Bir ülkede faize bir kere vicdanî bir haklılık kazandırıldıktan, yani ahlâkî meşruiyet dairesinin içine sokulduktan ve faizle borç alıp verme sorgulanmaz hale getirildikten sonra, o ülke ekonomisindeki bütün gidişatı denetimi altına alacağı açıktır. 

Faiz, bir ülkede ahlâkî meşruiyet dairesinin içine girmedikçe, kendine varlık sahası bulamaz. Ancak borç ve kredi ihtiyacı, dünyanın neresinde ve hangi zaman diliminde olursa olsun varlığını sürdürecektir. Yatırım için girişimci ruh taşıyan, ama sermayesi olmayan insanlara, sermaye edinme yollarının açılması bir ülkenin ekonomik güçlülüğü için zaruridir. Bu konuda tereddüd yok. Ancak bu ihtiyacı gidermek adına faiz karşılığı kredilere ufaktan dahi olsa yol verirseniz, borç bulma yöntemlerinden birisi haline getirirseniz, er ya da geç diğer bütün yolları kapamış olursunuz. Böylece yatırım yapan girişimciyi değil, onun enerjisiyle beslenen bankerleri desteklersiniz. Ülke ekonomisi büyüdükçe paylaşımın gayet dengesizleştiğini, faiz ödemesi mecburen maliyet içinde hesaplanacağından, bu farkın halka ödetildiğini de görürsünüz.

İslâm’ın her şeyi itidal üzere yapma emrini iktisad sahasına “sermaye ve mülkiyette tedbircilik” ve “cemiyet sermayedarlığı” ilkeleriyle tatbikini isteyen BD-İbda’nın cemiyete dağınık sermayenin toplanması, bunun girişimcilere tevzii, sermayenin kontrolsüz birikiminin önlenmesi ve ülkenin refahının artırılması için elbette muhtelif teklifleri var. Ancak bunlardan önce, ülkeye İslâmî idarenin gelmesi ve cemiyete İslâm ahlâkının hâkim olması gerekmektedir. İslâm ahlakının olmadığı yerde, bir İslâm iktisadından, faiz yasağından vs. bahsedilemez. Faizin olduğu yerde de başka hiçbir para tedavül yöntemi kendine yer bulamaz, sermayenin belli kesimlerde odaklanmasının önüne geçilemez.

Abdullah Kiracı - Makalenin tamamını oku