Eski Özel Kuvvetler mensubu Levent Göktaş'ın Necip Hablemitoğlu cinayetiyle ilgili aranırken son uğradığı adreslerden birinin avukatlığını yaptığı İnan Kıraç'ın holdingi olması geçmişe yönelik çok sayıda soru işaretini akla getirdi.

Çünkü biri Türkiye'nin siyasi tarihinin en karanlık olaylarında rol oynadığı varsayılan bir kurumun önemli ismi, diğeri de siyaseti dizayn ettiği bilinen dışa bağımlı İstanbul sermayesinin en etkili ismi.

Peki, bu iki isim nasıl bir araya gelmişti?

Perde arkasını bilmiyoruz ama şunu biliyoruz: Göktaş'ın görev yaptığı Türkiye'nin en mahrem kurumu Özel Kuvvetler Komutanlığı'nın adı geçmişte Seferberlik Tetkik Kurulu ve Özel Harp Dairesi'ydi. Bu daire, NATO konsepti içinde "özel" görevleri üstlenmiş, hatta kontrgerilla olarak 70'lerde Başbakan olan CHP Genel Başkanı Bülent Ecevit tarafından suçlanmıştı.

O dönemde sadece Özel Harp Dairesi değil MİT dahil birçok kurum CIA'nın kontrolündeydi ve ABD'nin çizdiği sınırların ötesine geçilmiyordu.

Soğuk Savaş ortamında ne 60'tan itibaren yapılan darbeler engellendi, ne de o darbelere altlık yapılan sağ-sol çatışmaları. MİT dahil hiçbir kurum siyasi iktidarlara bilgi vermedi. CIA bütün kurumları kullandı, o kurumlar da "milli" kaygılarla bu ilişkiyi hiç sorgulamadı.

Göktaş, bu kirli tarihsel sürecin bir parçasıydı. Neyi ne kadar kendi düşüncesiyle yaptı, neyi yönlendirmeyle yaptı belirsiz.

İnan Kıraç'lar da bu karanlık dönemin işadamlarıydı. Dışa bağımlılıkları tartışılmaz bu işadamları, kendilerini "siyaset üstü" ilan etseler de yakın tarihin her döneminde siyasete müdahale etmekten geri durmadılar. Yeri geldi 70'lerdeki gibi gazetelere ilan verdiler, yeri geldi tehdit ettiler, yeri geldi en son Gezi kalkışmasında olduğu gibi hükümeti düşürmeye kalkıştılar.

Sadece daha önce ilk kez bu köşede yazdığım şu sahne bile bugün İnan Kıraç'ın neden Göktaş'la buluştuğunu anlatmaya yetiyor. 60 darbesinden sonra MİT'in başındaki Fuat Doğu, Komünizmle Mücadele Dernekleri ekseninde Vehbi Koç, Aydın Bolak, Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı Yaşar Tunagör ve bugün FETÖ olarak karşımıza çıkan yapının elebaşı Fetullah Gülen'le bir evde buluşuyordu.

O çizginin son yıllardaki en önemli temsilcisinin İnan Kıraç olduğuna şüphe yok. Geriye dönüp bakın, siyasette ne zaman bir sıkışma ve kaos yaşandıysa adı ilk duyulan isim Kıraç'tı.

Cumhuriyet mitinglerini bir yana bırakıyorum, mesela siyasi tarihimizin en kirli ve karanlık olayı CHP'yi dizayn eden "Kaset Operasyonu" öncesi ve sonrasında en çok onun adı duyuldu.

O sürecin birincil elden tanığı eski CHP Milletvekili Onur Öymen'in söyledikleri dehşet vericiydi. O operasyon öncesi 2008 yılında İsveç'teki Silkroad Enstitüsü bir rapor hazırlıyor. Özeti şu: CHP'de Deniz Baykal gidecek, yerine Kemal Kılıçdaroğlu gelecek. Bu kâhinlik 2 yıl sonra bire bir gerçekleşti. Ama ilginç olan o değişim öncesi Kıraç'ın da harekete geçmesiydi. Kıraç, Baykal'a gidip "Onur Öymen, Mustafa Özyürek ve Önder Sav'ı listeye koymayın" diyen isimdi. Daha ilginci aynı öneriyi yapan bir isim daha vardı: Kılıçdaroğlu. O da "O isimler listede varsa ben yokum" demişti. O rapor ve o isimlerin tasfiye edilmesi tesadüf müydü?

Kıraç'ın müdahil olduğu siyasi olaylar bu kadarla sınırlı değil; 1995'te Tansu Çiller'i yanıltmaktan, 2 bin sonrası İlhan Selçuk, Hüsamettin Cindoruk, Süheyl Batum ve Gürsel Tekin'le özel buluşmalara kadar sürekli siyasetin içindeydi.

Anlaşılan örnek aldığı "Fiat Modeli" yerine "karanlık" bir modeli tercih etmesi ilk kez bu kadar net ortaya çıkıyor. Bu milat olabilir.

Mahmut Övür, Sabah