Kıyamete kadar karşılaşılacak bütün meselelerin çözümleri HAK DİN’de saklı olduğuna göre, zamanın meselelerinde bunu ortaya çıkarmak vazifemizdir... Zamanın kendine ait meselelerini çözmek, ancak dindeki gizliliklerin açık edilmesiyle mümkündür. Bu meseleler, “ibadet, ukubât ve muamelâta” dair işler olmayabilir. Esasen mesele pek de bunlar değildir. Çünkü bu meseleler zamanında açıklanmış, içtihad gerektiren hususlarda içtihad yapılmıştır. Günümüzde sorun, ledünnî mahiyetteki meselelerin çözülmesidir; Şer’î olmayan mevzuuların dindeki ölçü ve ölçülendirmelere nisbetinin gösterilmesidir. Asıl mesele budur. Yoksa, iman esaslarında, namazın kaç vakit ve kaç rekat olduğunda, içki içene, zina edene verilecek cezada, akitlerin nasıl olacağında bir ihtilaf yoktur. Sorun; ledünnî mahiyetteki meselelerdir; Ledünnî ilmin, Şer’î ilimlere nisbeti ve insan ve toplum meselelerine tatbikidir...
 
   “Ledünnî ilim, Allah’tan ilhâm yoluyla mânâlar kavramak işi... İbadet, ukubât ve muamelâta ait ŞER’î meselelerde olduğu gibi LEDÜNNî mahiyetteki meselelerde de her mevzuu, kendi “usűl, esas ve kurallarıyla” ele alınabilir... Bu hakikate binaen, Şer’î olmayan mevzuuların dindeki ölçü ve ölçülendirmelere nisbeti, her mevzuun kendine mahsus keyfiyetine göredir” (Salih Mirzabeyoğlu - Parakuta'- Paranın Romanı Sf. 39)
İlm-i ledün’ün zarurî olduğuna dair bir ölçüyü nakledelim:
Allah Resûlü, kendi sözleri üzerine aşılanmayan ağaçlarda hurma olmaması üzerine şöyle buyurur:
“__ Hurmaları aşılayınız... Sizler dünyanın işlerini benden daha iyi bilirsiniz!...”
İBDA mimarı Salih Mirzabeyoğlu, dindeki gizlilikleri açık ederek bu hadiste saklı hikmet pırıltıların bize şöyle gösterir. Parakutâ’dan özetlersek:
Dünyanın tecrübî işlerinde bâtından haber vermenin olmayışı ve Şeriat’ın emri gereği dünyalık verimlerini devşirmenin şart oluşu... Dolayısıyla “tatbik fikri”nin gerekliliği.... Sefilliği nisbetinde, ahiretin tarlası olduğu için dünyaya ehemmiyet verilmesi, yani dünya işlerini terkedip, dünya meselelerinden uzak yaşamanın men edilmesi... Ve, bütün ilimlerin kullandığı “tecrübe”nin, “tatbit mevzuu” olarak zarureti.... Hz.Ali buyuruyor: “Tecrübe, fayda ile birlikte, ayrı bir ilimdir”... Ve “İslâmî hükümlerin doğru olarak “uygulanma şekilleri” kendisinin devamı olan “kurtuluş yolcusu” için, “tecrübî hüküm”dür: Ve zincir, her biri kendi zamanını bütünleyerek gider.” “Hükmün doğru tatbiki”nden bahis, onun malûm oluşudur. Bu malûm oluşta, bazen hüküm görünür, bazen de hükmün mânâsı... “Topluluk hakikati’nden olan her “tecrübî hüküm” uygulandığı an da, bu tatbik İslâmî’dir, KURTULUŞ YOLU’dur.”
Aktarmaya çalıştığımız bu özetten de anlaşılacağı üzere, ilm-i ledün, Şeriatın tatbikiyle doğrudan ilişkili ve ancak “tecrübî hüküm”lerle Kurtuluş Yolu çizgisi kesintisiz devam edebilmekte... Demek ki, Kurtuluş Yolu’nun yürümesi için ilm-i ledün şart... Nesne ile nesneye bakan göz farkında olduğu gibi, ilm-i ledün ürünü olan “Tatbik Fikri” şart... Bakış işi, bu bakışı ölçülendirme işi... Te’vil ve tatbik işi... Tatbik; tecrübe işi... Yani, ilm-i ledün...
“Şer’î olmayan mevzuuların dindeki ölçü ve ölçülendirmelere nisbetini getirebilmek... İşte mesele bu!...
İBDA, dünyalık işlerin verimlerini kendine bağlayan muazzam bir diyalektik...” İslâm’ın hasrı dışında hiçbir şey yok” ya!... İşte bunun, yalancıktan değil, gerçekten gösterilmesi ilm-i ledün’le mümkün... Günümüz için gerekli ilm-i ledün ise: İBDA İRFANI... Dünyalık işlerin verimlerini, yani şer’î olmayan mevzuuları, dindeki ölçü ve ölçülendirmelere bağlayan İBDA’nın irfan gözü... Şunu tekrardan belirtelim ki, şer’î olmayan mevzuuların dindeki ölçü ve ölçülendirmelere nisbetinin yerine getirilmesi, şer’î bir mükellefiyet olup, “Ben kulumu eşya ve hadiseleri teshir için kendime halife olarak yarattım” ilâhî emrinin gereğidir.
Dünyaya bakış açımızın nasıl olması gerektiğini bize öğreten yukarıda sözkonusu ettiğimiz Hadis, dünya işlerinde tecrübenin ehemmiyetini, eşya ve hadiselere seyirci kalmamamızı, onları zapt ve teshir etmemizi ihtar etmekte... Belirli sebeplerden belirli neticeler çıkacağını da... İbda Mimarı’nın bize açtığı pencere vesilesiyle bu hadisteki sonsuz hikmet pırıltılarını bir nebze anlamış ve Allah Resûl’ünün muradına, doğru bakabilmeyi öğrenmiş olduk. Halbuki bu hadisi daha önce de duymuş, fakat böyle önemli mevzuulara işaret ettiğini ve bize muazzam bir diyalektik ölçüsü verdiğini anlamamıştık. Bu da bize ölçülere bakacak göz şartını ihtar etmekte... Ölçülere, ölçülerin istediği gözle bakabilmek... Ölçüleri doğru anlayabilecek ölçülendirme ölçülendirmeleri... Demek ki diyalektik, edep, te’vil ve tâbir ölçüleri olmadan hadislere ve ayetlere bakanlar, ölçüleri doğru anlayamazlar. İBDA’nın diyalektik, edep, te’vil ve tâbir ölçüleri olmasaydı, “Hurmaları aşılayınız.... Sizler dünyanın işlerini benden daha iyi bilirsiniz” hadisini “din ve dünya işleri ayrıdır” şeklinde, hadisin ruhuna ters bir şekilde de anlayabilirdik. Ölçüleri bunun gibi anlayan, “İlahiyatçı, ilim adamı, yazar-çizer” yaftalı birçok kellenin ortada dolaştığını ve bunların her gün başka bir herze yumurtladıklarını bilmekteyiz. Demek ki, Şeriatı doğru anlayabilmek için İBDA’nın diyalektik, edep, te’vil ve tâbir ölçülendirmeleri, “olmazsa olmaz” derecede şart...
Şeriatı hakikatiyle ve hakikî olarak muhafaza eden ilm-i ledün sahipleridir. Çünkü, Kurtuluş Yolu, “tecrübî hüküm”lerle eşya ve hadiselere tatbik edilebiliyor... Şeriatı hakikatiyle muhafaza edenler ilm-i ledün sahipleri olup, “faiz, icar, seleme, hayız, nifas” bahislerini âlimleri değildir. Hatta böylelerinin düştükleri kötü bir hal vardır ki, anlamadıkları için ilm-i ledün’e ve ilm-i ledün’ün getirdiği yeniliklere karşı gelirler ve yobazlığa düşerler. “Kuru akılcı”, “kitap yüklü merkep” ve “tekerlemeci” gibi vasıflar böylelerini ifade eder. Bunlar, İslâm’ın ihyâsı önünde engel teşkil ederler.
İlyasoğlu Mercimek Ahmed’in Kâbusnâme’sinde geçen bir sözü: “Kadı’nın tecrübesi sebebiyle olan görüşü de Şeriata eşittir, yani Şeriatla ilgili meselelere eşittir.”
Zamanımızda “Topluluk Hakikati”ne bakışı ölçülendirerek Kurtuluş Yolu çizgisini yürütmek... Tecrübî hükümlerin tatbik edilmesi.... Kıyamete kadar sürecek ‘doğru tatbik’ler... Bütüne bağlı parça mevkiindeki, her asrın kendine ait özelliklerini taşıyan “doğru tatbikler”... Bu da ilm-i ledün...
Zaman ve hâllerin değişimine ve her an yeni olan eşya ve hadiseler zeminine karşı, devamlı yenilik arzeden bir anlayış şart... Yani, İslâm’a muhatap anlayışı yenileme... Eşya ve hadiselerin her an yeniliği karşısında onları zapt ve teshir demek olan ilm-i ledün, yeni ve yenilik sırrındandır. “Eskimez, solmaz, pörsümez yeni” İslâm’ın ebedî genç ve yeniliği hikmetinden de, ilm-i ledün’ün ne kadar gerekli olduğunu süzebiliriz...

 
Akademya Dergisi 9. Sayı (Nisan 1998)

("Parakuta' Vesilesiyle İlm-i Ledün" başlıklı makalenin hülasa bir fragmanı)

Gözden geçirilme tarihi: Mayıs 2014