Para vakıflarının faaliyetlerine dair elimizde vesika bulunan ilk uygulama, Edirneli Hacı Yağcı Muslihiddin’in bazı dükkânları ile birlikte vakfettiği 10.000 akçesidir. Bununla birlikte bütün efradıyla tam olarak bilinen ilk para vakfı, Fatih Sultan Mehmet’in vakfıdır. Fatih Sultan Mehmet, geliri yeniçeri ocaklarına verilen etlerin sübvansiyonunda kullanılmak üzere 24.000 altın vakfetmiştir. İstanbul’da Fatih’ten itibaren, 1456–1551 yılları arasında 1161 para vakfı tesis olunmuştu. Yine İstanbul’un et ihtiyacı için Kanuni Sultan Süleyman, kendinden önce bu maksatla kurulan para vakıflarını birleştirerek, 698 bin akçelik oldukça büyük bir vakıf oluşturmuştu.

Tahsin Özcan’a göre para vakıfları, 13. yüzyıldan itibaren sürekli gelişerek 16. yüzyılın ikinci yarısında zirveye ulaştı; 1533’te ise vakfedilen değer olarak diğer tüm gayrimenkul ve menkul mallar arasında para birinci sıraya yerleşmişti. Gayrimenkul vakıflarına göre daha esnek ve değişken bir yapı arz eden para vakıfları, başlangıçtaki faaliyet ve hizmet alanlarına yenilerini ekleyerek Osmanlı cemiyetinde önemli birer dayanışma ve sosyal güvenlik müessesesi olma özelliği kazanmışlar, bu yüzden, aslında birer para vakfı olan avarız vakıfları, eytam vakıfları, orta sandıkları ve esnaf sandıkları gibi oluşumlar halinde varlığını yaygın bir şekilde devam ettirmişlerdir. Bu kurumları, ilerleyen bölümlerimizde vakıf türlerini işleyeceğimiz fasıllarda daha detaylı ele alacağız.

Osmanlı’nın ekonomik yapısı, İslâm’ın emrettiği adalet temeli üzerinde, önceki İslâm devletlerinin de uyguladığı, kaynağını dinden alan tımar, mukataa gibi toprak düzenlemelerine ve fütüvvete dayalı ahîlik gibi esnaf teşkilatlarına dayanmaktaydı.

Ahmet Tabakoğlu, 16. yüzyılda Osmanlı topraklarının % 20’sinin vakıf sistemi içerisinde yer aldığını, vakıf gelirlerinin yaklaşık % 15’ini, devlet gelirlerinden alınan payların oluşturduğunu söylemektedir. Bu dönemde vakıf gelirleri toplam kamu gelirleri içinde % 12’lik bir paya sahip bulunmaktaydı. Bu oranın ilerleyen zaman içerisinde % 20’lere kadar yükseldiği görülmüştür.
Eşraf tarafından kurulup sultan ve büyük vezirlere ait vakıflardan ayrı tescil edilen “amme” vakıflarında, bilhassa 16. asrın ikinci yarısından itibaren eski tip han, hamam, ev, bağ ve bahçe gibi gayrimenkullerin tahsisi yerine daha ziyade nakit para vakfına geçilmiştir. 18. asır Türk vakıflarının toplam gelirlerinin yaklaşık % 30’nun vakfedilmiş nakit paralardan geldiği belirtilmektedir. Bir araştırmada vakfiyeleri incelenen 330 vakıftan 94’ünün yani % 28’inin gelir kaynaklarının ya sadece nakit paralardan veya nakit parayla birlikte diğer bazı gayrimenkullerden ibaret olduğu ortaya çıkarılmıştır. Bu nakit paraların 42.120.220 (Kırk iki milyon) akçe gibi dönemine göre önemli bir yekûn tuttuğunu belirtmek gerekir.

Her ne kadar para vakıflarına meşruiyet sağlayan meşhur emirname 1548 yılında yayınlanmışsa da, vakfiyelerin tetkikinden, vakıf kurucularının muhtemelen ebedilik şartını tam karşıladığını düşünmedikleri paranın vakfedilmesi hususunda tam itminan içinde olmadıklarını anlamaktayız. Bu husustaki hukukî ihtilafa binaen de çoğunlukla paraların gayrimenkulle beraber vakfedildiğini görmekteyiz.

Vakfedilen paralar muhtelif usullerle (iş ortaklığı, murabehe, vs.) işletilerek elde edilen gelir vakfın hizmetlerinde değerlendirilmiştir. Vakfedilen paraların işletilmesinde vakfın tarifindeki ebedilik gereği anaparaya dokunulmamış, vakıf paranın ticaret yoluyla işletilmesi sonucu elde edilen kâr vakfın kendi masrafları ile meşrutun lehlerine harcanmıştır.

Vakfedilen paraların işletilmesinden elde edilen gelirler öncelikle vakfın gayesine uygun hizmetlerin gerçekleştirilmesinde değerlendirilmekte, sonra vakıf hizmetinde bulunanlara harcanmaktaydı. Böylece vakıflar yoluyla hem hizmet erbabına istihdam sağlanmakta hem de piyasanın ihtiyacı olan para tedavüle sokulmaktaydı. Dolayısıyla ekonomik istikrarda vakıfların rolü azımsanamayacak kadar etkiliydi. Hatta bu etkilerinden dolayı vakıfların Osmanlı’da en aktif kullanıldığı dönemler için piyasa krizlerinin emniyet sübabı olduğunu bile söyleyebiliriz.
Para vakıflarında ihtiyaç sahiplerine yukarıda da bahsettiğimiz gibi muhtelif usullerle borç para verilmekte, bu yolla insanların nakit ihtiyacı giderilmiş olmaktaydı. Böylece değişik sebeplerden nakit ihtiyacı duyanların ciddi bir yekûnu para vakıflarına başvurmaktaydılar. Her ne kadar bir İslâm devleti olan Osmanlı’da faiz haram olsa da, herkes istediği anda eşinden dostundan veya yakın çevresinden borç para bulamamaktaydı. Bundan dolayı gizli kapaklı da olsa bir şekilde, bilhassa azınlıklar tarafından yürütülen tefecilik mevcuttu. İnsanlar yüksek faiz hadleriyle borçlanmak durumunda kalmaktaydılar. Para vakıflarının yaygınlaşmasıyla beraber ihtiyaç anında yüksek faiz cenderesi altında borç para alma zarureti ortadan kalkmış ve bu yolla “kredi sistemi” bir nizam ve intizama sokulmuştu. Şayet Osmanlı’nın ilk dönemlerinde para vakıflarından böyle bir kaynak sağlanmamış olsaydı, Müslümanların ellerindeki paranın atıl kalması sonucu piyasada ciddi bir nakit sıkışıklığı ortaya çıkacak ve bu da bilhassa parayı elinde tutan azınlıkların sermaye birikiminin faiz yoluyla daha bir semirmesine yol açacaktı. Aynı zamanda üretim ve istihdam üzerinde de menfi tesirler hâsıl edecekti. Para darlığına sikkenin değerinin düşürülerek çare aranmasının nasıl bir faciaya sebeb olduğuna 17. Asır Osmanlı tarihi şahittir. Kısacası para vakıflarının mevcudiyeti Osmanlı iktisadının istikrarında çok önemli bir rol oynamıştır.

Diğer önemli bir husus da vakıflardan borç para alan kimselerin, bu paraları tekrar yatırıma döndürmek suretiyle istihdam ve üretime ve dolayısıyla istikrara katkıda bulunmuş olmalarıdır. Şu hâlde para vakıflarını –mahiyet açısından tam bir benzerlik yoksa da- işleyiş bakımından bugünkü kredi kurumlarının Osmanlı kuruluş ve yükseliş dönemindeki muadilleri biçiminde değerlendirmek mümkündür.

Diğer taraftan, para vakıfları, bölge bazındaki iktisadî faaliyetlerin en önemli finansman araçlarından birisi olmuştur; zira Osmanlı topraklarında 18. yüzyılda başlayan sanayileşme hareketi, nakit paraya talebi daha da artırmıştır. Bu dönemde piyasa mekanizmasından kaynaklanan ana sorun para bulunmamasından ziyade, paranın bölgeler arasındaki eşit olmayan dağılımıydı. Bunun temel sebebi ise azınlıklara mensub sarrafların daha çok kazanç elde edebilmek amacıyla paranın normal işlevini gerçekleştirmesini engellemeleriydi. Meşhur Galata bankerlerinin, bilhassa para vakıflarının sukuta geçtiği bir dönemde sivrilmesi çok manidardır.

Osmanlı döneminde eğitim, bayındırlık, sağlık hizmetleri ile dinî ve hayrî hizmetlerin büyük ekseriyeti bilhassa para vakıfları tarafından finanse edilmiştir. Para vakıflarının diğer önemli bir fonksiyonu da sosyal güvenlik aracı olarak işlem görmeleridir. Yukarda da bahsettiğimiz gibi, Yeniçeri Ocağı mensupları arasında “Orta Sandığı” adı altında birçok vakıf kurulmuş ve bu ocağa mensup insanlar arasındaki yardımlaşma ve sosyal güvenlik hizmetlerini yürütmüşlerdir. Gerek savaş nedeniyle gerekse başka sebeplerle yetim kalan çocukların reşit oluncaya kadar mallarına ait hukukunu korumak üzere “Eytam (Yetimler) Sandıkları”, çiftçiler arasında yardımlaşma için kurulan Memleket veya Menafi Sandıkları gibi kuruluşlar da aslında para vakıflarıdır. Köy, mahalle halkından vergilerini ödeyemeyecek durumda olanlara yardımda bulunmak, köy veya mahallenin ortak ihtiyaçlarını karşılamak, çalışamayacak durumda olanların ihtiyaçlarını gidermek, köy ve mahalle yollarının yapımı, bakımı, tamiri ile çeşme ve suyolları giderlerini karşılamak amacıyla yine aslında bir para vakfı olan “Avarız Vakıfları”  kurulmuştur.
Kimsesiz, dul, öksüz ve borçlulara yardım etmek; talebelere elbise ve yemek vermek, divitlerine mürekkep koymak; hizmetçilerin kırdığı kâse ve bardak gibi kap kacağın bedelini ödemek ve böylece onları efendilerinin azarlamasından korumak üzere para vakıflarının kurulduğu bilinmektedir. Özellikle mahalle fakirlerinin ihtiyaçlarının karşılanması için paralar vakfedildiği gibi çeşitli esnaf mensuplarının fakirlerinin yeme, içme, giyim, yakacak gibi ihtiyaçlarının karşılanması için de paraların vakfedildiğini vakfiyelerden anlıyoruz. Gelir dağılımındaki dengesizlikler vakıf hizmetleri yoluyla asgariye indirilebilmiş, böylece ortaya çıkabilecek sosyal patlamaların da önü alınabilmiştir.

Günümüz Türkiye’sinde eğitim, sağlık, sosyal güvenlik, ibadet ve bayındırlık faaliyetlerinin devlete yaklaşık 100 milyar TL’yi aşkın bir maliyeti vardır. Günümüzde devlet bütçesine önemli bir yük getiren bu hizmetler, Osmanlı’da vakıflar tarafından karşılanmaktaydı. Bilhassa bütün belediye ve bayındırlık hizmetleri 1856 yılına kadar vakıflar tarafından yürütülmekteydi.
Para vakıfları Osmanlı’nın son dönemlerine kadar önemini korumuştur. Nitekim 18 ve 19. yüzyıllarda kurulan vakıflar üzerinde yapılan incelemelerden, 18. yüzyıl vakıflarının % 31,7’sinin, 19. yüzyıl vakıflarının ise % 56,8’inin para vakıfları olduğu tespit edilmiştir. Ancak ısrarla ifade ettiğimiz gibi, bu vakıflar, diğer vakıflarla birlikte, ciddi bir suiistimale maruz kalmışlardır. İnsanların manevî hislerle giriştikleri bu hayır işleri, devletin kontrol mekanizması bozulduğundan, hızla yozlaşmaktaydı.

Burada devlet kontrolü ile alakalı bir hususun daha altına çizmek gerekmektedir: Vakıf paraların ekonomide bir istikrar unsuru olması, bunların vakıf mütevellileri tarafından standart ölçülerde işletilmesi ile yakından ilişkilidir. Şöyle ki: İslâm kültüründe vakıflara, yetimlere ve kamuya ait bütün mal ve nakit para varlıkları rayiç piyasa fiyatları ölçü alınarak yönetilir. Bunların satımı veya kiraya verilmesi durumunda fâhiş gabin (aşırı aldanma) ölçüsünde ucuza verilmesi, satım veya kira akdini geçersiz kılar. Gerektiğinde bunları yöneten mütevelli, veli veya kayyum, ortaya çıkan zararı tazmin etmekle yükümlü olur. İlk olarak Belh fakihlerinden Nusayr b. Yahya, rayiç piyasa fiyatlarının dışına çıkmayı ifade eden “fâhiş gabin” ölçülerini, gayrimenkullerde % 20, hayvanlarda % 10 ve menkul mallarda % 5 olarak tespit etmiştir. Osmanlı Devleti piyasasında yüzyıllarca ölçü alınan bu miktarlar, 1876 tarihli Mecelle’nin 165. maddesi ile de kanunlaştırılmıştır. Bu tazmini sağlayacak olan ise kadılardır, yani devlettir. Gelin görün ki, Osmanlı’nın son asrında devleti saran yozlaşmadan adliye de nasibine düşeni almış, vakıflar üzerindeki kontrol mekanizmaları gevşemiştir.

Bu konudaki son bir not olarak, Osmanlı ekonomik yapısında hâkim olan bu fiyat standartlarının, para vakıflarının vakfiyelerinde de standart ölçülere bağlandığını söyleyelim.
Gelecek sayı para vakıflarının çalışma şeklini ele alacağız. 

Baran Dergisi 498. Sayı