Bizim Susanna Tamaro’larımız coğrafi olarak Doğulu, ‘yaşam biçimi’ olarak Batılı olduklarından içine düştükleri buhranı tam olarak idrak edemiyorlar.

Susanna Tamaro vardı…

‘Yüreğinin Götürdüğü Yere Git’ kitabı Türkiye’de 26 yılda toplam 115 baskı yapmıştı.

Buna benzer kitaplarla, modern olmak, postmodern kalabilmek adına bütün geleneklere isyan eden kuşağın büyüyüp kemale ermesine müsaade edilmemişti.

Buna benzer müsveddelerle beraber dinledikleri Minik Serçe’ler sayesinde genç olmanın ilk, gerek yeter şartının ‘özgür kız’ olmak; macera peşinde koşmak olduğu kabul edilmişti.

İşte o Susanna Tamaro, bütün dünyada çok satanlar listesine giren kitabı hakkında yapılan röportajdaki "Yüreğinizin götürdüğü yere gidebildiniz mi?” sorusuna hiç beklenilmedik cevap vermişti;

“Ne yazık ki çocukluğumdan beri daima yüreğimin götürdüğü yere gittim ama bu durum hayatımı daha da zorlaştırdı. Yürek genellikle bizi sıradışı seçimler yapmaya yönlendirir."

Bugün 64 yaşında olan İtalyan yazar Susanna Tamaro, günün sonundaki pişmanlığını “daima yüreğimin götürdüğü yere gittim ama bu durum hayatımı daha da zorlaştırdı” diyerek itiraf ediyor.

Bu yeterli değil…

Sırt çantalarını hazırlamış, ellerine haritalarını alarak yüreklerinin götürdüğü yere gitmeye hazırlanan çocuklarımıza, Gülşen’e, Aleyna’ya, Tarkan’a, Şahan’a ‘Yüreklerinin götürdükleri yere gitmeyip de ne yapacaklarını’ da izah etmesi gerekirdi.

Torununun, kızının, bazen annesi, bazen babası, bazen kocası, bazen de sevgilisi ve kızının gerçek babasıyla yaşadıklarını sayfalara serpiştirerek genç kızlarımıza ilham etmeye çalıştığı ‘yaşam biçiminin’ yanlış olduğunu itiraf ediyor madem, bu yanlış yoldan nasıl dönüleceği hususunda da söyleyecekleri olmalıydı.

Ahir ömründe safiyetlerine halel getirdiğini, hayatlarını uçurumun kıyısına sürükleyerek oracıkta çaresizce bıraktığını itiraf ettiği gençliğin kalan hayatlarını tamir mahiyetinde yeni, bu sefer daha derli toplu, daha aklı başında, ‘Oturun oturduğunuz yerde’ türünden şeyler söylemeliydi.

Bizdeki Susanna Tamaro’lara;

‘Çocuklarınıza benim yaptığım, sonrasında pişmanlık duyduğum gibi saçma sapan hayaller, ipe sapa gelmez gelecek tahayyüleri şırınga etmeyin…’ demesi gerekmez miydi?

Tamaro’nun itiraf ettiği pişmanlık sadece kendisini alakadar ettiği, bencilce, niyeti vijdanını rahatlatmak olduğu için yetersiz...

Fakat…

Bizim Susanna Tamaro’larımız, Aysel Gurel’lerimiz, Nukhet Duru’larımız, Sezen Aksu, Ajda Pekkan, Nil Burak, Nil Karaibrahimgil, Nilüferlerimiz pişmanlıklarını dahi itiraf etmeden çekip gidiyorlar…

Bencilce, vicdanlarını rahatlatmak için dahi olsa, yollarının yol olmadığını itiraf edemiyorlar…

Neden acaba?

Bence şu;

Susanna Tamaro Batılı olduğu için Batının bütün çirkinliğini, çirkefliğini yaşayarak, yaşamadıklarını bizzat görerek, anlayarak, idrak ederek farkına varıyor, bencilce de olsa hayatının kıyısında itiraf edebiliyor.

Bizim Susanna Tamaro’larımız coğrafi olarak Doğulu, ‘yaşam biçimi’ olarak Batılı olduklarından içine düştükleri buhranı tam olarak idrak edemiyorlar. Ömürlerinin sonuna kadar Batıdan ışık, kurtuluş ümidi bekliyorlar ki heyhat; Ex oriente lux: Işık doğudan yükselir…

Bunu anlayacak, feraset, felsefi alt yapıları olmadığı için batıyı taklit etmekten öz eleştiriye vakitleri kalmıyor, yetmiyor.

Oturup sakin kafayla pişmanlıklarını itiraf edecek zindeliğe ulaşamıyorlar.

Ben bizim Susanna Tamaro’larımıza, İsmet Özel’in şu cümleleriyle seslenerek varsa pişmanlıkları, bizlere söyleyecekleri şeyleri, geç olmadan dile getirmelerini tavsiye ediyorum;

“İçinizdeki çocuğu öldürmeyin diyorlar. Güya bir tazeliği savunuyormuş havasındadırlar.

Onlar size balon, dondurma, gazoz alıp sinemaya götürecek ve orada veya daha sonra ellerine geçirdikleri ilk başka fırsatta sizi kirletecek olanlardır.

Çocuk kalmayın.

Neyin helâl, neyin haram olduğunu bilmemek veya bilip de umursamamak çocuk kalmaktır.”

Recep Yazgan, Diriliş Postası