Sanayi Devrimini kısaca ifade etmek gerekirse, Batı’da 18. ve 19. Yüzyıllarda üretime dair yapılan teknolojik ilerlemelere, değişen endüstri anlayışına ve akabinde artış gösteren sermaye birikimine verilen addır. Günümüzde kullandığımız birçok aletin, dolaylı veya dolaysız olarak Sanayi Devrimi’yle ilişkisi var. Hemen hepsi Sanayi Devrimi’nin getirdiği imkânlarla üretilmiş ve Sanayi Devrimi’nin izlerini taşımaktadır. Günümüzün giderek daha da materyalistleşen-sekürlerleşen dünyasında maddeye verilen önem arttığından dolaylı sanayiye verilen önem de artmaktadır. Günümüzde birçok şeyin temel kıstası madde ve dolayısıyla teknoloji ve sanayi olmuştur. Günümüzde insan-insan, insan-devlet ve devlet-devlet ilişkilerinde en önemli kıstaslardan biri de sanayidir. Bundan dolayı günümüzdeki içtimai değişim ve sıkıntıların temel saiklerinden biri de sanayidir. Tabii biz burada sanayinin kötü bir şey olduğunu söylemeye çalışıyor değiliz. Temelde problem, sanayinin belli bir kültürün potasında eritilip, belli bir ideale nispetle ele alınmamasından ve vasıta rolünün kavranamayıp gaye haline getirilmesinden kaynaklanmaktadır; yine teknoloji bahsinde olduğu gibi insan onu tahakkümü altına almazsa o insanı kendi tahakkümü altına almaktadır. Bugünkü Batı bunun mücessem ifadesini göstermektedir. Son 200 küsür yıldır Batı’nın üzerimizdeki hâkimiyet ve tahakkümünü tesis ettiği ve hâkimiyet tesisinde en çok zorlanacağımız alanlardan biri de sanayidir ne yazık ki. Demek ki kaybettiğimiz hâkimiyetimizi yeniden kazanmak için nasıl fikirde Rönesans çapında bir aksülamel gerçekleştirmemiz gerekiyorsa, aynı hâkimiyetin zahirde görünmesi için gerekli “alet”lere ve “Hiç ölmeyecekmiş gibi dünyaya çalışma” emrini layıkıyla yerine getirebilmek adına zaruri madde şartlarına da Sanayi Devrimine eş bir aksülamel gerçekleştirmekle ulaşabiliriz.
Bugün bizim gibi gelişmekte olan üçüncü dünya ülkelerinde konuşulan en önemli konuların başında –ki bağımsızlıkla da bağdaştırılır haklı olarak- sanayileşme gelmektedir. Sanayi Devrimi sonrasında, ilk önce maddî, arkasından bunun idamesi için zaruri kültürel sömürgecilik dünyaya egemen olmuş, yeni iktisadi model ve düşünceler zuhur etmeye başlamıştır. Devlet-i Aliyye’nin İslâm aşk ve vecdini kaybedip İslâm’a muhatab anlayışı yenileyemediği ve zihnen ve bedenen gerileme içinde olduğu asırladır 18. ve 19. Asırlar. Bu gerileme dönemlerine rastlayan Sanayi Devrimi ve onun oluşturduğu etki, Devlet-i Aliyye’yi başlangıçta hafif sarsmış, daha sonra toparlanılıp ayak uydurulmuştur; fakat Batı’daki “Merkantalizm” modeline alternatif bir model üretilemeyişi, merkezi otoritenin tesis edilemeyişi vb. sebeblerden dolayı sanayileşme Batı’nın çok gerisine düşmüştür. Ulu Hakan Abdülhamid Han ile bir sıçrama yapıldıysa da Cennetmekân Sultan’a yapılan hazin darbe bu sıçramayı sekteye uğratmış ve başa dönülmüştür. Cumhuriyet’in kurulmasıyla birlikte yabancı veya yabancılaşmış adamlar eliyle asgari düzeyin bile altında denecek fabrikalar kurulmuş, Adnan Menderes’le sanayileşme adına girişimlerde bulunulmuş fakat darbeler, sağ-sol olayları derken bu girişimde Turgut Özal’a kadar sonuçsuz kalınmıştır. Sanayileşme adına hamleler yapmaya çalışan ve bunu gündeme getiren Özal ve Erbakan da Adnan Menderes’le aynı kaderi paylaşmışlardır.
Hatırı sayılır manada sanayileşme 12 yıllık Tayyip Erdoğan döneminde görülmüş ve ülkemizde sanayileşme, ağır sanayi ve özellikle savunma sanayiinde son günlerde gerçekleşen operasyonlarda da gördüğümüz üzere büyük atılımlar yapmıştır. Fakat şu da bir hakikat ki, isimleri Türk ama parçaları, mühendisleri yabancı olan ve çok da orjinallik belirtmeyen projelere imza atılmıştır. Tüm bunlara nazaran daha önce dergimiz satırlarında –hatta kapak konusu yapmak suretiyle- değindiğimiz  “dışarıdan” gelen parçayı montajlama işini eskiye nazaran daha fazla yapmanın bir “sanayileşme” olmadığını hatırlatmak isteriz. Ömer Emre Akcebe gönüldaşın dergimizin 386. sayısında vurguladığı üzere “Kapitalist sermayenin merkezi algısı, yüksek kârlılık ve risk almak üzerine kuruludur. Ülkemizde de görüldüğü üzere sermaye riske girmekten kaçınmakta, yüksek kârlı hazır bulunan sektörlere yatırım yaparken diğer alanlarda yatırım yapmamaktadır. Bu durum, milli ürün ve marka önünde başlı başına engel teşkil etmektedir. Öyle ya dünya çapında kabul görmüş bir markanın burada distribütörlüğünü yapmak, taşeronluğunu yapmak ve çilesiz kâr elde etmek varken, mevcut anlayış içinde sermaye neden kendisine yeniden pazar açmaya çalışsın ki?” Yine her şeyiyle montaj olan bir rejimden de montaj sanayii dışında bir sanayinin oluşmasının imkânsızlığını da söz konusu sayımızda belirtmiştik. Fakat bir bakıma bu ilerlemeler, sadece istikamet ve heves açısından meseleye bakarsak, ekonomik ve pratik mânâda Anadolu için sevindirici bir şey ve mevcut halin daha ilerisinin orjinal buluşlara ve yerliliğe kıvrılmasını umut ettirici cinsten…
Fakat kendisinden geçirip “zararlısını atıp faydalısını tutacak” ve “bize mâledecek” şuur süzgeci, mucit yetişmesi için gereken kültür ortamı ve ekonomik bağımsızlık olmadığı sürece bu konuda ne kadar adım atılırsa atılsın ülkemiz ve insanımız yabancı sermayelerin ucuz iş gücü olmaktan kurtulamayacaktır. Öyleyse bir yandan kemmiyette ilerlemeye çalışılırken diğer yandan da bahsettiğimiz şuur süzgeci ve mucit yetişmesi için gereken kültür ortamı ivedilikle tesis edilmeye çalışılmalıdır. Üstad Necip Fazıl’dan: “Makineyi yapacak makineyi yapabilme ehliyeti meydana gelince kadar, idealimiz madde hünerine malik ellerde esir bilinecek; ve o zalim madde boyunduruğundan kurtulmak için, müspet bilgi fedaileri, gerekirse gece uykularını 1 saate indirecek ve millet kepekle toprağı karıştırıp yiyecektir.”
Tüm bunların yolununsa, her şeyiyle iflas etmiş olan rejimin tez zamanda değişmesiyle olacağı gören göze malumdur!
Baran Dergisi 456. Sayı