“Beyazım, heteroseksüelim, doğduğum yerin yerlisiyim, erkeğim.”

ABD’nin… Geçtik ABD’yi, Fransa’nın, Türkiye’nin, Sırbistan’ın falan başkan sözcüsünün… Geçtik başkan sözcüsünü, meclis ya da hükümet sözcüsünün, göreve gelir gelmez yönettiği ilk basın toplantısında yukarıdaki cümleyi kurduğunu düşünün.

Vallaha dünyayı başına yıkarlar adamcağızın. Ötekileştirmeden başlayarak neler nelerle suçlarlar. Ne yobazlığı kalır, ne erkek egemen dilin hâkimiyeti için çalışan biri olduğu kalır. Muhtemelen karısı bile küser adama yürütülen propaganda sonunda.

“Siyahiyim, lezbiyenim, göçmenim, kadınım.”

Bu cümleyi, Beyaz Saray’ın yeni sözcüsü Karine Jean-Pierre, yönettiği ilk basın toplantısında kurdu. 2-3 gündür ortalık yıkılıyor modern dünyada. Sanırsın Normandiya Çıkartması başarılı oldu. Sanırsın ışınlanma teknolojisi bulundu. Öyle bir sevinç dalgası, öyle bir takdir yarışı…

Benimse tepkim belli: “Korkunç Yeni Dünya”ya hoş geldiniz.

Bütün “diğer” kimlikler üzerinden çoğunluğun sahip olduğu bütün ortalama kimlikleri yerle yeksan eden ve edecek bir yeni dünya burası.

Ben, bu “diğer kimliklerin ortalama kimlikleri tahakküm altına aldığı” yeri hayatımda ilk kez Suriye’de görmüştüm. Ülke nüfuslarına oranları yüzde 15 civarında olan sapkın Nusayriler, başta Sünni Müslümanlar olmak üzere, Dürzileri, Hıristiyanları falan dümdüz etmişlerdi. Dahası, Suriye BAAS’ı elbette “Arap üstünlüğü”ne inanıyordu ve ülkedeki Türkmenlerin ve Kürtlerin de hiç şansı olmamıştı. Hatta Kürtlerin, kimliği bile yoktu. Okula gidemiyorlar, devlette işe giremiyorlardı.

Sonuç ne mi oldu? Saymayı bıraktığımda Suriye’de 350 bin insan öldürmüştü “sapkın kimlikli azgın azınlık.”

Modern dünyada “makbul” biri olarak saygınlık görmek istiyorsanız basacağınız tuşlar var. Eşcinsellik, göçmen kimliğini güya vurgulayarak sistemin tam kalbinde sorunsuz biri olmak, agnostik ya da ateist olmak, illa bir din kovalayacaksan modern cultlardan birine mensup olmak, radikal veganlık, radikal hayvanseverlik ve daha pek çok şey.

Karine Jean-Pierre, “belki bölüm sonu canavarını yenemem” diye bütün tuşlara basmayı deneyen biri sadece. Bir sembol, bir gösterge…

Şakayı hatırlıyor musunuz? Bir film ekibi, “Suriye’de savaştan kaçan eşcinsel bir Kürt’ün hikâyesini çekmeye hazırlandıklarını” duyurmuştu. Twitterdan bir kardeşimiz yapıştırmıştı yorumu: “Filmi çekmenize gerek yok, adresinizi verin, Oscar’ınızı yollayalım.” Öyle bir gösterge işte.

Bakınız, bendeniz zırtlak, kolayca izlenen Amerikan aksiyon dizilerini çıtırdan vakit geçirmek için izleyen biriyimdir. Bunlardan biri de Designated Survivor. Bu güzel dizinin ilk iki sezonunu yerleşik bir ABD yapım firması çekti ve türün mantığına/adı konulmamış kurallarına uygun olarak ilk iki sezonda kadınlarla erkeklerin öpüştüğü toplam sahne sayısı sanırım 5 falandı. Dizinin üçüncü sezonunu Netflix çekti. Ne oldu dersiniz üçüncü sezonda? Bir siyahi gay karakter dâhil oldu diziye ve derhal gizli servisten bir ajanla yatağa girdiler.

Konuya en küçük bir katkısı yoktu tabii ama “meselesine” katkısı muazzamdı Netflix açısından.

Aynı Netflix’de “Av” isimli bir film dolaşımda şu aralar. Bir grup zengin, sırf eğlencesine “LGBT’ye, iklim krizine, hayvan haklarına” falan şüpheyle yaklaşan “sefil” Amerikalıları öldürüyor. Şaka değil. Cidden bunu yapıyorlar filmde.

Çoğunluğun azınlığa baskı yapması, tahakküm kurmaya çabalaması rezil bir şey, ona şüphe yok. Ama daha rezili, azınlığın çoğunluğa kurduğu tahakkümdür. Dünya kocaman bir İsrail’e dönüşür böylece. Onu diyorum.

“Hiçbir yönelimi olmadığı halde (‘yönelimi olmak’ da ne demekse artık. Sadece ispatlanamayan teoriler var) kendisini eşcinsel zanneden Netflix ergenleriyle uğraşmaktan sair hastalarıma vakit kalmayacak yakında” diyen psikiyatrist dostuma mı kulak vereyim; “okullarda kızlara da erkeklere de ‘hâlâ mı bakiresin/bakirsin’ baskısı yapma yaşı 15’lere kadar geriledi” diyen öğretmen arkadaşımın anlattığına mı şaşırayım; “kadınlara yapılan pozitif ayrımcılık yüzünden fiziki efor gerektiren işler dışında çalışma şansım olmadığını düşünüyorum abi” diyen delikanlıya mı yanayım bilemiyorum.

Bildiğim şudur. Dilediğini, dilediği azgınlık düzeyinde yaşamanın fırsatını ele geçiren, bu fırsat kendisine altın tepside sunulan “yeni insan”, tüm “eski sürümleri” saf dışı etmenin planlarını da yapıyor ayrıca.

İnanmayan, radikal hayvansever örgütlerin “eylem koymak” adına tavuk yahut tavşan kümeslerini yıkıp başkasının özel mülkündeki hayvanları güya “özgürleştirdikleri” videoları izlesin.

Şu canına yandığımının “özgürleştirmesi” bir başladığında Mujiklerin sakallarının kesilmesi de, şapka giymeyenin asılması da, kültür devrimi adı altında 50 milyon insanın öldürülmesi de, “sisteme uymadı” diye Liberya sokaklarında cesetlerden kule inşa edilmesi de “akla sığıverir.”

“Korkunç Yeni Dünya” tam orasıdır işte.

İsmail Kılıçarslan, Yeni Şafak