Reklam, kapitalist iktisat düşüncesinin bir sonucu. Kapitalizm, mal ve eşyaların üretimini, hiçbir kayıt ve sınırlama olmaksızın çoğaltmayı ve bunları da ne pahasına olursa olsun satmayı hedefler. Bu yüzden de, “ihtiyaç faktörü” dışında üretim ve tanıtımını gerçekleştirir. Dolayısıyla, reklamın herhangi bir ahlaki ve sosyal bir amacı yoktur. Sadece ihtiyaçları harekete getirip, satışı kızdıracak ve arttıracak bir mekanizmadır. Böyle olmasaydı, “tanıtım kavram’ının olmaması gerekirdi. Kapitalizmin sosyal ve kültürel anlayışları kontrolü:

Kapitalizm, hayatın sadece maddi alanla sınırlı bir düşünce ve yaşayış sistemine geçişi öngörmektedir. Sosyal ve kültürel gerçekler; bu sistemin yan ve tamamlayıcı enstrümanları durumundadır. İktisadi faaliyetleri, her toplumda bu faktörler belirlemez. Kapitalist bir dünyada yaşamak, ancak bu dünyanın anlayışı ve kurallarını kabul etmekle mümkün olabilir. Başka bir kültür ve ahlaki sistemi benimsemiş toplumlar, bu iktisadi sistemde varlıklarını muhafaza edemezler. Çünkü, toplumsal kurumlar; içinde yaşadıkları toplumların değer ve fikirleri ile varlıklarını sürdürmektedirler.

Peki, bu dünyanın değer ve kurallarını benimsemeyen bir toplumun, bu sistemi kabullenmesi ve ayakta tutmaya çalışması, böyle bir toplumun düşünce ve yönetim sisteminin hastalıklı hale geldiğini göstermez mi?. Çünkü, bir düşünce felsefesi ve sisteminin reddettiği bir anlayışı ve uygulamayı yürütmeye devam etmesi, o toplumdaki kültürel sistemin samimi ve ciddi olmadığını gösterir. Özellikle bu tutum, siyaset alanında şuurlu bir şekilde gerçekleşiyorsa, daha sıkıntılı bir durumla karşı karşıya kalınmıştır. Çünkü; siyasi sistemlerin temelinde kültür ve sosyal sistemler bulunmaktadır. İktisadi veya hukuki sistemin, kültür ve değerlerin dışında şekillenmesi, dile getirilen kültürel ve sosyal sistemin, fiilen kabul edilmediğine bir işarettir.

Ahlaki ve manevi değerlerin etkisizliği

Günümüzde dini ve ahlaki kavramların “havada uçuştuğu” bir ortamda, bu kargaşalığı açığa kavuşturmak daha da zor olmaktadır. Geçmişte, “dini grup” görünümlü bir hareketin, bu toplumun değerlerini nasıl dejenere ettiğini ve toplum grupları arasında ikilik meydana getirdiğini biliyoruz. Böyle bir olayın, siyasi sahada gerçekleşmesi daha büyük problemlere yol açacaktır. Kültürel, sosyal ve siyasi hayat, emanet fikir ve doktrinler ile sürdürülemez. Çünkü sosyal hayatın ayakta durması, insan ve toplum değerlerine uygun yapı ve kurumlaşmalarla mümkün olabilir. Özellikle kurumlaşmaların, toplumun kültür ve değerlerinin dışında bir kurumlaşma içine girmesi; artık o fikir ve ideallerin “sembolik kaldığı”nı gösterir.

Bu değerlendirmede görüyoruz ki, iktisadi sistem; hiçbir zaman kültür, ahlak ve sosyal anlayış ve değerler ayrı bir yönde gelişmemektedir.

Bundan dolayı iktisadi kural ve felsefenin hakim hale gelmesi, insan faktöründe ciddi bir şekilde “değer kaybı” yaşatmaktadır. İnsanın dejenere olması, eşyalaşması ve hedonik bir değişim ve dönüşüm içine girmesi, dünya için ciddi problemlere yol açmaktadır. Buna rağmen, Kapitalist ve Liberalist anlayış; madde ve tüketim merkezli olması sebebiyle toplumların kültürel temellerini sarsmaya devam etmektedir. Türkiye ve İslam dünyası, böyle bir gelişmeden en fazla etkilenecek kültürler arasındadır.

Prof. Dr. Sami Şener, Mirat Haber