Türkiye, takribî yüzyıldır iliklerine kadar işlemiş olan yamanma psikolojisinden bir türlü kurtulamamış, kazan-kazan ilkesi merkeze alınarak yürütülen bir denge politikası tesis edememiştir. Müşahhaslaştırırsak; Türkiye’nin güney sınırında çoktan teşekkül ettirilmiş olan PYD devletinin kuruluş aşamasında uygulanan politika buna örnektir. Kırmızıçizgi olarak addedilen birçok sınır aşılmış ve en son Suriye’nin kuzeyinde Amerikan güdümünde bir PYD devleti de facto olarak kurulmuştur. Bunun karşılığında ise Amerika’dan hiçbir şey alınamamış, içerideki tüm atıp tutmalara mukabil uluslararası sahada ses çıkarılamamıştır.
Hâlâ Kapsamlı İttifaklar Kurulamadı
Balkanlardan Uzak Doğu’ya, Kırım’dan Kuzey Afrika ve Hindistan’a, tüm İslâm coğrafyası Türkiye’nin tabiî hinterlandıdır. Bu bölgede Türkiye’nin yolunu gözleyen Müslüman milletine ve Türkiye’yi abi gözüyle gören devletlere mukabil ilişkiler hâlâ istenilen düzeye getirilememiştir; bütün bir dünyayı kalkındıracak zenginliğe sahip olan coğrafyada hâlâ kapsamlı ittifaklar kurulamamıştır. Türkiye’nin bölgedeki adımları “Şiilerle İran, Vehhabîlerle Suudî Arabistan ilgileniyor, biz de Ehl-i Sünnet çizgisinde olanları kapalım” mantığıyla yürümektedir. Hâlbuki ne İran’a, ne Arabistan’a bakılmadan Ehl-i Sünnet’in merkeze alınması gerekmektedir.
Türkiye, kendisini bugünkü güç dengesinin neresinde konumlandırmaktadır? Batı’nın yanaşması mıdır; güvenlik sebepleriyle bir o safta bir bu safta mıdır; yoksa iki milyarlık Müslüman âlemin hamisi olarak yeni bir güç merkezi midir? Bu sorunun cevabı hâlâ verilememiştir. Eğer yeni bir güç merkezi ve global çapta bir kuvvet iddiasında isek, devletin gizli bir ajandasının ve bu ajandaya nisbetle çalışmalar yürüten kadronun olması gerekir. Bugünkü vasatta böyle bir şeyin olmadığını anlamak pek de güç değil.
Türkiye’nin Diplomasi Kalitesizliği
Bölgede yaşanan birçok hâdisede, iktidar sahiplerinin bir takım fikirler beyan ettiğine, hatta daha ileri giderek diğer devletlerle ilişkileri gözden geçirdiğine şahitlik ettik. Suriye ve Mısır örneği önümüzde… Belki de Suriye’de savaşın bu kadar kızışmasının sebeplerinden biri Türkiye’nin diplomasi kalitesizliğidir. Mısır ile ilişkilerin tamamen kesilmesinin ceremesini ise hâlâ çekiyoruz. Tabiî ki Suriye’de, Mısır’da ne yaşanırsa yaşansın biz karışmayalım demiyoruz; zaten böyle bir şeyi söyleme lüksümüz de yok. Kastettiğimiz gerekli gücü ve diplomasi kalitesini yakalayıp yaşananların önüne geçebilmek…
Türkiye’nin 2010’lu yıllar itibariyle alındığı kıskaçta çember her geçen gün daralıyor. Bu kuşatmayı yarabilmesinin yolu da Türkiye’nin potansiyel gücünü dış politikada kullanabilmesinden geçiyor…
Bir Fikri Merkeze Almak Zaruri
Eğer ki bir devlet, global bir güç hâline gelmek istiyorsa, dünyanın kendi vatandaşlarının dışında kalan kısmına da bir şeyler vadetmek, bir şeyler vermek zorundadır. Misal vermek gerekirse, Osmanlı devleti bunu adalet ile sağlamış, gayrimüslimler dahî kendi mahkemeleri yerine Osmanlı mahkemelerine davalarının görülmesi için müracaat etmiştir. Dolayısıyla misyonumuzu yeniden icra edebilmek ve global bir güç olabilmek için lokomotif olarak bir fikri merkeze almamız zaruridir. Bugünkü şartlara baktığımızda ise ideal olana dâir herhangi bir çalışma yapılmadığını, buna karşılık indî gayelerin idealleştirildiğini görüyoruz. Hâl böyle iken sürekli tarihe atıf yaparak dünyaya yeniden nizam vermeye namzet olduğumuzu söylemekten de geri durmuyoruz.

Faruk Hanedar - Aylık Dergisi 154. Sayı