Hayat bir muamma… Bizim yaptığımız ise sürekli onu anlamaya ve böylece üzerinde tahakküm kurmaya gayret etmek. Çevremizi incelemek, olan bitenin ne olduğunu, nasıl gerçekleştiğini anlamaya çalışmak gayet insanî bir durum ve faydacılıkla izah edilemez. Kişinin bilgilenme arzusu, kökü faydada değil de daha derinlerde, niye ve nasıl var olduğunu, var olduğu ortamın mahiyetini ve diğer mahlûkatın mânâsını anlama iştiyakından gelir; bu bilgilenmeden maddî bir fayda devşirilir ama bu, bir çeşit yan üründür. Herkesin tecrübe ettiği bir hakikattir bu.


Tüm kâinat “bilgi partikülleri”nden ibaret; elbette alabilecek aleti/melekesi olan için… İbda Mimarı’nın “bilgi, bilene vardır.” terkibî hükmünde işaret ettiği bu hakikatin hayatımıza yansıması, bilgilenme sürecinin daimi oluşudur. İnsanı diğer mahlûklardan ayıran en mümeyyiz farkı, onun her şeyi hasrı içine alma gayretindeki iradesi ile bu iradenin manivelası bilgi biriktirebilme ve üretebilme yeteneğidir. İrade, varlık mertebesinde bilginin üzerindedir ve sürekli var olma arzusu ile güdülenir; yani ölümsüzlük arzusu ile... Elbette iradenin, hemen yanı başında aklı/bilgi edinme ve kullanma melekesini bulması gerekir. Bunlar (irade ve akıl) içiçe geçerek bizi, karşılığımızın olmadığı, en yakın canlıyla aramızda aşılmaz bir uçurumun bulunduğu bir dünyada çabalatıp durmaktadır. İlahî rahmet olmasaydı şayet, insanın sonu derhal helak olurdu.


Günümüzde insanlığın uğradığı felaketleri en iyi bilimin başına gelenlerden izleyebiliriz; dünyada yaşanan zihniyet travmasını anlamak açısından bu konu önemli.


Son elli yıldır bilim alanında durdurulamaz bir parçalanmadan söz ediliyor; branşlaşma adı altında neredeyse sonsuza kadar bölünme istidadında bilim sahaları, bilimsel bütünlüğü bozmakla tehdid ediyor. Yani bilim, dünyayı bir bütün olarak ele alma kabiliyetini yitirmiş vaziyette... Bilimin Rönesans’taki çıkışı, Katolik ruhban sınıfının dayattığı dogmalardan arınmış bir halde, varlığın hakikatini anlamak iken, bu sürecin aklı “mutlak mihrak” kılan yönü, bu günlerin habercisiydi. Bilimsel metod, tüme dair bilgiyi, onu parçalarına ayırarak elde eder. Bu parçalamanın insan sayısı kadar artmasının önünde de bir mânia yoktur. Yani, aklın mutlak mihrak olduğu yerde, parçalanma mukadderdir. Sosyal bilimler sahasında, mesela iktisad ana başlığı altında, onlarca alt grup bulunuyor ve bu grupların iktisadî sürece bakışları daima kendi pencerelerinden… Bir süre sonra iktisadın burada bir “motif/arka fon” haline geleceği aşikârdır; tıpkı insanın tıb, kimya vb. bilimlerde başına geldiği gibi. Bu meselenin bir tarafı… Diğer yönü ise daha vahim: Marks, Kapital’de bilim adamlarını sanayi kapitalistlerine hizmet ederek kitlelerin ızdırabını kat be kat artıracak keşifler yapmakla suçluyor.

Abdullah Kiracı 

Makalenin tamamı için TIKLA