Yüce dinimize göre, insanoğlu, kendini bu dünyaya "yabancı" hissetmektedir: Çünkü, onun hayatında, başka bir dünyanın tecrübesi vardır.

Yüce ve mukaddes kitabımız Kur'ân-ı Kerîm'den öğrendiğimize göre, bu fâni, ölümlü, sınırlı ve sıkıntılı dünyaya gelmeden önce, Hz. Adem ve eşi, sonsuzluk, ölümsüzlük ve mutluluk dünyasını tanımışlardı.

İşte, insanoğlu, arz adını verdiğimiz bu dünyada, büyük nimetlere nâil olmakla birlikte, asla kendini mutlu hissetmemektedir, sürekli bir tedirginlik içinde kıpırdayıp durmaktadır.

Günümüz insanı da atalar Hz. Adem ile Hz. Havva'nın her "iki dünya" ile ilgili tecrübesinden haberdardır. İnsanoğlunun gökyüzüne, büyük bir özlem ile yönelişi, fezaların fethine ve başka dünyaların keşfine kalkışması, bir bakıma bu demektir.

İnsanın bu tavrını küçümsemeyiniz, onun mutluluğu fezalarda arayışını yadırgamayınız, dua ederken yüzünü ve ellerini yüceliklere doğru yönlendirmesini ayıplamayınız. İnsan, bu dünyanın ötesinde bir şeyler aramakta ve özlemektedir.

Başka dinleri bilmem ama, beşeriyet, İslam’ın mesajını mutlaka anlamaya çalışmalıdır. Orada çok şey var...

Yüce ve mukaddes kitabımız Kur'ân-ı Kerîm ile bir "Kitab-ı Ekber" olan topyekûn tabiatın mesajları birbirini teyid etmektedir. Tıpkı, insanlar gibi bitkiler de köklerini toprağın derinliklerine doğru uzatırken, çiçekleri ve yapraklar ile gökyüzüne yönelmektedirler. Kaldı ki, "hayat hamlesi", cansız topraktan başlayıp gökyüzüne doğru bir kanatlanışı ifade etmiyor mu?

Materyalistler, "hayat ve ölüm çelişkisi" karşısında aptallaşırken İslâmiyet, insanoğlunu, ayaklarını arza basıp fezaların fethine teşvik eder; "Miraç esprisi" içinde, insan ve kâinatı bütünleştirir. Böylece insan, kendi varlığın "iki dünyayı" birbirine bağlayan bir "köprü gibi" hisseder. Yani, "Allah’ın yeryüzündeki halifesi" mutluluğu, "madde dünyası" ile "mânâ dünyası" arasındaki bir dengede aramalı, kültür ve medeniyet hamlelerini, sadece bir "madde tırmanışı" biçiminde yorumlamamalıdır.

Nitekim, bugün, milyonlarca "esir Türkün ve "esir müslümanın" sefalet ve ıstırabı pahasına fezada dolaşan "kızıl kozmonot"un, yine aynı şekilde, milyonlarca "silah derili insanın", Asyalı ve Afrikalı Müslümanın kan ve gözyaşına rağmen, göklerin fethine kalkışan "kapitalist emperyalizmin astronotu"nun başarılarını alkışlamak mümkün değildir. Madde kaidesi üzerinde şerefli bir mânâ âbidesi kuramayanların alkışlanmaya değer nesi olabilir?

Söyleyin bakalım: Fezâda, saniyede bilmem kaç kilometre hızla dolaşan "kızıl" ve "kara" emperyalizmin uşakları, "öz yurdunda esir ve parya statüsü içinde yaşattıkları mazlum ve mağdur insanlardan daha şerefi olabilirler mi?

Keşki, fezânın fethine, "Allah'tan başka ilâh yoktur" diyen mümin kadrolar öncülük etselerdi. Bu, herkesten önce, onlara yakışırdı.

Seyyit Ahmet Arvasi, Fikir Sefaletine Örnekler, s. 6