"Moskof ", eski tarih kitaplarımızda "Moskulu" diye anılan mücerret Rus tipinin tiksinme edâlı ismi...

Bu kelimenin Türk ruhuna göre anlamını kuzuya aşılayacak olursanız, hatırına, dişleri kan içinde kurt gelir. Piliç sansarı, geyik de yılanı hatırlar.

İsmine "tabiat" dedikleri şu hilkat tablosuna bakınız: Orada herşey, dağıldığı sayısız nev'iyetler içinde, yakınlık ve uzaklık, eşlik ve aykırılık olarak iki ana kadroda... Bu kadrolar, madde değil, mâna sınıflarıdır ve hilkatin "eşya zıtlarıyle belirir" kanununu dile getiricidir. Gece ve gündüz, ak ve kara, su ve ateş...

İşte, tabiatte herşey, hususiyle keskin bir nitelik ve kişilik gösteren her varlık, yakınlarına dost ve uzaklarına düşman iki grup temsil ederken, bunların zat ve sıfatları da sonu gelmez ve mutlak mânada barış kabûl etmez bir muharebe içindedir. Dünya budur, böyle kurulmuştur ve böyle gidecektir.

Maddeler ve mânalar, insanlar ve dâvalar arasında olduğu gibi, toplumlar ve milletler arasındaki zıtlığa, buz dağı ve yanardağ derecesinde en keskin örnek, Moskofla Türk...

Tarih böyle bir zıtlığı hiçbir milletle hiçbir toplum arasında ve hiçbir zaman ve mekanda kaydetmedi. Milletlerarası gelip geçici, kâh birbirini didikleyici ve kâh birbiriyle uzlaşmayı düşündürücü çekişmelerse, Türk Moskof anlaşmazlığı önünde, Himalâya dağına nisbetle minik bir tümsek kadar mahçuptur. Onlarınki, her zaman yatışmas1 ve tersine dönmesi mümkün ve zaman zaman baş gösterici nefsânî hırs tecellilerinden ibaret... Türkle Moskof arasında birbirini itici ve aynı zaman ve mekânda birleşmeyi muhal kılıcı zıtlık da, birbirinin vücut hikmetine düşman olmaktan gelen ve kanununu hilkatten alan ezelî bir münaferet... Fizik dünyasındaki zıt unsurlar arasında bile böyle bir iticilik ve birbirini iptal edicilik görülemez.

Evet, doğrudan doğruya birbirinin vücut hikmetine düşman olmaktan gelen böyle bir zıddiyet münafereti, tarihte tektir, ve sadece Türkle Moskofa hâstır.

Onun içindir ki, bütün bu incelikleri düşünmeden sezen halkımızın dilinde Moskof, sade “Moskof” değil, “Moskof Gâvuru”dur.

Türk, ciğerinin tâ içinden gelen bir havayla ve dişlerini gıcırdatarak "Moskof Gâvuru" derken, olanca dayanağını Müslümanlıkta bulur ve gâvurluk mefhumunun başında, soyulmuş çürük patates suratlı çiy ve bomboş gözlü Moskofu görür. Türkün gözünde başka milletler Moskofa yaklaştıkları nisbette düşman ve ondan uzaklaştıkları mikyasta dosttur. Demek ki, Türk'e göre mücerret düşmanlık, mücerret özünü, renk ve çizgilerini Moskofluktan alıyor.

Bu noktada, Türk'e mahsus bu aziz duyguyu heykelleştirecek bir misâl verelim:

Günümüzün ihtiyarları hatırlar: Bizde, yeni talim ve terbiye usullerine bağlı ordu teşkilâtının başı, Tanzimattan birinci Dünya Savaşına kadar, Harbiye Mektebinde ve ordu birliklerinde, hedef tahtaları üzerinde, içiçe çizilmiş dairelerin tâ merkezinde bir Moskof kafası resmi vardı. Bu, soyulmuş çürük patates suratlı, çiy ve bomboş gözlü, İslâv üslûbu kasketli mücerret Moskof kafası, Türk'ün düşmandan ne anladığını harika çapında bir buluşla gösterir. Cumhuriyet günlerine gelinceye kadar fesli, kalpaklı, yahut külâhlı Türk neferine, bu muazzam buluş, soyulmuş çürük patates suratlı, çiy ve bomboş gözlü, İslâv üslûbu kasketli mücerret Moskof kafasında ezel ve ebed düşmanın müşahhas olarak heykelleştirmiştir.

İkinci ve aynı kuvvette bir misâl:

Büyük Doğu'nun ilk devrelerinden 1946 yılında bir kapak resmi.. Anadolu'nun her bucağı birbirinin aynı bir köşesinde millî duyguları nakşeden eski bir mezar taş... Üzerinde eski harflerle şu yazılı:

Moskof keferesinden

intikam alamayan merhum

Alemdar Ali Ağanın ruhuna

Fatiha/1183

11 Ocak 1946 tarih ve 11 sayılı Büyük Doğu nüshasının kapağındaki bu mezar taşı resminin altinda da şu izah:

"Bolu vilâyetinin Akçakoca kazasının Göktepe köyünde bir mezar bulunduğunu duyduk. Gerek haberini almak, gerek o hücra köseye kadar nüfuz edip fotoğrafı temin etmek bakımından, uzak ve yakın misaller halinde hiçbir gazeteye nasip olmamış bir mazhariyetle, mezarı çizgisi çizgisine tespit ettik. 200 yıl önce toprağa verilmiş mübarek bir Türk'ün kabir delili olan bu kırık dökük taş, şimdi orada, dikkatle muhafaza edilmektedir. Taşın üzerinde sağlam kalmış kısmın yazıları olarak, kelimesi kelimesine şu cümle vardır:

MOSKOF KEFERESİNDEN İNTİKAM ALAMAYAN MERHUM ALEMDAR ALİ AĞANIN RUHUNA FATİHA - 1183

İşte, ruhunu teslim ederken, en büyük iman içinde en büyük hınçla Allahına kavuşacak kadar millî mefkûresini şahıs derdi haline getirmiş bu mübarek Türk, her birimizin, öz babasından bir derece daha yakındır. Babamız Alemdar Ali Ağa ile iftihar ediyor; ve onun Türk ruh (rontgen)i halindeki mezar taşını bütün dünyaya arz ve takdim ediyoruz.

Bu Ali Ağa'da bütün Türklük görülmektedir ki, Türk, mezartaşı gibi, ancak son hüviyet, mâna ve imânını kaydettireceği ve sadece Allah 'in rahmetine sığındığını bildirmekle kalacağı, taştan âhiret kartvizitinin üstüne, imanına bitişik olarak iman hıncını kazımadan duramamaktadır.

İşte, destanlık çapta ve biricik tarihî misâl halindeki bir milli hıncın hikâyesine isim veren Moskof Gâvuru!..

Bu satırlar Moskofun ilk ve umumî takdimidir. Onun iç yüzüne, topyekûn mânasına, tek tek gayelerine, devir devir maddi ve mânevî (strateji) hedeflerine ait tespit ve teşhisler, ileride ve hikâyemizin içinde…

Necip Fazıl Kısakürek, Moskof, Giriş, s. 5-8