Tarafsız… Bu kelimeden iğreniyorum. İnsan, taraf demek... Tarafsız fikir, cisimsiz gölge gibi bir şey...

Lokantanın yemek listesinde bile taraf var. Tarafsız yemek isteyen «bana 250 gr. karbon-hidrat getirin!» demekten başka ne yapabilir? Orada ki, renk, koku, lezzet, ton, mana ve her birinin arasında ince, kalın farklar var; mutlaka taraf mevcut. Bir kadını beğenmenin bir koltuğu yerleştirmenin, hatta muslukta taharetlenmenin bile asgarî bir taraf ölçüsüne ihtiyacı besbelli... Renklerini paletinde ezen ressam, onları kondurmak için tablosunda boyuna taraf arar ve o sayede dünyasını kurar.

Zaten tam tarafsızlığa imkân mı var?.. Kendisini tarafsız gösteren gazete, şu veya bu taraftan olan veya olmayanları kaçırmamak için böyle görünür; hakikatteyse mangırdan tarafa hareket eder, taraf duygusunu öyle işlemiş ki, içimize, tarafsızlık taslamakta samimiyetsizlik de var. Bir gün, her şeye tarafsız gözle baktığını ilân eden bir profesörü sormuştum:

- Allah'a inanmıyor musun'?

- Mümkünattandır, demişti; olabilir de olmayabilir de...

Allah'ı, en basit mahlûk, adi bir eşya gibi gören bu hamakat dâhisinin karanlık suratına tükürmek istemiştim. İnananın da, inanmayanın da birlikte tüküreceği surat... Tarafsızlık surat.

İyi ile kötü, doğru ile yanlış güzelle çirkinin iç içe kaynaştığı bir âlemde, tek davranışı seçmek ve değerlendirmekten ibaret olan, insanoğlunun düşebileceği en âciz ve o nisbette sefil dereke, sadece tarafsızlıktır.

Dedik ya; tam tarafsızlık zaten olmaz. İşte bizim, büyük istikametlere, inanış kutuplarına karşı son zamanlardaki kayıtsızlık ve istidatsızlığımız, gafletten tarafa olmamızdan geliyor. Onun içindir ki, istismardan tarafa olanlar, bu gafletten tarafa olanları ha bire sömürüyor. Ve biz, mutlak taraf sahipleri, başıboş çokluktan iltifat görmemenin meraretini yaşıyoruz.

- Ne tarafa, dostum. Ko-va-dis?

- Hiç! Rastgele bir tarafa.

Fert ve cemiyet halinde işte bu ölçüye göre yaşıyoruz.

Gidişle bize hiçlikten başka bir taraf kalmayacağını da, tarafsız olduğumuz için anlayamıyoruz.

Necip Fazıl Kısakürek, Çerçeve 4, 1965