî değerler vardır. Fakat bu ortak değerler Batı’nın tekelinde değildir. Batı insanına veya kültürüne ayrımcılık ve üstünlük tanımak gerekmez.

Aslında evrensel normlara uymayan başta bu emperyal güçlerdir. Yani, dünyaya hukuk ve ahlâk dersi verecek durumda değiller. BM’nin yapısı evrensel hukuk değerlerine uyuyor mu? BM ne kadar demokratik?

Hukukun ideolojiden neşet ettiğini söylemiştik. İdeoloji, ferdin ve toplumun inşaındaki “bütün esasları” veren fikirler manzumesidir. Devlet eğer hukuk demek ise ki öyledir, devletin de bir ideolojisi olmalıdır. Mutlak mânâda ideolojisiz bir devletin olması mümkün değildir. Pekâlâ, ideolojisi olan bir devlet de hukukun üstünlüğünü sağlayabilir, hukuk devleti olabilir. Hatta daha tutarlı ve belirlidir. Yani, evrensel ilkeler palavrasının arkasına sığınmaz. Batı’nın mülteci krizi, Ortadoğu’da yaptıkları gibi çifte standartlara tevessül edemez. Şunu ilave edelim ki, her demokratik devlet hukuk devleti mânâsına gelmez.

İnsanın en yüksek organizasyonu olan devletin onu kuran fertlerin kimliğinden azade olması düşünülemez. Yöneticilerin fert fert bir inanışı olduğuna göre bunların bir araya gelerek aldıkları kararlar da bu inanıştan etkilenmiştir. Zaten nizamdan, ideolojiden ve inanılan bir sistemden bahsediyoruz. Devleti kuran ve yönetenler isterse seküler veya ateist olsun, neticede onların inancı ve ideolojisi de bu olmaktadır. Yani “hukuk devleti”, “demokrasi”, “hürriyet” vs. kavramları onun içini nasıl doldurduğunla alâkalıdır. Mesela hırsızlık, cinayet, tecavüz vs. her toplumda kötüdür. Fakat bunlarla nasıl mücadele edileceği farklılık arzedebilir. Kimi genel önlemeye, kimi özel önlemeye öncelik verir. Ayrıca bazı suçlar da toplumlara göre farklılık arzeder. Toplumun inanç ve fikir yapısı hukuku belirler.

Doğal hukuk, doğal haklar vs. diye geçen yüzyılda popüler olan görüşler şimdi eleştirilmektedir. Bir kere insanın tanımı kültür ve medeniyetlere göre değişmektedir. Fikir ve inanışlara göre insan hakları veya daha doğru bir tabirle insan görevleri de, farklılaşır. Doğal hukukun seküler karakterde kullanıldığını da belirtelim. Keza “insan hakları” kavramının da seküler kaynaklı olduğunu ilave edelim.

Kısacası, modernizm, çağdaşlık, bilimsellik vs. kavramların sistemleştikleri an bir ideoloji olduklarını ve kendi anlayışlarına göre bir hukuk vaz edeceklerini söylüyorum. Her ne kadar Batılılar, ideolojilerden uzak ve hukuk devleti vs. propagandasını yapsalar bile onların bu söylemi geri plandaki “varlığı kaçınılmaz” ideolojilerini maskelemek içindir. Hâkim oldukları statükocu düzenlerinin alternatif bir ideoloji ile sarsılmaması için, böyle bir propagandayı tercih ederler. Yoksa zihinlerimize ve algılarımıza kadar kontrol edecek ve bütün tüketim alışkanlıklarımızı esir alacak kapitalist bir ideolojiyi pazarlarlar. Sermayelerine küresel alan açmak için cici demokrasi ve evrensel değerleri (!) nass olarak takdim ederler.
“Devletin ideolojisi olmaz, ideolojisi olan devlet vatandaşlarına eşit yaklaşamaz” söylemi de ideolojisizlik kılıfı altında Batı değerlerinin yaşatılmasıdır; yani Batı ideolojisidir. Aslında mühim olan devlet sisteminin nasıl bir düzen vadettiği ve uyguladığıdır. Tartışılması gereken bu olmalıdır.

Metod olan demokrasinin rejim modeli hâline geldiği ve Batı standartları içinde tarif edildiği yani Batılılaşmak ve sömürgeleşmek mânâsına kullanıldığı dikkate alınırsa bizim gibi ülkelerde neden hukuk reformları yapılmasını istediklerini de anlarız. Siyasî-iktisadî sömürgeleştirme için toplum nizamlayıcısı olan hukukun kullanılması söz konusudur. Lozan’da kapitülasyonlar kaldırılırken bizim hukuk devrimleri yapmamız şartını antlaşmaya koymaları da bu amaçla idi. Tanzimat’tan beri olan siyasî-hukukî düzenlemelerin altında da Batılı ülkelerin kendilerine zemin açma hedefi yatmaktadır. Bizlere, devletin ideolojisi olmaz, diyerek kendi ideolojilerini dayatmaktadırlar. Gerek askerî güçle, gerekse uluslararası medya ağıyla yapılan algı operasyonlarıyla istediklerini elde ederler.

Temelde üç ideoloji vardır. Kapitalizm, sosyalizm ve İslâm… Hâkim pozisyonda olan kapitalist sistem, öbür ideolojilerin (tek İslâm kalmıştır) yolunu kesmek için, sanki kendi görüş ve hayat tarzı bunu ifade etmiyormuş gibi, “ideolojiler çağı bitti, devletin ideolojisi olmaz” propagandasına başvurmaktadırlar. Demokratik-liberal anlayıştaki rejimler bir ideolojiye sahip değil mi?

“İslâm ölçülerine göre hareket edeceğiz” demek bir ideoloji olduğu gibi, “hayır, dine göre değil, seküler-dünyevî ölçülere göre hareket edeceğiz” demek de bir ideolojidir. Biri hakikatin kaynağını Allah’ta görürken, öbürü insanda hem de farklı farklı insanda görür. Birinde sabit hakikatler varken öbüründe hakikatler sık sık değişir. Sık sık değişen ise hakikat olamaz, bu ayrı mevzu. Hepsinin de peşin kabulü yani Mutlakı var. Yâni seküler olan da hayatı izah için sekülerizmi Mutlak olarak alıyor.

“Dinî duygular devlet işlerine ve siyasete karıştırılamaz” diyor değiştirilmesi düşünülen Anayasamız. Madem Anayasa değişikliği tartışılıyor ben de diyorum ki, “ateist (dinsiz) veya Batıcı duygular devlet işlerine ve siyasete karıştırılamaz”. Onunki de yasaklama, benimki de! “Evrensel aklî ilkeler” diyorlar ama adres Batı oluyor, onu Mutlak kabul ediyorlar. Biz ise “Allah’ın hükümleri” diyoruz. “Yok, olmaz” diyorlar. Niye olmaz?

İsrail rejimi muharref Tevrat şeriatına göre yönetiliyor. İrlanda Anayasası, halktan kaynaklandığını söylerken, “Tanrının izniyle” kaydını da koyar. Avrupa’da birçok Anayasa’da “tanınmış din” modeli vardır. Yunanistan Anayasasında dinden dönme yasaklanmıştır. Laikliği Anayasasına koyan tek ülke Fransa’dır.

Hukuk devletinin demokrasiyle aynı anlama gelmediğini, demokrasinin çoğunluk diktatörlüğüne dönebileceğini ve devletin faaliyet alanının sürekli gelişmesine nazaran “kamu hukuku emperyalizmi”nden bahsedildiğini ve bunun da modern demokratik devletlerde çıkar gruplarına hizmete döndüğünü belirtelim. “Hukuk devleti”nin de lafta kaldığını ilave edelim. Mutlak Fikirden gelen hak eksenli değil de faydacı mülahazaların hâkim olduğu şeklî bir hukuk devleti tek başına hak ve özgürlükleri koruyamaz. Şunu da ifade edelim ki, hukuk devleti veya hukukun üstünlüğü, hukukî ilke olmaktan çok, siyasî bir idealdir. Bu da yukarıda söylediklerimizle, yâni hukukun dünya görüşünden doğduğu görüşüyle örtüşüyor.

Devlet, milletin bir organizasyonu olduğuna göre, milletin ideolojisi ne ise devletin de ideolojisi odur. Devlet, millet içinse tabiî olan millete göre devletin olmasıdır. Azınlıkların hakkını koruyup koruyamayacağı ise ideolojinin niteliğine göredir. Osmanlı Şeriat ideolojisine göre bir devlet idi, ama azınlıkları hoşça idare etmekte dünyada emsali yoktu…

Baran Dergisi 522. Sayı
12.01.2017