Mutlak Kelâm Kur’ân’ın ilk ve yine hükmen mutlak açılımı hadislerdir. Habib-i Kibriya (SAV) Efendimizin niçin âlemlere rahmet olarak gönderildiğinin cevabı da işte bu açılımda saklı... Hem vahyi alan hem de o vahyi kendi varlığıyla insanların uyabileceği bir hale büründüren O’dur. Vahyi sadece alıp veren basit bir haberci olsaydı, İslâm din olarak ortaya çıkamazdı. Ayetle de sabit olduğu üzere O ne demişse vahiy hükmündedir. Rahmet kısmı da O’nun konuşması -hatta konuşmaması- ve doğrudan tatbiki ile İslâm’ı mutlak mânâda yaşayan “örnek” insan olmasındandır. Hem İslâm’ın mutlak çerçevesini çizmiş hem de Müslümanların mizaç hususiyetlerine istinaden din dairesi içinde kalmak suretiyle faklı güzergâhlar izleyebilmelerine imkân sağlayarak ümmetin birliğini temin etmiştir. İslâm, din olarak Kelime-i tevhidin ibaresinde de görüldüğü üzere Resûlullah Efendimiz (SAV)’in aynıdır.
Yeryüzündeki ferdî veya içtimaî bütün hayat ölçülerinin kaynağı Peygamberimiz (SAV)’dir. Allah görülmediğinden görüp uyabilmemiz ve kendisi gibi olabilmemiz için gönderilmiştir. Tüm yaratılmışlarla Allah arasındaki “berzah”tır. Bu yüzden İmam-ı Gazalî Hz. “peygamberlik tavrı aklın ötesindedir (aklın kuşatabileceği bir husus değildir)” demektedir. O’nun her davranışı ve sözü sayısız hikmete mebnidir. Tüm söz ve davranışlarına bu gözle bakmak lazım gelmektedir. Her şeyin esası O’ndadır. O’nun bir lafzı, bütün kâinatın yükünü üzerine alabilir; rahatlıkla taşıdığı görülecektir. Yüzbinlerce vakfın temel referansı olan sadaka-i cariye hadisi bu vaziyete güzel bir örnek teşkil etmektedir. Osmanlı’da ve önceki İslâm devletlerinde her vakfiyede en azından ibare olarak mutlaka kendine yer bulan bu hadis, İslâm ahlâkının özünü vermekle kalmaz, aynı zamanda bir cemiyetin tesisinde en önemli unsur olan içtimaî vazifelere hür/gönüllü katılımı da tek başına sağlayabilecek kapasitededir.
Geçtiğimiz üç hafta boyunca vakıf tesisinin Kur’ân’daki referanslarını inceledik ve vakıfların İlahî Kelâm’da zımnen mevcut bulunduğunu gösterdik. Bu haftadan itibaren birkaç sayı da Sünnet’te ve Ashab-ı Kiram’ın tatbikinde vakfın mevcudiyeti bahsini işleyeceğiz. Ancak baştan söyleyelim ki, İlahî Kelâm’da zımnen mevcut olan vakıf kurumu, Sünnet’te ve Ashab’ın uygulamalarında açık bir şekilde bulunmaktadır. Birkaç konu hariç vakıfların kuruluşlarına dair tüm esaslar Sünnet menşeilidir. Vakıflarda daha sonraları ortaya çıkan şeklî değişimler, hiçbir zaman bu çerçevenin dışına çıkmamış, zaman-mekâna muvafık ve yine naslarla irtibatlı çözümler halinde ortaya çıkmışlardır.
Diğer tüm iyi işleri başlattığı gibi İslâm’da ilk vakfı kuran da Resûlullah Efendimiz (SAV)’dir. İslâm tarihinde kurulan ilk vakıf tesisi H. 3. yılla tarihlenen “Muhayrik arazileri vakfı”dır ve banisi Hz. Peygamber (SAV)’in bizzat kendisidir. Aynı zamanda bu vakıf için bir vakfiye de hazırlatmıştır. Ancak bu vakfiyenin yazıya geçirildiğine dair bir kayıt elimizde bulunmamaktadır. Ancak vakfiyenin içeriği genel hatlarıyla bilinmektedir. Bu vakıftan sonra yine O’nun nezaretinde gerçekleştirilen ve Ashab-ı Kiram’a ait diğer vakıflarla, bu kurumun hukukî çerçevesi belirlenmiş oldu. Bu vakıfları Sahabeler kurmuşlarsa da, hepsi O’nun tasdikiyle bu işi yapmışlardı; bu yönüyle tamamını Sünnet’ten saymakta bir beis bulunmamaktadır.
Bu girizgâhtan sonra, ayetlerdeki “sürekli iyilik etme” emr-i ilahîsinin açılımı olan hadislere geçebiliriz. Sunacağımız ilk hadis, meşhur “sadaka-i cariye” hadisi:
Ebu Hureyre (RA)’den rivayet edildiğine göre Resûlullah (SAV) Efendimiz şöyle buyurdu: “İnsan öldüğü zaman amel işlemesi kesilir. Ancak üç şey bundan müstesnadır. Sadaka-i cariye, kendisinden yararlanılan ilim veya kendisine hayır dua eden salih çocuk.” (Müslim, Vasiyyet: 3; 3/1255; Ebu Davud, Vesâya: 14; Tirmizi, Ahkâm: 36; Neseî, Vesâya: 8) 
Sadaka-i câriye, sürekli sevap kazandıran sadaka anlamına gelir ve herkesin faydalanacağı süreklilik arz eden hayırlar için kullanılan genel bir tâbirdir. Sadakanın bugünkü anlamı biraz daralmıştır. Aslında sadaka, zekât da dâhil her tür hayır işini bünyesinde taşıyan bir tabirdir. Sadaka-ı câriye’ye ise “kurumlaşmış hayırlar” demek mümkündür. Cami ve mescidler, mektep ve medreseler, yollar ve köprüler, çeşmeler ve sebiller, hanlar ve hamamlar, her çeşit hayır işleri buna misaldir.
Yine Ebu Hureyre (RA)’dan rivayet edilen bir başka hadis şöyledir:
Resûlullah (SAV) Efendimiz buyurdu ki: “Mü’min kişiye hayatta iken yaptığı amel ve iyiliklerden, öldükten sonra kendisine ulaşanlar şunlardır: Öğrettiği ve neşrettiği bir ilim. Geride bıraktığı salih bir evlat. Miras bıraktığı bir Mushaf (faydalı kitaplar). Yaptırdığı bir mescid. Yolcular için yaptırdığı bir bina (misafirhane). Akıttığı bir su ve hayatta, sağlık ve sıhhatli iken malından çıkarıp verdiği bir sadaka... Hayattayken bunlardan hangisini işlemişse, ölümünden sonra kendisine onun sevabı ulaşır.” (İbn-i Mace, Mukaddime: 20, No: 242)
Başka bir hadislerinde (“hayırlı çığır” hadisi) Hz. Peygamber (SAV) şöyle buyurmaktadır:
“Kim iyi bir çığır açarsa, bununla amel edenlerin ecri kadar ecri bu çığırı açan alır. Kötü bir çığır açan da, bununla amel edenlerin günahı kadar günahı yüklenir.”(Müslim, İlim, 15; Zekât, 69; Nesâî, Zekât, 64; İbn Mâce, Mukaddime, 14; Dârimî, Mukaddime, 44; Ahmed b. Hanbel, IV, 357, 359-361, 362).
Bu hadislerde Müslümanlar, vefatlarından sonra da faaliyetini sürdürecek ve diğer insanlara (ve hatta hayvanlara) faydalı olacak işlere teşvik edilmektedir. Bunların da ancak kendini idame edebilecek kurumlar vasıtasıyla mümkün olabileceği açıktır. Uygulama da hep o yöndedir. “Semg hadisi”nde bu husus çok daha berrak bir şekilde görülmektedir:
 “Hz. Ömer (RA), ‘Resûlullah (SAV)’a Semg adındaki malımı tasadduk etmek istediğimi zikrettim. ‘Aslını hapset, gelirini dağıt’ buyurdu” (Buhari, Vesâyâ-28; Ebu Davud, Vesâyâ-13)
Başka bir rivayette ise şöyle geçmektedir: “Hz. Ömer (RA) “Ya Resûlullah (SAV) bir malım var nasıl tasadduk edeyim?’ dedi. Resûlullah (SAV) da ‘dilenenler, muhtaçlar, zayıflar, yakın akrabalar, yolcular için Allah yolunda tasadduk et’ dedi.”
Bunun üzerine Hz. Ömer, arazisini vakfetti ve İslâm’daki ilk vakfiyeyi tanzim etti. Bu vakfiyeyi tanzim emrini de Hz. Peygamber (SAV)’den aldığı rivayet edilmektedir. Buna göre “Hz. Ömer vefat eder ise, hayatta olduğu müddet­çe Hz. Hafsa (RA) mütevelli olacak ve (vakıftan) Allah’ın istediği şekil­de infak edebilecekti. O öldükten sonra ailesinden en dirayetli bir kimse mütevelli olacaktı. (Vakfa) kim mütevelli olursa, onun aslını ebediyen satmayacak, hibe etmeyecekti. Gelirini dışarıya çıkartmamak ve kazanç sağlamaya yönelmemek kaydıyla kendisinin yemesinde ve arkadaşlarına ikramda bulunmasında bir beis yoktu. Vakfın gelirleri Allah’ın rızası­na uygun olarak, el açanlara, yoksullara, misafirlere, yakın akrabaya, yol­culara ve Allah yolunda dağıtılacaktı. Tasadduk edilen bu mallar ve vadide Hz. Peygamber (SAV)’in verdiği 100 sehim, hiçbir eksiltmeye gidil­meden semg ile beraber Allah Resûlü’nün bir emri ve sünneti olarak vakfedilmişti. Gerektiği zaman mütevellinin (bu malları işletmek üzere) köle satın almasında hiçbir mahsur yoktu.”
Hz. Ömer (RA)’ın bahse konu olan Semg arazisi, Hayber’in fethinden sonra Müslümanların eline geçen topraklardan Hz. Ömer’in hissesine düşen kısımdı.
İslâm’daki ilk vakıf olan “Muhayrik’in yedi arazisi” bahsi ise şöyledir. (“Elmalılı Hamdi Yazır Gözüyle Vakıflar” isimli eserden):
<<Ömeru’l-Vâkidî bize aşağıdaki hadisi haber vermiştir:
“Hicretin 32. ayı başında Muhayrik katlolundu. Başına bir musibet isabet edecek olursa, mallarını Resûlullah (SAV)’e vasi­yet etmiş idi. Resûlullah (SAV) da o malları kabz ve tasadduk eyledi”
“Uhud Savaşı’nda Muhayrik katlolundu. ‘Bana bir durum isabet eder ise, mallarım Resûlullah (SAV)’indir. Allah’ın gösterdiği yere koysun’ diye vasiyet etmişti. Resûlullah (SAV)’in umum sadakası işte budur”
Ömer bin Abdülaziz halife iken Hanâsır’a şöyle söyledi: “Medi­ne’de işittim, o gün bir hayli kalabalık mevcuttu. Muhacir ve Ensar’dan birçok yaşlı kimse de vardı. Hz. Resûlullah (SAV)’in vakfeylediği ‘havâit-ı seb’a’, Muhayrik’in mallarındandır. “Uhud gününde, ölürsem mallarım Muhammed’indir. Allah’ın gösterdiği yere koysun” demiş ve katlolunmuştur. Hz. Resûlullah (SAV) da ‘Muhayrik, Yahûd’un (Yahudilerin) hayırlısıdır’ buyurmuştur” dediğini söz konusu kişiden ben işit­tim.”
“Ahd-i Resûlullah (SAV)’de habs, Medine’deki ‘havâit-i seb’a’dan ibaretti ki, bunlar a’râf, sâfiye, delâl, miyseb, burka, hasnâ ve ‘meşrebeti ümm-i ibrahim’dir. Bundan sonra, Müslümanlar, evlatlarına ve evlatlarının evlatlarına hapisler yaptılar” diye ibn-i Ka’b Karzî’den Mesûr bin Rufâ’a’dan İbn Ebu Sebre rivayet etmiştir.
Birçokları da Resûlullah (SAV)’in bu “sadakât-ı mevkûfe”sinin Beni Nadir mallarından olduğunu rivayet etmişlerdir.
Yine Vâkidî şöyle rivayet etmiştir, “işbu ‘havâit-ı seb’a’ Beni Nadir emvalindendir” diye Zührî’den Dahak bin Osman bize haber vermiştir. “Bunlar Beni Nadir mallarından başka değildir. Hz. Resûlullah (SAV), Uhud’dan avdet etti. Hemen Muhayrik’in mallarını tefrik eyledi” diye, Osman bin Ziyâd’dan Eyüp bin Eyüp rivayet etmiştir.
Vâkidî, “Muhayrik Müslüman olmadı, lâkin Yahudi olduğu halde öldü­rüldü. Namazı kılınmadı demiştir.”
Ömer bin Hattab (RA)’ın “Resûlullah (SAV)’in üç safiyesi vardı. Beni Nadir’i, naiplerine habs etti. Fedek (arazisi), “ibn-i sebil” (yolda kalmış yolcular) için idi. Hayber’i üç par­çaya ayırmıştı. İki parçası Müslümanlar içindi. Bir parçasından da ailesine harcar, fazla kalır ise, muhacirlerin fakirlerine verirdi” dediğini Malik bin Evs İbni’l-Hadesân’dan, Zühri’den Usâme bin Zeyt bize bildirmiştir.>> (Elmalılı Hamdi Yazır Gözüyle Vakıflar, Nazif Öztürk, sh. 122-123)
Hz. Peygamber (SAV)’in ilk vakıf kurucusu olduğuna dair yine aynı eserden şu bölümü iktibas ediyoruz:
<<Hassaf diyor ki, İslâm’da vaki olan ilk sadakada (vakıfta) ihtilaf edilmiştir. Bazı­ları “İslâm’daki sadakaların birincisi Resûlullah (SAV)’in ‘havâit-i seb’a’ (yedi bahçe)’si idi. Bundan sonra da, hicretin 7. senesinde Ömer bin Hattab (RA)’ın ‘Semg’ namındaki sadakası idi” demiştir. Vâkidî bunun hadi­sini aşağıda belirtildiği şekilde rivayet etmiştir.
“İslâm’da birinci olan ‘habs’i sorduk. Birisi, “Resûlullah (SAV)’in sadakası, İslâm’da ilk ‘habs’ olunanıdır” demiştir. Bu Ensâr’ın kavlidir” diye Hüseyin bin Abdurrahman bin Ömer bin Saad bin Muâz’dan Atebe bin Cubeyre bize rivayet etmiştir.
“İslâm’da olan birinci sadaka, Resûlullah (SAV)’in ‘vakf-ı emvâl’idir diye ibn-i Ka’b söyledi. Ben de İbn-i Ka’b’a ‘insanlar, Ömer bin Hattab (RA)’ın sadakası evveldir diyorlar’ dedim. Cevaben dedi ki, ‘hicretin 32. ayının başında Muhayrik katlolundu ve ölecek olursam mallarım Resûlullah (SAV)’indir diye vasiyet etmişti. Resûlullah (SAV) da o malları kabz edip tasadduk eyledi. Bu ise, Ömer (RA)’in sadakasından evvel idi. Ancak Hz. Ömer (RA), Hz. Resûlullah (SAV)’in, hicretin 7. senesinde, Hayber’den dönüşü esnasında “semg”i tasadduk eyledi” diye ibn-i Ka’b’dan, Mesur bin Rufâ’a’dan, Salih bin Ca’fer bana rivayet etti.>> (Age, sh. 124-125)
Bahsimize gelecek sayı kaldığımız yerden devam edeceğiz.

Baran Dergisi 468. Sayı