17 Aralık yaşandığında biraz acele etmiş, “herhangi bir yolsuzluk varsa, herhangi bir kanunsuzluk varsa hesabı acilen sorulmalı” yazmıştım. Fakat ilerleyen birkaç gün gösterdi ki, Türkiye’ye o büyük operasyonu çeken kötülük şebekesinin amacı yolsuzlukları ortaya çıkarmak, kanunsuzlukla mücadele etmek değil; Türkiye’nin varoluş ve var kalış mücadelesine darbe vurmakmış.

17-25 Aralık sürecinden sonra Türkiye’yi “kırılgan hal”e getirmek isteyen o kötülük odağı; nefesimizi kesmek, bizi, yani bütün Türkiye’yi bir karanlığa teslim etmek için atağa geçti. 15 Temmuz gecesi o karanlığa teslim olsaydık şimdi bambaşka bir noktada olurduk.

Bu, burada bir dursun.

Mehmet Ağar’ı ve onun temsil ettiği “karanlık”ı sevmediğimi, kendimce verdiğim siyasal mücadelenin bir tarafının Mehmet Ağar’ın temsil ettiği “derin karanlık”ı tasfiye etmek olduğunu rahatlıkla ifade edebilirim.

90’lı yıllarda solcu-İslamcı ayırmadan insanlara fiziki olarak işkence emri verdiği kayıt altında olan (bkz. Rahmetli Salih Mirzabeyoğlu ve diğer bazı insanların şahitlikleri) Mehmet Ağar’ı ve onun paltosundan çıkanları “derin, kerim, kutsal devlet” adına savunmaya kalkarsam ağzım lal olur. Bu parantezden sonra “ama”, “fakat”, “lakin” gibi kelimeler seçip bir savunma güzergâhı da kuracak değilim. Ne Mehmet Ağar’ı anladım, ne onun paltosundan çıkanları, ne de temsil ettiği karanlığı.

Aslına bakarsanız devleti en doğru şekilde tanımlayacağımız kelimeler “kerim devlet”, “kutsal devlet”, “derin devlet” falan olmadığı gibi “hukuk devleti” bile değildir. Yaşanabilir devleti tanımlayan en doğru kavram “adil devlet”tir.

Ulus devlet başta olmak üzere neredeyse bütün devlet tanımlarına en dipten itiraz eden biri olarak “devlet”e rıza gösterip memnun olacağım yegâne eksen “adalet” eksenidir.

Bu da burada bir dursun.

Bir kere söylemiştim, yine söyleyeyim. Birleşik Arap Emirlikleri’nden konuşan Sedat Peker’in anlattığı hiçbir şeyi, ama hiçbir şeyi “veri” olarak kabul etmem, etmeyeceğim. İşime gelse de etmeyeceğim, gelmese de etmeyeceğim. Zira 17-25 Aralık tecrübesi de, ardından gelen 15 Temmuz tecrübesi de henüz hafızamda.

Burada bir yanlış anlaşılmaya engel olmak için yazmam lazım. Sedat Peker belki de iddia ettiği üzere sadece çocuklarına yapılan yanlış muamele yüzünden söylüyordur bu söylediklerini. Belki de söylediklerinin arasında doğru olanlar da vardır. Mehmet Ağar kendi beyanıyla “marinaya biz sahip çıkmasak mafya çökecekti” diyerek açıkça Sedat Peker’in bazı anlattıklarını doğru kabul etmemiz gerektiğini beyan etmiş oldu zaten.

Fakat mesele Sedat Peker’in anlattıkları değil. Mesele hiçbir şart altında Sedat Peker’in anlattıkları olmayacak. Zira o videoları merakla yahut kuşkuyla, beğeniyle yahut öfkeyle izleyen aklı başında herkes biliyor ki Sedat Peker’in anlattıkları “onları sözüne karşı benim sözüm” durumundan öteye gitmeyecek.

Nedir peki mesele? Mesele şudur: Sedat Peker’in konuşma niyetinin iyi ya da kötü olmasından bağımsız olarak bu iş baştan aşağı “Türkiye karşıtı eksen”in kullanışlı bir aparatına dönüştü.

Yoksa ben de kendi adıma Pervin Buldan’ın eşi Savaş Buldan’ın PKK lehine uyuşturucu trafiği yönetirken 90’ların karanlık derin devletiyle iş tuttuğunu; Uğur Mumcu’yu İslamcıların değil, derin devletin öldürdüğünü; Korkut Eken’in Sedat Peker’e tetikçilik yaptırdığını falan ilk defa duymuş gibi dinliyorum yani. Bazılarını neredeyse 30 yıldır bildiğim iddiaları bir de Sedat Peker’den duyuyorum aslında. İlk defa Sedat Peker’den duyduğum kimi iddiaları da 30 yıl sonra bir başkasının anlatacağını da biliyorum. Bu işler böyledir. Dün değişmeyen, bugün de değişmez, yarın da.

Değişmesi gereken şey bellidir: O da, 90’larda nefret ettiğimiz, bir ucunda terör örgütü PKK, bir ucunda uyuşturucu, bir ucunda faili meçhuller, bir ucunda karanlık/mafyatik isimler olan o derin devlet karanlığının kaldıysa izini, tozunu, imini, timini memleketten ebediyen temizlemek.

Ve emin olun o karanlığın temizlenmesini “asıl vazifemiz” saymazsak çok yanılırız.

Ve emin olun “cambaza bak cambaza” performansından değil, başka bir yerden umut etmeliyiz bunu. O umudumuz da bakidir vesselam.

Yeni Şafak - 25 Mayıs 2021