Meşhur kriminilog Lombroso'dan sonra pek çok kimse, dehâ (genie) konusunda, hiç de müsbet olmayan bir tavır takınmaya başladı. Dehâyı, bir soysuzlaşma gibi görenlerin yanında, onu delilikle bir tutanlar çoğaldı. Nitekim, o günden bu yana "Cürüm ile dehâ", "san'at ile delilik" üzerine pek çok kitap ve makale yayınlanmış bulunmaktadır.

Bilfarz, Milletlerarası Kriminiloji Akademisi üyesi Henry T.F. Roodes "Cürüm ve Dehâ" adlı kitabını yayınlarken Jean Frete adlı ilim adamı "Delilik" adı ile dilimize çevrilen kitabının son bölümünü "San'at ve Delilik" konusuna ayırmış bulunmaktadır.

Jean Frete'e kalırsa, ruh ve akıl hastalıkları, güzel san'atlar için hayli bereketli bir durumdur. Ona göre, birçok büyük san'at eserleri, büyük ruhî krizler döneminde doğmaktadır. Böyle olunca "insan hastalığın daha erken başlamadığına teessüf ediyor" ve birçok hasta için sağlıklı geçen zamanları "kaybolmuş zaman" olarak değerlendiriyor. (Bkz. Jenn Frete –Delilik Çeviren: H. Vehbi Emip, 1946, sf: 107).

Jean Frete'e göre: "Şüphe yok ki, insanlığın hastalara olan borcu, hastaların insanlığa olan borcundan daha fazladır. Nevrozlu -veya öyle tanınmış büyük artistlerin listeleri eksik değildir.

Victor Hugo'nun evlendiği gün, kardeşi tımarhaneye giriyordu. Raspail bir zulüm görmüşlük, sayıklamasına, Carpeaus bir kıskançlık sayıklamasına tutulmuştu. Gümrükçü Rousseau, bir geri kalmıştı; Wanger, Wilde, Saint-Saens, Shakespare, Michel-Ange Benevenuto, Cellini birer ruhî sapıktı, Maiakovski, Gerard de Nerval, Coquelin kardeşlerin en büyüğü, büyük Vatel, manyak veya melânkolik idiler.

Nietzsche, Maupassant felç bunamalısı olarak öldüler; Mallerme, Gauguin şizoid, Pascal hysterik, Dostoievski, Van Gogh, Flaubert sabah idiler; Varlaine, en güzel mısralarını, ahlâkî alkolik bunamasının en yüksek derecesinde yazmıştı". (Bkz. n.g.e., sf: 103).

Bütün bu iddialar ne dereceye kadar doğrudur, bilmem? Gerçekten "dehâ ile cinnet" arasında "müsbet bir correlation" var mıdır? Bunun gibi "sıhhat ile dehâ" arasında da bağıntı ve ilişki araştırılmış mıdır? Bize öyle geliyor ki, "dehâ ile cinnet" arasında bir ilişki ve bağıntı arayanlar, biraz da "acele genellemelere" gitmektedirler. Aksine, dehâ, bir sıhhat, güç ve enerji meselesidir. Elbette, normal insanlar gibi, dâhiler arasında da şu veya bu nisbette ruh ve beden hastaları vardır. Fakat, bize makul gelen husus, dâhilerin bedence ve ruhça daha sıhhatli olmaları gerektiğidir. Öyle sanıyoruz ki, beden ve ruh sağlığı açısından güçlü ve tutarlı dâhilerin listesi çok daha uzun olmalıdır.

Gerçi san'atkârlar arasında aklı ve ruh hastaları, yalancılar, sapıklar varsa da hepsini bu şekilde lekelemek doğru değildir. Bakınız, yüce ve mukaddes kitabımız Kur'an-ı Kerim'de "şairler" örnek verilerek bu konuda neler buyurulmaktadır:

"Şairlerim bazılarına gelince), onlara da sapıklar uyarlar. Onların her vadide gerçekten ifrata (mübalağaya) düşegeldiklerini ve daima yapamayacakları şeyleri söyler (insanlar) olduklarını görmedin mi? Bununla birlikte iman edip iyi iş (ve hareket)de bulunan (san'atkâr)lar, Allah'ı çok zikredenler ve zulme uğratıldıktan sonra (eserleri ile) öderini alanlar böyle değildir". (Bkz. Eş-Şuam Sûresi, âyet: 224, 225, 226, 227).

Yani, yüce Kitabımız'a göre "hasta ve sapık san'atkârlar" gibi, kendini Hakk'a, adalete ve iyi iş ve eserlere adayan büyük san'atkârlar da vardır.

Bunları, birbiri ile karıştırmamak gerekmektedir. Nitekim, şanlı Peygamberimiz gerçek san'atı ve san'atkârı, yeri gelince öğmüşlerdir. Şu güzel söz çınlarındır: "Söz vardır ki, insanı büyüler ve şiir vardır ki hikmetin ta kendisidir".

S. Ahmet Arvasi, Diyalektiğimiz ve Estetiğimiz