İnsan, kültür ve medeniyetini, "kendini tamamlamak" ve "çevresini düzenleyip ıslâh etmek" ihtiyacı ile kurdu. Bütün canlılar, "kendileri" ile ve "çevreleri" ile yetindikleri halde, insan, bu tavrı göstermedi. O, kendinin eksikliğinin ve dünyasının yetersizliğinin şuuruna varan tek canlı olarak gözüküyor.

Sanki, bütün canlılar, bu dünyanın "malı"dır da, insan, buraya düşmüş bir "yabancı" gibidir, insanın ruhu, sınırlı imkânlarla donatılmış organizmasını, bir "kafes" gibi; sudan, topraklan, ateş ve havadan kurulmuş dünyasını, bir "mahbes" gibi hissetmekte ve yadırgamaktadır. Bu sebepten "sıkılmaktadır" ve "bunalmaktadır."

Nitekim, şanlı peygamberler dizisi ve büyük "mukaddes kitaplar" (Tevrat, İncil ve Kuran-ı Kerim), insanın başka bir dünyadan -Cennet'ten yeryüzüne indirildiğini haber veriyorlar. Zaten, insanoğlu da "belirli bir vakte kadar", bu dünyada "misafir" olarak kalacağını idrak etmektedir.

Varlık âlemine, bir "ebediyet tavrı" ile bırakılan insanoğlu, bu "ölümlü dünyada" bile "hiç ölmeyecekmiş gibi" çalışarak" mutluluk aramaktadır. Bu tavır, onun sıkıntılarını kısmen de olsa azaltmaktadır. Gerçekten de bu dünyada "boş kalmak", felâlettir. İnsanoğlu, çalışmak ve yorulmak sureti ile sıkıntılarını hafifletmektedir. Bu sebepten olacak, şanlı Kitabımız'da şöyle buyurulur: "O halde, boş kaldın mı hemen yorul". (Bkz. Kıır'an-1 Kerim, El-İnşirah Sûresi, âyet: 7).

Zaten, insan, "boş" duramamaktadır. O, gözleri açık olduğu müddetçe, müsbet veya menfi bir "iş" halindedir. Güzel-çirkin, iyi-kötü, doğru-yanlış, helâl-haram olsun bir aktivite içinde olmak zorundadır. Aksi halde çıldırır. Yani, "boşluk" insanı, yutar. Ancak, "boş zamanı", "boş işlerle" doldurmak da çıkar yol değil...

İnsan "çatışmalı" bir canlıdır ve dolayısı ile "iradesi çatalladır. O, birbirine zıd "iki dünya" arasında sallanır durur. Onun iradesini, "cezbeden" ve "çelen" iki dünya var... Birincisi güzeli, iyiyi, doğruyu, helali, İkincisi de bunların zıdlarını temsil eder. İnsanlık, bütün tarihi boyunca, kültür ve medeniyetini birincileri üzerine kurmak istemiş ve fakat kendini, "istemediği dünyanın" kirlerinden de bir türlü koruyamamıştır.

Ne olursa olsun, "boşluktan kurtulmak" yerine, insanlar, gerçekten doğruya, güzele, iyiye ve helâle muhtaçtırlar. Bu sebepten evinde, tarlasında, iş yerinde, fabrikada, laboratuvarda, atelyelerde ve mabetlerde insanın yücelmesi için çırpınan insanlar, mutluluğun yolunu buldukları halde, aksine miskin ve tembel kimselerle, işsizliği tercih eden serseriler ve vaktini kumarhanelerde, meyhanelerde boş eğlence yerlerinde tüketenler, kendilerini bir türlü, "sıkıntı"dan kurtaramazlar.

İnsanın, elbette, dinlemeye ihtiyacı vardır. Uyku saatleri dışında insan, boş zamanlarını, faaliyet değiştirerek dinlenmeye ayırmalıdır. İlimle, sanatla ve dinle hayatını zenginleştirmelidir. Bu dünyayı, sadece "ekmek kavgası" verilen bir saha halinde tutmak, hayatı, sürekli olarak "gerilme ritmi" içinde mütalâa etmek demektir ki, hem beden, hem ruh sağlığı için büyük bir felâket olur. İnsan, hayatın "gevşeme ritmi" içinde ilim, sanat ve din ile "soluk almalıdır" ki, huzur ve mutluluk bulabilsin.

Kapitalist ve komünist dünyada, materyalizm, insanı, saatlerce "gerilme ritmi" içinde sömürmekte, daha sonra onları, "boşluğa bırakarak" alkolün, uyuşturucu maddelerin, yahut fuhuş ve serseriliğin girdabına itmektedir. Bu, çıkış yolu değildir. Materyalizm, insanı tüketmektedir, harap etmektedir. Çıkış yolunu İslâm göstermektedir: İnsanı, mutlu kılmak mı istiyorsunuz? O halde, din ile dünyanın dengesini kurunuz.

S. Ahmet Arvasi, Diyalektiğimiz ve Estetiğimiz