Geçen günlerde evvelâ Fransa’da emekli yüksek rütbeli subayların hükûmete yaptığı ve darbe îmâsı taşıyan yazılı uyarıyla karşılaştık. Bunu, Almanya’da yaklaşık 13.000 askerin dâhil olduğu iddia edilen darbe niyeti taşıyan gizli bir yapılanmanın haberi tâkip etti. Bu ikinci oluyor. Geçen sene de, Hannibal’in Ordusu adındaki bir oluşumun varlığından haberdâr olmuştuk. Kamuoylarını sarsan haberlerdi bunlar. Bunlar, belki bazı, “bir avuç faşizan kafalı, macerâperest” askerin teşebbüsü olarak değerlendirilebilir. Şahsî kanaatim bunun böyle olmadığı istikâmetindedir.

“Postmodern” olarak târif edilen zamanların “hayırhah” bulduğum az sayıdaki niteliklerinden birisi de, “bâzı teşkilâtlı, kurumsal yalanları” açığa çıkarmak ve bunlarla “yüzleşme” imkânlarını arz etmek potansiyelidir. Hoş, bu yüzleşmelerin pratik bir faydası olduğuna da rast gelmedim. “Yüzleşmeler” daha çok “yüzsüzleşmelerle” neticeleniyor. Ama olsun; en azından yalanlarla yaşamaktansa, arada bir de olsa onların açığa çıkarılması gönüllere bir nebze de olsa su serpiyor. Ahlâkçılık yapıyor değilim. Kastettiğimin “müesses yalanlar” olduğuna dikkât çekmek isterim. Değilse “bireysel” yalanlardan o derecede rahatsız değilim.

II. Genel Savaş sonunda ortaya çıkan; “devlet”, “ulus” ve “sermâye” uzlaşmasını ifâde eden “genel denge” aslında birçok yalanın teşkilatlı halinden başka bir şey değildi. Hâkim güçlerin silahlı tekeli olarak tarif edilmeye müstehâk görülmüş olan devlet, birden “şefkâtli baba devlet” veya kısaca “sosyal devlet” olarak algılatılmaya başlamıştı. Uluslar ise iç kavgalarını, yani sınıf savaşlarını aşmış bir sosyal olgunluk örüntüsü olarak takdim ediliyordu. Sermâyeye gelince; o da acımasız, vahşi sömürüyü terk etmiş, sosyal yarar ilkesine göre sorumluluk almış bir sermâye olarak aklanıyordu. Diğer taraftan sömürgecilik sözde tasfiye ediliyor, ulusların kendi kaderlerini tâyin hakkı da tedricen hayâta geçiriliyordu. İlk bakışta pek âlâ gelişmelerdi bunlar. Evet, ortada bir komünist belâ vardı. Ama o karanlık dünyânın insanları da zaman gelecek özgürleşeceklerdi.

On seneler boyunca bu yalanlarla yaşatıldık. Bu yalanları ayakta tutan gerçeği ikame eden ideolojik güzellemeler ve çirkinleştirmelerdi. Nelerden sonra, Ren kapitalizmi, New Deal ve Sovyet devletçiliğinin arasındaki süreklilikleri görebildik. Hepsinin devletli kapitalizmin türevleri olduğunu idrâk edebildik. Aradaki farklar siyâsal kozmetik işiydi. Sovyetler kozmetiksiz, diğerleri ise kozmetikliydi. Hepsi bu. Heinrich Böll’ün, Katerina Blum’un Çiğnenen Onuru isimli romanını okuyup, “Hür” Berlin’de 500.000 kişinin telefonunun dinlendiğini öğrendiğimde çok şaşırdığımı hatırlıyorum. İspanyol Falanjizmi dimdik ayaktaydı. Portekiz’de, Yunanistan’da askerî darbeler oluyordu. İtalya’da karanlık devlet ilişkilerinin pis kokuları açığa çıkıyordu. Portekiz’de, Yunanistan’da 1970’lerin ortasında darbeciler alaşağı ediliyor, İspanya ise Falanjizmden kurtuluyordu. Ama bu geçiş süreçleri, devlet ulusların bütün yozlaşmışlığını da açığa çıkarıyor; dahası, yeni yapılara göz göre göre nasıl eklemlendiğini ortaya çıkarıyordu. Soğuk Savaş sonrası Opus Dei, Gladio gibi karanlık yapılar ortaya çıkarılmıştı. Bu derin yapıların, sermâye ve devlet uluslardaki karşılıkları alabildiğine karmaşıktı. (Buna Kiliseyi de eklemekte hiçbir mahzur yoktur). İtalya’daki Temiz Eller Operasyonlarının kesin ve mutlak bir netice verdiğine hiçbir zaman inanmadım. Halının üzerine çıkan kirler temizlendi belki; ama halının altının bundan nasiplenmiş olduğunu zannetmiyorum.

Modern devlet uluslar ile sermâye arasındaki ilişkilerin son derecede karanlık olduğunu düşünüyorum. Modern orduların ise bu ilişkilerin en esaslı düğüm noktalarından birisi olduğuna kâniyim. Modern ordular ulus ve devlet bağını kuruyor. Misâl verelim; Norveç ve İngiliz ulusu, nihâyetinde donanma demektir. Fransız ulusu, nihâyetinde güçlü kara ordusu demektir. Aynı şey, Alman ve Rus ulusları için de geçerlidir. Toplumsal vasatlarda ulusun karşılığı budur. Üç isim; Güneş Kralı olarak bilinen 14. Louis, Napoleon Bonaparte ve Charles De Gaulle, bana Fransız târihini özetlemeye yeter. Modern Almanya ise Bismarck’dan başlayarak bir “Prusya ruhunun” çeşitlemeleriyle mücehhezdir. İngiltere ise sağından bakın, solundan bakın Amirâl Nelson’dır. Sermâye ise ulusu tulumdan üniformaya; üniformadan tuluma savuran bütün dinamikleri verir.

Derin yapılardır bunlar. Belirli denge ve yatışmışlık durumlarında “aşılmış” zannedilebilir. Ama doğrusu, bu evrelerde gizlenmiş, örtülmüş, hattâ uykuya yatmış olduklarıdır. Toplumsal, ekonomik ve özellikle de siyâsal krizlerde bütün haşmetleriyle ayağa kalkarlar. Bugün yaşanan da budur. Fransa’daki bildiri hâdisesi, genel savaşlar arefesi ve arasındaki Fransa’nın profilini veriyor. Yeni bir Action Française rüzgârı esiyor. Sanki Maurice Pujo, Henry Vaugoise, Charles Maurras , Maurice Barrés mezarlarından kalkmış gibi.. Almanya’da ise sanki Wolfang Kapp’ın, Erhardt Tugayı’nın hayâleti dolaşıyor.. Mark Twain’in dediği gibi; târih tekerrür etmiyor, ama kâfiyeleniyor..

6 Mayıs 2021