Max Scheler “Geist”i tarif ederken, “kendisi obje haline getirilemeyen biricik varlık” tarifini yaptıktan sonra,insanın, “kendi başına var olan varlığı”, “Mutlak Varlık’ı” bilme imkânlarını, insanın “kendini bilme, idrâk etmesinde” bulur ve bu görüşleriyle Scheler, Batı’nın insan hakkındaki “dinî”, “ilmî” ve “fikrî” görüşlerinin tümünü tenkid etmiş olur.

“İnsanın kendini bilmesi” meselesinin “Mutlak Varlık”ı bilmesinin yegâne yolu olduğunu işaretleyen Scheler, sanki mealen “kendini bilen Rabbini bildi” hadisine yaklaşır gibi olsa da, insanı “kul” olmaktan men ederek, ibadeti bir “acz” olarak görüp, insanı “Tanrıyı tamamlayan” olarak nitelemesi ile aslında İslâm dışı “mistik görüşlerin” varabileceği noktayı da işaretlemiş olur: İnsanın tekâmülünün ufkunun Tanrılaşmak olması…
“Acz” ve “kul olmak”; bunların üzerinde duralım.

Burada Hazreti Ebubekir’in “idrâkin aczini idrâk bir ilimdir” sözünü hatırlatmanın yeri. Salih Mirzabeyoğlu, “Büyük Muztaribler” isimli eserinin ikinci cildinde, bu sözü tabiri caizse şerheder. Ve bu sözün, “topyekûn varlık sırrının şifresi” olduğunu söyler. “Her nesnenin aslı ve sonu olarakAcz”in insanı nitelemedeki rolünü ve “insanın ilahlığa değil ilahîliğe varma ufkunu” bütün veçheleriyle işaretler. “İdrakin Aczine Dair” isimli bölümde şöyle yazar:
- “Ruh, ancak kılığına büründüğü şeylere âit görünüş ve hususiyetlerine göre anlaşılır ve kendi öz zâtı meçhul kalır; bu husus, “ruhtan size çok az şey bildirildi” meâlindekiâyetle sabit… Büyükler belirtmişlerdir ki, ruha âit hakikatlerin bilinememesinde, İlâhî sır karşısında insan idrâkindeaczin belirmesine dair bir hikmet vardır; ve buna kıyas edilirse, İlâhî hakikati idrâkteacz zaruri olmak lazım gelir ve en üstün idrâk budur. Allah’ın emrinden-EmrÂlemi’nden olarak kaim ruha nisbetle, fikir ve irâde sıfatları da ruh ile kaim ve bu çerçevede ilim “araz”dır… Demek ki sadece her çeşidiyle ilim, sadece eğrileriyle değil, doğrularıyla da aczimizi gösteriyor; aczin idrâki için ilim… Hayret bu idrâkten doğar! (…)

Topyekûn varlık, varlık sebebini, var oluşunu ve varoluşunu Nur-u Muhammediye borçlu. Dehr’inmânâlarından biri de “insan”, insandan gaye de Allah Resûlü ve gerisi O’na nisbetle “insan” ve “hayvandan aşağı insan” sıralamasında. Zaman, zamanüstü ve zamandışı, topyekûn varlığın, “vacib-ül vücut-zorunlu varlık”a teslimiyetinin vasıflarını çerçeveliyor… “Her nesnenin aslı ve sonu olmak” bakımından ACZ’den bahsediyoruz ya; bu mânâ çerçevesinde, Allah’ın gayrı olmak bakımından bütün varlık dereceleri bütün hakikatleriyle-asıllarıyla bu sıfattadır. Burada dikkat edilmesi gereken husus, şuur sahibi ve dolayısıyla “iradî seçim yapabilme” özelliğiyle insan, bu idrâki kazanmaya memur; Allah’ta fânî olmak, Allah’ta tükenmek. Fânî olunanla fâni olan arasındaki, fâni olmaya memur olanın “tenzih” sırrına riayet şartı yerine gelince, “İlâh”a nisbetle “ilâhî”lik  vücut bulur ki, bu tükenme en üstün kudret, bu yokluk en şiddetli varlık ifâde eder.” (Büyük Muztaribler-Düşünce Tarihine Bakış, İbda Yay., İstanbul 2003, Cilt 2, s. 17-18)

İnsanın aczini reddeden, onu “kul” olarak nitelemeyi reddeden, insanın Allah’ta fâni olmasını reddeden mistik-metafizik bir takım görüşlerin ipin ucunu tam da bu noktada kaçırdıkları görünüyor sanırız. Max Scheler örneğinde gördüğümüz gibi, bir kısım hakikatlere yaklaşır gibi olurken, “idrâkin aczini idrâk” edememesi gibi… Kulluğu ve kulluğun gereği olan ibadeti reddetmesi ve neticede insanı “İlahı tamamlayan” olarak görmesi gibi…
Şöyle yazar Salih Mirzabeyoğlu aynı eserde:

“Allah’tan gayrı varlık sıralamasında, Gaye İnsan itibariyle “başkası olmadan başkası için olma” durumunda olan insan, Kâinat plânında “madde, mineral, bitki, hayvan ve kendisi” sıralamasında en âciz-ihtiyaç sahibi halkayı teşkil eder. Kâinat’ta, “başkası olmadan başkası için olma” madde’den başlar. İnsanın hakikati ve Kâinat’taki durumu, biri üstün diğeri acz belirtirken, aczi gösteren ihtiyaç –neye ihtiyaç?- doğrudan doğruya insanî hakikati yerine koyma memuriyetine dairdir… Bir İslâm büyüğü:

- “İnsanoğlu Allah’a muhtaçtır. Allah, ezelî ilmiyle bildi ki, insan beşeriyeti gereğince su, ekmek vesair dünya sebeblerine ihtiyaç hâlindedir. Bu bakımdan her neye muhtaç olursa, bu ihtiyacın hakikati, Allah’a muhtaç olmaktan başka bir şey değildir. Bu hikmetin idrâki!”

Âlemdeki her nakış, müntehasında Allah gayesini işaretlerken, bu hikmetin ihtarında bir kere daha insanoğlunun bilerek veya bilmeyerek her davranışında Allah’ı arıyor oluşunu görelim.” (Büyük Muztaribler, Cilt 2, s. 20)
“İdrakin aczini idrâk bir ilimdir”… Hazreti Ebubekir’in bu sözü, aynı zamanda “nefs-ben bilgisi”ni, bu bilginin rejimi olan “Mutlak Fikrin Gerekliliği” bahsini, buna bağlı olarak “Bütün Fikrin Gerekliliği” bahsini davet ediyor. Batılı filozofların “insanı” tanımlamada yaklaştıkları bazı hakikatler, sadece bu ihtiyacı ihtar ediyor diyebiliriz… Aczin idrâkini, idrâkin aczinin idrâkini…

Baran Dergisi 541. Sayı