Bu benim hikâyem değildi, tâ ki okuyup da yazana kadar.

Babacan ve yiğit bir Kübalı balıkçının denizde (Gulf Stream’de) akıntıya kapılmışken, dev bir balığı oltasıyla zapturapt altına almaya çalıştığı sade ve muhteşem hikâyesi… Hemingway’in “inanmaya” başladığı şaheseri.

İhtiyar Balıkçı -yahut Yaşlı Adam ve Deniz (1952)- cesaret, mücadele, irade ve tecrübenin portresidir. Eserin getirdiği Pulitzer (1953) ve Nobel (1954) ödülleri; biraz prestij, şu kadar para ve bir de nişaneden fazlası değildir. Hemingway için mükâfatın en büyük ve ehemmiyetlisi, bu eseri vesilesiyle “Tanrı’yı keşfetmesi”dir.

Mevzubahis senelerden sonra Hemingway’in şöhreti tüm dünyada giderek arttı. Yaşlı Adam ve Deniz’in her insan tarafından okunması gerektiği bazen terennümle, bazen ise gür sesle ifade edildi. Bu tavsiyede bulunanlar, gerçekten de haklıydı; çünkü, bu kısacık kitabta insanın ruhuna dokunan tuhaf şeyler vardı.

Kübalı balıkçı Santiago’nun yetersiz yiyecek ve hatta alet-edavatla koskoca kılıçbağılıyla ettiği mücadele değişik veçhelerden zarafetle işlenmiştir ki, okur adamdan yana mı yoksa balıktan yana mı saf tutacağını şaşırır; insanların “canından bezme” dedikleri hâle bürünür, soluk soluğa kaldığını fark etmez bile. Gafillik edip usta Santiago’nun oltasına takılan akılsız ama bir o kadar da güçlü dev balık galip gelebilir mi?.. Koskoca balığın hakkından geleceğini düşünen ihtiyar da yabana atılamaz… Av kim, avcı kim? Belli ki esaslı bir kavga var burada. Kendime sormaya, sorsam da cevap vermeye cüret edemediğim şu düşünceler nereden geliyor?.. İhtiyar ve balık bir olup da okuyucusunu avlıyor olmasın? Şimdi de Hemingway’in nasihat ve sorularına cevap verirken, kendimi suçüstü yakalıyorum.

Santiago ya da koca “dostumuz” kılıçbalığı arasındaki kıyasıya mücadeleyi kim kazanmıştır, kim kaybetmiştir… Orası sizin hükmünüze kalmış. Hemingway’in “Akıntı Adaları” isimli bir başka eserindeki, farklı bir kahramanın söylediği gibi, “Savaşa girdin mi, kazanacaksın!” Yaşlı Santiago da, aynı bu misaldeki gibi, rakibini pes ettirmek için kanayan nasırlı elleriyle bazen oltaya abanıyor bazense balığı yormak için misinayı çok fazla gerdirmeden olta ve sandalı koca balığın çekiş kuvvetine bırakıyor. Balık içini parçalayan zokaya rağmen pes etmeden okyanusa karşı var gücüyle yüzgeçlerini çalıştırıyor. Kan tadını alan, sırtlan sürüsü gibi balığa saldıran köpekbalıkları nemalanmak adına bizim gafil balığa saldırıyor… Avını paylaşmak istemeyen İhtiyar Santiago, mızrak, kürek ve bıçağıyla hem kendini hem de avını savunuyor!..

Hemingway “Bu hayatım boyunca yazabileceklerimin en iyisi!” demiştir İhtiyar Balıkçı’yı editörüne teslim ederken… Zaten hayatı boyunca savaş, silah ve ava merakı vardı bu yazarın.

Bir başka hikâye… Hemingway’in ölümünden neredeyse otuz yıl sonra bir Türk, Havanalı şoföre elindeki haritadan bir köyün konumunu gösteriyor. Aksanı bozuk şoför, “Yolu kötü, yirmi dakika sürer, daha evvel buraya hiç gittiniz mi?” diye sorunca, bizim Türk “Hayır!” mânâsında başını bir o yana bir bu yana sallıyor. Anlamıştı şoför, adam pek konuşkan değildi. Nihayet gereken süre geçti, kumsalın epeyce gerisinde bir köy, derme çatma evlerle karşılaşıyorlar. Sahilde güneşlenenler, etrafta yürüyen insanlar… İspanyolca sesler yankılanıyor tepeye doğru. Herhalde turisttiler. Bambu kamışları, tezgâhlar gözüküyor ve ezgiye kulak verilirse hüzünlü bir parça tıngırdıyor. Ötede lokanta gözüküyor… Bizim Türk, lokantayı tek bakışta hatırlıyor, bir filmin karesinin aynı!.. Karşısındaki kumsalın denizle buluştuğu yerde dalgaların şamarladığı hayli hırpalanmış bir iskele… İskeleye bağlı balıkçı motorları… “Ah, hayır!” diye geçiriyor içinden… “Filmdekine benzemiyor!” Ahşap verandada durup, okyanusa bakıyor bizimki. Sörfçüler batıyor, kayıyor semânın üstünde keyif çatan uçurtmalar gibi. Lokantaya dönüyor, duvarlarda koskoca Hemingway, Spencer Tracy ve ihtiyar Kübalı balıkçının afişleri. Film de (The Old Man and The Sea-Yaşlı Adam ve Deniz) bu lokantada başlıyordu zaten. Mönüdeki her şey Hemingway’in ismiyle başlıyor… Hemingway Salatası, Hemingway’in Levrek Buğulaması ve saire… Kahve söylüyor Türk. O da nesi?.. Denize bakan iki kişilik bir masada tek başına içeceğini yudumlayan yaşlı adam… Sıhhatli gözüküyor, dersin ki “Anca yetmişindedir.” Hep denize bakıyor, gözlerini çok az kırpıyor, her teferruatı kavramak arzusunda… Türk lokantadaki fotoğraflara bakıyor, “Ne çok benziyor Kübalı balıkçıya.” diye geçiriyor içinden. Bu, benzemekten daha da fazlası. Kendini tutamıyor… Garson gelince sessiz ve kibarca “Kaç yaşında şu adam?” diye soruveriyor.

-Geçen hafta 102 yaşına girdi senyör!

Yaşayan bir Hemingway kahramanıyla rastlaşıyor Türk, bu hem kitaba, hem filme ve daha bilmem kaç insana hayat veren balıkçı dede…

Baran Dergisi 724. Sayı