Batı demokrasisi ve bilhassa demokrasinin vatanı addedilen Amerika Birleşik Devletleri'nin, fikirleriyle ruhçu ve hayatıyla materyalist çelişkili bünyesine dikkat çekmiştik. Aslında fikirleriyle mistik olarak karşılanan Amerika'nın bu vasıflanışı, biraz da Marksizm'in -materyalist dünya görüşünün- karşısında liberal bir sistemi temsil etmesi ve bunun tabiî neticesi olarak da ferdin hak ve hürriyetleri cümlesinden düşünce ve vicdanın açıklama serbestisini tanımasıdır. İşin en doğrusu ise, Amerika'nın "pragmatizm" felsefesinin vatanı olarak görülmesidir ki, pragmatizm bir şeyin künhüne nüfuz etme ve "hayatın gayesi" diye bir tasa taşıma yerine, pratik hayattaki yararlılık bakımından tecrübe ile sabit değerleri tesbit etmekten ibarettir; bu çerçevede din de, -eğrisi doğrusu, gayesi ve hedefi bir yana-, madem insanlara huzur ve mutluluk veriyor, faydalı bir tecrübedir. Böyle bir hayat telâkkisi, materyalist dünya görüşü karşısında "mistik-ruhçu" sınıflamasına da edilirse de, aslında haşin bir nefsanî hazcılıkta bu haliyle de ayrı bir materyalist hayat tarzından başka bir şey değildir... Ferdi iradeye kıymet verişin ve ferdî iradenin toplumda belirleyici rol oynamasına nazaran, ferdî iradeyi "üretim ilişkilerinin belirlediği toplum münasebetinin neticesi ve bunu da "diyalektik materyalizm"in tesbit ettiği gerçekliğe bağlayan görüş; bu iki görüş farkı içinde, demokrasi, ferdî iradeye kıymet verişiyle, maddeci görüşe zıt olarak tarif ve tasnif ediliyor...

Biz, özellikle 2. Dünya Savaşı'ndan bugüne uzanan çizgide giderek artan tesiriyle seyrettiğimiz demokrasinin, niçin yaygınlaştırılmak istendiği meselesi üzerinde duruyoruz.

Demokrasi Batı'nın belirlediği bir dünya

Her şeyden önce bilmek gerekir ki, Batı'nın kendi adına demokrasi, iyiyi getirmenin değil de, kötüye mâni olmanın rejimidir; kilisenin asırlarca zulmünden, derebeylerinin kölesi olarak hayvandan beter şartlarda yaşamaktan, kralların istibdadından, komünizm, Nazizm ve faşizm tecrübelerinden süzülerek olgunlaşan bir halka... Burada Amerika'nın Batı uzantsi durumunun ve dolayıs1yla demokrasisinin kök alâkası da -bir bakıma- varsa da, aslında onun kendine mahsus gevşek dokulu halk yapısının ne faşizm ne de başka bir totaliter rejim için kök olamayacak bir kısırlıkta bulunduğunu da belirtmek gerek.
Batı yönünden, kendi aralarındaki dalaşmada (kendilerini de yıkıma götüren) umumî hesaplaşma yerine işi birbirine tesir eden dişliler üzerinde eriterek asgariye indiren demokratik rejim, Batı dışında kalan İslâm ülkeleri ve 3. dünya ülkeleri için çikolatayla kaplanmış bir zehirdir. Kısacası; aile içindeki kardeşlerin dalaşması önlenir ve bir birlik içine girilirken, demokrasinin ihraç edildiği ülkelerin halkı, devletin hükümranlığından ve vatandaşlığından, niteliğini Batı'nın belirlediği “dünya vatandaşlığı”na ve “yeni dünya düzeni”nin statüsüne kaydırılmaktadır... Kişi hak ve hürriyetlerinin temini adına küçülen ve "millet hâkimiyeti" prensibine dayatılan devlet vasıtasıyla, hâkim milleti (!) köle olarak "yeni dünya düzeni" içinde ehlileştirmek!..

"Yeni dünya düzeni" demokrasisinin mahiyeti hakkında hukukî, siyasî, iktisadi, sosyal ve dinî yönlerine temas ederek durduk... Burada dikkat çekmek istediğimiz başlıca bir husus şudur:

-"Batı toplum ve yaşayışının içinden doğan demokrasi, yine bu toplum ve yaşayışının ayrılmaz parçası sömürgeciliğin uzantısı olarak ihraç edilirken, ulaştığı menzil boyunca "altı kaval üstü Şişhane" oluşumlara vücut vermektedir; ve bu hal, hem onların demokrasi adına müdahâle hakkını doğurmakta, hem de dolaylı yoldan bolca imkân sağlamaktadır!"

Demokrasinin prensipleri ile "Milletleraras1 hukuk", Birleşmiş Milletler Teşkilâtı, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Avrupa Ekonomik Topluluğu prensiplerinin örtüşmesi ve aynılığı üzerinde, geçen fasıllarda durduk: Bu çerçeve içinde, büyük devletlerin ekonomik ve siyasî olarak işlerine gelen yerde müdahale ettiklerini ve askerî güç de kullandıklarını biliyoruz. İşlerine gelmeyen yerde seyirci kaldıklarını da... Amerika Birleşik Devletleri'nin liderliği altındaki Batı'nın, bütün köleleriyle beraber ve "güç kullanarak toprak kazanmayı yasaklayan milletlerarası kurallar" cümlesinden olarak Irak'ın üzerine saldırması ve pislik Kuveyt yönetimi adına Kuveyti kurtarması malûm... Bosna-Hersek' te Müslümanlara saldıran Sırplar'ın katliamına seyirci kalması ve böyle bir durumda bizim gibi köle devletlere de sadece ağlamak düştüğü de malûm; Batı, hem katliama seyirci kalıyor, hem de Bosna'nın aleyhine bir durum olan silâh ambargosunu uyguluyor... Çeçenistan'a Rusların saldırısı malûm; ileride neye karar verip vermeyecekleri meçhul, Batı şu ân için seyrediyor... Bu örnekleri geriye doğru giderek çoğaltmak veya ileriye doğru olabilecek olanları eklemek lüzumsuz: Mühim olan işin ruhunu ve esasını kavramak.

Demokrasinin ihraç edildiği memleketlerde dolaylı yoldan bolca imkân elde etmeleri meselesine gelince: Bir yandan ferdi hak ve hürriyetler kapsamında ekonomi alanının "kâr" ve "çıkar" ilişkilerine dayalı düzeninde tayin edici mevkiye geçmek, öte yandan para gücüyle "iç"e ve "dış"a bakışta kamuoyu oluşturucu işbirlikçi basını gütmek, demokratik kitle örgütleri adı altında kamuoyu baskı gruplarını temsil eden ve oluşturan kuruluşlar vasıtasıyla işi milletlerarası alana ait kılmak, her biri her birinin içinde ve birbiriyle alâkalı buna benzer çeşitli tesir unsurlarıyla siyasî iktidarı tayin etmek... Bir memleketin ahlâki, hukukî, sosyal, iktisadî ve siyasî yapısını,
işine gelen tonda yönlendir!.. Meselâ bizde, her ne kadar Meclisin duvarında "Hâkimiyet Milletindir!" yazıyorsa da, iktidara gelmek için veya iktidara gelince gözler hep Amerika ve Batı'nın baba devletlerindedir!.. Batı emperyalizminin Milletlerarası iktisatta nazım rolü oynayan bankalarının kredi verdi vermedi tutumunun iktidarı belirleyici rolü, aynı minvalde diş yardım ve askeri yardım meselesi?..

Yeni dünya düzeni demokrasi kılıfında tertiplenirken, demokrasi cümlesinden olan ve Birleşmiş Milletler Teşkilâtı'nın "İnsan Hakları Bildirisi" ile Birleşmiş Milletler Andlaşması'nın "insan haklarına" ilişkin maddelerinde geçen "ırk, cins, dil veya din farkı gözetmeksizin" lâfları, kuru bir palavradan ibarettir... Devletlerin eşit olarak oturmadıkları bir masa etrafında, milletler nasıl eşit olacak?..

Domuzlar Diktatoryası

Birleşmiş Milletler Teşkilâtı, bizzat Güvenlik Konseyi'nin yapısı ile bir "Domuzlar Diktatoryası" olduğunu göstermektedir... Güvenlik Konseyi'nin "veto hakk1" olan daimi üyeleri arasında niçin bir tane bile halkı Müslüman ülke yok?.. Rejimi İslâmî olmadığı hâlde bile, halkı Müslüman olan ülkelerin yeri pabuçluk!..
Netice şudur: Batı'nın demokrasiyi dayatması, herkesin eşit olarak haklardan istifade edeceği bir dünya bütünlüğü için değil, George Orwell'ın ünlü eseri "Domuzlar Diktatoryas1'nda geçtiği gibi, hepimiz eşitiz ama, bazılarımız biraz daha eşit anlayışı çerçevesinde bir düzene boyun eğdirme zorbalığıdır. İşi biraz daha açmak istersek, bizdeki anayasa ve kanunların herkes için geçerli hükümleri önünde, sayıs1z "adamına göre muamele" örneklerini hatırlatmak yeter.

Yolsuzlar panayırı

Düşününüz Genelkurmay -eski- Başkanı Doğan Gürses'in oğlu asker kaçağı, Savunma Bakanı Mehmet Gölhan'ın oğlu asker kaçağı; ama "boğazına kıl kaçtı hesabı uyduruk bir raporla askerlik mükellefiyetinden kaytaran bu çocuklar, bunu dünya alem bilirken hukuku da kendilerine uyduran babaları sayesinde halk çocukları ile "kanun önünde eşit" oluyorlar. Başbakan Tansu Çiller'in oğlu, annesinin yalısının karşısında asker; yani biraz daha asker. Şu ân Cumhurbaşkanı olan Süleyman Demirel'in, kardeşi, yeğeni, kayınbiraderi, velhasıl sülâlesi, 30 yıl binbir türlü para yolsuzluğuna bulaştı, Demirel in kendi adı yolsuzluk olaylarına karıştı, ama alayı tertemiz!.. Eski Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın oğulları, kızı, karısı ve sayısız maiyeti sayısız dalaverelere karışarak menfaat temin ettiler; küçük oğlunun arabasını kullanan ve şantaj yoluyla para sızdırmak için giden ekipte bulunan bir polis, aldıkları ihbarı değerlendiren ve kimin önünü kestiklerini bilmeyen bir polis ekibini taradı, bir komiser öldü, üç polis yaralandı... Ama herhangi bir olayda alâkalı alâkasız herkesin anasını ağlatan polis, ortada üstelik bir polis cesedi varken, arabanın sahibi küçük Özal'a soru dahi sormadı: O zamanın İstanbul Emniyet Müdürü Mehmet Ağar, şimdi Emniyet Genel Müdürü olarak "şerefle" kanunsuzluğa karşı mücadele etmektedir!..

Sanırız anlaşıldı: Balkondakiler, kendi koydukları kurallara kendileri uymasalar bile, altta kalanların hukukî vecibelere uygun davranmalarını ve kanun ve nizâm hâkimiyetinin sağlanmasını isterler, çünkü bu türlü bir kanun ve nizam hakimiyetinde kendi çıkarları sözkonusudur. Bu tıpkı, bir maden ocağında patronun ve muhafızların, orada çalışan kölelerin "huzur ve güvenlerini" bozucu davranışlarına müsamaha ile bakamayacakları bir durumdur. Demek oluyor ki, yurt içindeki kendi uygulamasını dışarıda kendine karşı yapılan bir uygulama olarak gören hain zümrenin, dış uygulamalar karşısında “çifte standart uyguluyorlar” diye ağlamaya bir hakkı olmadığı gibi, kendileri de o anlayışın ülkemizdeki temsilcileridir!..

Batı emperyalizminin niçin "demokrasi için zorlama" durumunda olduğunu böylece çerçeveledikten sonra, gelelim bu meyanda ortaya çıkan meselelere: Demokrasi rejimi ile "yeni dünya düzeni”nin mahiyeti hakkında söylediklerimize nazaran, demokrasi yerine "monarşi" veya herhangi bir totaliter rejim mi istiyoruz?.. Her şeyden evvel bilinmelidir ki, demokrasinin karşılığı olarak tek alternatif "monarşi veya "oligarşi" değildir... 

Amerikan toplum yapısının "homojen-mütecanis bir yapı belirtmediğini, bu bakımdan "faşizm veya bu tür totaliter rejime kök olabilecek bir derinliği bulunmadığını söylemiştik... Bunu belirtmekle "faşizm" ve klâsik anlamda herhangi bir totaliter rejimi savunuyor değiliz; sadece, demokrasi adına yapılan ezbere övgü yanında, demokrasinin zıddı olan oluşlara yöneltilen ezbere sövgüye katılmadığımızı belirtmiş oluyoruz...

Salih Mirzabeyoğlu, Başyücelik Devleti, s. 96