Türkiye’nin bitmeyen çilelerinden biri, iktisadi durumun bozukluğu ve iktisadi sistemin belirsizliği konusudur. Ben, bu yazımda; iktisadi durumun, sosyal faktörler olmaksızın düzeltme imkanına sahip olmayacağımızı ele alacağım.

İktisad, arapça manası ile “ölçülü yaşamak, bir şeyi iktisatlı kullanmak” manasına gelir. Fakat batı ekonomisi, iktisatlı olmayı kabul etmediği için, serbest yani “kontrolsüz” bir iktisadi piyasayı benimsemiştir. Bu serbest piyasa anlayışı, iktisatçılara göre devletin devre dışı bırakılması olarak açıklanır. Halbuki, liberal anlayış; sadece devleti değil, ahlaki, dini ve kültürel hiçbir kontrol sistemini kabul etmeyen “mekanik bir iktisadi sistem”i öngörmektedir. Tabii, böyle bir sistemin insani ve adil olabilme ihtimali mümkün değildir.

İktisat, mal ve emek çerçevesinde gerçekleşen ticari ve üretim etkinliği olurken; “endüstri toplumu” mantığıyla tüm sosyal hayatı içine alacak bir fonksiyona kavuşturulmuş ve böylece, sosyal hayat; bütünüyle onun kontrolü altına girmiştir.

Batı’dan ezberleri bozan bir açıklama, Polanyi’den gelmiş ve batılı iktisadın sosyal olmayan yapısına dikkat çekilmiştir:

İktisat, sosyal ilişkiler içine yerleşecek (embedded) yerde, sosyal ilişkiler; iktisadi sistemin içine yerleşirler. İktisadi unsurun toplumun varoluşçu açıdan taşıdığı hayati önem, başka bir sonuca varılmasını engeller. Çünkü bir kez iktisadi sistem ayrı kurumlar aracılığıyla düzenlenince, toplumun da bu sistemin kendi kanunlarını göre işlemesine imkan verecek biçimde dönüştürülmesi gerekir. (Polanyi,2003:101)

Aslında Liberal-Kapitalist ve demokratik, modernist düşünce; sahipsiz, denetimsiz ve ölçüsüz dünya görüşünün kurumları olarak varlığını sürdürmektedir. Teorisyenler ve İdareciler, bu kurumların işleyişini halkın denetimine bıraktıklarınıı iddia ederler. Fakat halk kesimleri, uzmanlar da dahil; bu sistemleri kontrol etme gücünden mahrum oldukları gibi,  onların kendilerine ne gibi haklar sağladığını da çoğu zaman bilmezler. Bilseler de, ona itiraz etmek gücüne ve imkanına sahip değildirler. Dolayısıyla; liberal düşünce teorisyenleri, sistemlerini tartışmaya devam ederken, uygulamacılar; bu sistemleri kendi güç ve hakimiyetlerini sürdürmek için onları kendilerine uygun hale getirirler.

Bankalar, Sermaye grupları ve siyasi iktidarların; yıllardan beri “serbest piyasa” hikayesi ile, toplumları aldattıklarını ünlü Batılı iktisatçı Karl Polanyi şöyle açıklamaktadır:

On dokuzuncu yüzyılda uluslararası bankacılığın niteliği üzerine henüz kapsamlı bir araştırma yapılmadı: bu esrarengiz kurum daha yeni yeni politik “iktisat mitolojisi”nin gölgeleri arasından sıyrılıp ortaya çıkıyor. Bazıları, onun yalnızca hükümetlerin kullandığı bir araç olduğunu söylemekle yetindiler. Bazıları ise, hükümetlerin; onun doymak bilmez kazanç açlığının bir aracı olduklarını. Bazılarına göre, uluslararası anlaşmazlıkların kaynağı, bazılarını göre erkek ulusların gücünü tüketen kadınsı bir kozmolpolitliğin aracıydı. (Polanyi,2003:43).

Görüldüğü gibi, iktisat; dünyada, hegemonik işadamlarının emrinde bir mekanizma olarak çalışmakta ve toplum da böyle bir senaryoyu sadece seyrederek, bu güçlerin isteklerine uymaktan başka bir tavır gösterememektedir. Tabii, siyaset de; bu güçlerin doğrultusunda hareket etmek zorunda bırakılmaktadır.

Özellikle Weber’ci bürokrasi, kendisinin de dediği gibi, Kapitalist iktisadın gücünü ayakta tutmak için, önemli bir kontrol mekanizması olarak çalışırken; piyasadaki teşebbüsleri ve bürokrasideki memur ve teknokratları kontrol eden bir güç olmaktadır.

Hukuk; Batılı özelliği ile, “olayların arkasından” giderek, meydana gelecek iktisadi ve siyasi-bürokratik güce karşı koyabilecek ahlaki ve manevi güçten yoksun olduğunda, artık geriye sadece demokrasinin merhametine sığınmaktan başka bir yol kalmamaktadır. Ama bu merhamet, ne dinin ve ne de ahlakın yer almadığı bir merhamettir ve iktisadi ve siyasi güçlere tabi olmaktan başka da yapacağı bir şey yoktur. Bu sistemden medet umanlar, bir hayali yakalamaya çalışmaktadırlar.

Prof. Dr. Sami Şener