Vay bana vaylar bana ki Hayrettin Soykan ağabeyin, 28 Şubat’ın devamı olarak hapiste olduğunu daha iki gün önce “yeniden” öğrendim. Vay ki yazık…

Baştan anlatacağım.

“Bin yıl sürecek” denilen 28 Şubat’ın en civcivli günlerinde tanımıştım onu. İşlettiğim sahafın kapısından kafasını uzatıp selam vermiş, elindeki dergileri uzatmıştı. Oturup uzun uzun konuşmuş, çay içmiş, dertleşmiştik. Elindeki dergilerin adı Akademya idi. 3 aylık periyotta yayınlanan bir fikir, ilim ve sanat dergisiydi yani. Her yazısı dikkat çeken, her makalesi dolu dolu bir dergiydi.

Ve evet Hayrettin abi, İBDA fikrine gönül vermiş bir adamdı. Fikirle, sanatla, ilimle dolu bir hayatın peşindeydi. Silahla işi olmamıştı, olmazdı.

İngilizce, Arapça, Farsça, Latince ve Yunanca biliyor; karikatürle ilgileniyor; hayatını çevirmenlik, editörlük, yayıncılık, tercümanlık, yazarlık gibi işlerle kazanıyordu.

En son geçen baharda görüşmüştük. 28 Şubat’ın 20. yılında yani. “Aramam var İsmail” demişti. “Almazlar abi artık herhalde sizi, düşer cezalarınız” demiştim. “İnşallah” demişti tabii ama pek de inancı yoktu o aptal davanın düşeceğine dair.

Umduğum çıkmadı. 2017 Mayıs’ında Hayrettin abiyi aldılar. Bundan birkaç hafta sonra da bir arkadaşım bana “Hayrettin abiyi bırakmışlar” deyiverdi. Ben de sevindim. Meğer öyle değilmiş. Meğer Hayrettin abi o gün bu gündür “o aptal dava” için mahpustaymış. Bunu öğrendiğim günden bu yana utanç içerisindeyim. Sadece kendi adıma da utanmıyorum üstelik. 28 Şubat’ın kahramanları hâlâ cezalandırılırken buna seyirci kalan, buna duyarsız kalan kim varsa onlar adına da utanıyorum.

“O aptal dava”nın öyküsünü anlatayım size.

28 Şubat’ın aptal darbecilerine “irticaya geçit yok”, “irtica PKK’dan bile daha tehlikeli” gibi cümleler yetmemişti. Sonunda şimdi değil adını ya da rütbesini, tozunu bile hatırlamadığımız bir darbeci gerzek “gerekirse silah kullanırız” buyurmuştu.

Hayrettin abi, hepimizin izzet ve şerefi için bir adım öne çıkmış ve “gerekirse silah kullanırız” tehdidine karşılık “bize silah kullanılırsa biz de silah kullanırız” demişti. Dönemin etkili gazetesi Yeni Yüzyıl da 30 Mart 1997 günü Hayrettin abinin bu sözlerini manşete taşımıştı. Bu manşetin ertesi günü “Yeni Yüzyıl’a yakışmadı” manşetiyle çıkarak Hayrettin abiyi “marjinal” ilan eden gazete hangisiydi dersiniz? Bildiniz. Vatan haini alçak Fetoş’un çukur gazetesi Zaman.

Hah. Hadi durmayın ve “iyi de kardeşim, ‘biz de silah kullanırız’ demek yasalara göre suçtur” deyin. Ben de diyeyim ki “biliyoruz.” Zaten o yasalar Hayrettin abiye cezayı kesti vaktiyle. 1999 yılında aldılar onu içeri. Askerlerin G3 şarjörlerini, ellerinde ranza demirlerinden başka hiçbir savunma gereci olmayan mahkûmların üzerine boşalttıkları meşhur Noel Baba Baskını tiyatrosunda Hayrettin abi de Metris’teydi. Bacağındaki kurşun deliği de o baskından yadigâr.

Yine hatırlayalım, yeniden hatırlayalım. Metris ve Bandırma Cezaevleri’nde düzenlenen Noel Baba Baskını tiyatrosunun suçlusu dönemin darbeci gerzekleri ya da mahkûmların üzerine otomatik silahlarla ateş eden askerler değil, mahkûmlar olarak ilan edilmişti birileri tarafından. Ve memleketimizin koca Yargıtay’ının koca dairelerinden biri hâlâ aynı fikirde. Mahkûmlar için “vur emri”ni veren komutanı, savcıyı, valiyi, bürokratı yargılayacağına… Neyse…

Bu baskın tiyatrosu öyle berbat bir tiyatro ki insanları öldürmek, yaralamak yetmiyor o darbeci köpeklere. Mesela Hayrettin abiyi arkadaşlarıyla birlikte, yaraları tam iyileşmeden Kartal Cezaevi’ne naklediyorlar ve burada sistematik işkence yapıyorlar ona. Bunlar öyle işkenceler ki burada anlatmamın imkânı yok. Sadece şu kadarını söyleyeyim ama: En hafifi, henüz kapanmamış. 

G3 kurşunu yarasına kalem sokup kanırtmak.

İş  orada bitseydi yine de “geldi geçti” diyecek, sineye çekecektik olanı biteni. Ama yahu aradan 20 yıl geçtikten sonra Noel Baba Baskını tiyatrosunu bahane ederek Hayrettin Soykan’ı ve arkadaşlarını yeniden içeri aldılar işte. 9 aydır içerdeler.

Şol hikayat bundan ibaret.

Durumu şöyle anlayalım mı: Mesela Halil Kantarcı 15 Temmuz gecesi şehit olmasaydı şu anda muhtemelen o da Hayrettin Soykan abi ile birlikte içeride olacaktı.

Ve bir not daha: Hayrettin Soykan da, şimdi onunla birlikte içeride olan arkadaşları da 15 Temmuz gecesi Halil Kantarcı neredeyse oradaydılar.

Belki de 20 yılın ardından kendilerine layık görülen bu muamele 15 Temmuz gecesi olmaları gereken yerde oldukları içindir. Hatta belki de 28 Şubat hiç bitmemiştir. Bitseydi, bu zillet başımıza gelir miydi? Bana bunun cevabını verebilecek kimse var mı aramızda?

İsmail Kılıçarslan - Yeni Şafak Gazetesi