Türkiye Cumhuriyeti için “sahte kahramanlar”ı ile hesaplaşmak bugün ne kadar elzem ise, aynı sahte kahramanların semirttiği urlaşmış sermaye odakları ile hesaplaşmak da o denli elzemdir. 15 Temmuz’un getirdiği “popülarite” dolayısıyla FETÖ ön plana çıkıyorsa da, Cumhuriyetin kurulduğu ilk günlerden beri senin ve benim cebimden çıkan para ile beslenmiş, büyütülmüş ve nihayet sırtımızda canımıza, malımıza, istikbalimize, devlet müessesine, hürriyetimize ve hattâ izzetimize göz diken habis bir ur halini almış sermaye odaklarından bahsediyoruz elbet. Kendi aralarında piyasayı bölüşen ve dışarıdan gelen hiç kimsenin, yani memleketin öz evlâtlarının kazanmasına asla müsaade etmeyen, “3000 aile”. İbda Mimarı Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun tarihî önemi haiz savunmasında da geçtiği üzere; “T.C. içinde yaşayan 3000 aile; hukuk da bunların çıkarına göre, ordu da, polis de... Kendi aralarındaki dalaşmalar bir yana, bunlar hukuk üstü imtiyazlı bir zümredir! Devlet, hukuk demektir ve hukukun olmadığı yerde devlet değil, çete vardır.

Tüsiad’ın şahsında temerküz eden bu sermaye zümresinin albümünden bir sayfa açalım ve orada gördüğümüz portrelerden yalnız bir tanesi olan Aydın Doğan üzerinden bir bakalım, neler dönüyormuş, nasıl oluyormuş da bu kadar zengin olunabiliyormuş. Senelerdir onlarca yatırımcının bunca gayretine rağmen kimsenin elde edemediği sermaye nasıl oluyormuş da tek bir elde toplanıveriyormuş?

Aydın Doğan
Koçlar, Sabancılar, Özilhanlar ve Eczacıbaşılar dururken, herkes niçin Aydın Doğan’a saldırıyor sizce? Aydın Doğan çaresiz bir zavallı da ondan mı? Yahut diğerleri pür-u pak da bir tek Aydın Doğan mı kirli? Bir düşünelim bakalım, acaba neden? Aslında öyle oturup uzun uzadıya düşünülecek pek de bir şey yok. Bize göre Doğan’ı diğerlerinden daha fazla hedef tahtasına oturtan iki unsur var. Bunlardan birincisi, Aydın Doğan’ın sahibi olduğu Doğan Medya’nın, şahsî ve zümre menfaati istikâmetinde açıktan borazanlık yapması ve elindeki medya gücünü aynı zümrenin menfaati istikâmetinde sinsice toplum mühendisliğinde kullanması. İkincisiyse, -ki bize göre milletimizin asıl kin ve nefret duygusunu körükleyen unsur budur-  ihaleye fesat karıştırma, dolandırıcılık, kaçakçılık, tekelcilik gibi hukukî kılıfı hazır kenarda bekleyen cürümleri ulu orta işlemekteki pervasızlığıdır. Diğer aileler aradan geçen zamanda belki de daha fazla cürüm işlemişlerdir; fakat hiçbiri Aydın Doğan gibi alenen “ben vurdum”, “ben çaldım” diye meydan okur bir tavır takınmamıştır. Mafya âleminde yeni palazlanan ve hızla yükselen, kural kaide tanımaz serseri tiplemesini de andırır bu bakımdan bakıldığında Aydın Doğan. Bu sebeble de sermaye zümresi içinde ne zaman bir şeytan taşlanacak olsa, Aydın Doğan bir numaralı hedef olagelmiştir. İnsanın aklına takılmıyor da değil; mazisi diğerleri kadar eskilere dayanmayan Aydın Doğan, zaten para tanrıları tarafından acaba hedefe oturtulmak ve paravan olarak kullanılmak üzere acaba şuurlu bir seçim midir, yoksa nesebi meçhul bir “mavi kanlı” mıdır? Bunu bilemiyoruz; fakat bildiğimiz bir şey var ki, o da hakiki bir devlet müessesenin işlediği bir düzende, böyle bir tipin ortalıkta elini kolunu sallaya sallaya gezemeyeceğidir.

Aydın Doğan’ın Adlî Sicili
Milliyet Gazetesi: Abdi İpekçi’nin öldürülmesinden sonra oğlunun beyanlarına göre Ercüment Karacan can kaygusuna düştü ve 1979 senesinde Milliyet Gazetesi’ni o zamana kadar pek de adı sanı duyulmamış parçacı Aydın Doğan’a sattı.

Hürriyet ve Kanal D: 1994 senesinde Hürriyet ve Kanal D’yi satın aldı.

Devlet Teşvikleri: 1983-1997 arasında medyaya verilen teşviklerin yüzde 90’ı olan 625 milyonun 406,7 milyon dolarını Aydın Doğan aldı. (Devlet Bakanı Güneş Taner’in soru önergesine verdiği yanıt.)

Dışbank Operasyonu: Dışbank’ı, İş Bankası’ndan, yine İş Bankası Frankfurt’tan aldığı 17 milyon dolar kredi karşılığında Doğan Holding satın aldı. Elini cebine atmadan satın aldığı bu bankayı söylentilere göre birkaç ay içinde 1 milyar dolara sattı.

Petrol Ofisi Özelleştirmesi: İş Bankası ve Aydın Doğan’ın şirketi, Petrol Ofisini satın almak için İş-Doğan A.Ş’yi kurdu.

1999-2002 tarihleri arasında İş Bankasının dört yönetim kurulu üyesinden birinin bugün CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu olduğu hatırda.

Daha sonra bu şirket, aralarında devletin bankası Vakıfbank’ın da olduğu bankalar konsorsiyumundan borç alarak o dönem borsa değeri 4 milyar 521 milyon dolar olan POAŞ’ı 1 milyar 260 milyon dolara satın aldı. Böylece şirket 1.2 milyar dolarlık yükün altına girdi. Ancak İş - Doğan, halka açık karlı ve kasasında hâlihazırda 379 milyon dolar nakdi olan Petrol Ofisi ile birleşerek, borcu Petrol Ofisi’ne ödetmek istedi. Bu operasyon sonunda, ceplerinden para çıkmayacak, zaten kasadaki nakitten sonra geriye 881 milyon dolar kalıyordu ki, bu rakam POAŞ’ın 3 yıllık kazancından azdı. Böylelikle kendi kendini ödeyen Petrol Ofisi’ne sahip olacaklardı. Bu dünyadaki özelleştirme uygulamalarında bir ilkti. Çünkü İş-Doğan, Petrol Ofisi’ni satın alırken borca giriyor, hem bu borcu ödettirmek, hem de teminat göstermek için, satın aldığı şirketle birleşiyordu. Devlet sattığı POAŞ hissesinin parasını, yine sattığı POAŞ’tan istiyordu. Alamayınca da sattığı şirkete vade yapıyordu. Üstelik bu operasyon Doğan Grubu’nu zengin ederken, devlet hem parasını zamanında alamıyor hem de trilyonlarca lira Kurumlar Vergisi’nden vazgeçiyordu.

Petrol Ofisi’nin özelleştirme sürecinde yaşananlar, yolsuzluk çukurundaki yeni yöntemlerle tarihe geçti. POAŞ’ın satış sürecinde atılan her adımda ayrı bir usulsüzlük yapıldı. Meclis Yolsuzlukları Araştırma Komisyonu raporunda yer alan bir diğer usulsüzlük ‘altın hissenin’ kaldırılmasıydı. POAŞ çok stratejik bir kurum olduğundan, ihale şartnamesinde 5 yıl süreli altın hisse şartı koyulmuştu. Bunun anlamı POAŞ’ta olası hisse devrinde ya da şirketin geleceği ile ilgili kararlarda devletin veto hakkı bulunmasıydı.

Ancak Özelleştirme Yüksek Kurulu, (ÖYK) 24 Nisan 2002’de sürpriz(!) bir karar aldı. Yetkisi olmadığı halde altın hisseyi kaldırdı. Böylece İş Bankası ve Doğan Holding, POAŞ’la ilgili nasıl bir karar alırsa alsın, devletin söz hakkı olmayacaktı. İş-Doğan ortaklığının borç aktarma operasyonunda devlet ‘ayak bağı’ olmaktan çıkarılmıştı.

Yolsuzluk Komisyonu’na sunulan POAŞ raporunda, altın hissenin kaldırılmasının, ihaleye giren diğer firmaların aleyhine haksız rekabete yol açtığı vurgulanıyor. Raporda, ihalede şartların sonradan değiştirilmesi, başlangıçta ihalede getirilen şartlarda fiyat teklifinde bulunan firmaların aleyhine olduğu belirtiliyor. Müfettişler dönemin sorumluları ile ilgili Meclis Soruşturması açılmasını istiyor.

Petrol Ofisi’yle ilgili 2002 yılında yapılan operasyonlar bununla sınırlı değil. 15 Mart 2002’de POAŞ’ın yüzde 16.5 oranındaki hissesi de halka arz edildi. Yurtiçi küçük yatırımcıya 26 bin 400, büyük yatırımcı ve kurumsal yatırımcıya 28 bin 800, yurtdışı kurumsal yatırımcıya ise 30 bin lira fiyatla bu hisseler satıldı. Ancak o gün bu kârlı kurumun hisselerini alarak ortak olanlar, aylar sonra bir milyar dolarlık bir borca da ortak olacaklarını tahmin edemezlerdi.

2000 yılında POAŞ’ın yüzde 51’ine sahip olan İş-Doğan Şirketi, iki yıl sonra bir temmuz ayında hisse oranlarını yüzde 76.8’e çıkardı. İş-Doğan, yüzde 25.8’lik hisseyi 4 ay önceki uluslararası kurumsal yatırımcıya verilen fiyat olan 30 bin liradan satın aldı. Oysa özelleştirmenin de gereği olarak Özelleştirme İdaresi’nin bu hisseleri halka arz etmesi gerekiyordu. Tepkiler karşısında Özelleştirme İdaresi’nin yaptığı açıklama ilginçti: ‘Halka arz kaydıyla blok satış modeli uyguladık’.

Uzmanlar bu modelin dünyada bir eşinin daha olmadığını söylüyor. 371 trilyon liraya bu hisselere talip olan Aydın Doğan bu güne kadar 100 trilyon ödedi. Kalan 271 trilyon liralık borcunu da rekabet kurallarına aykırı bir şekilde 2007 yılına erteledi. Yani POAŞ’a usulsüz yolla adım adım sahip olan İş-Doğan, borcunu da bir başka usulsüzlükle vadeye yaymayı başarmıştı.

2005 senesinde Doğan Holding, İş Bankasına ait olan %44’lük hisseyi 616 milyon dolar karşılığında satın aldı. Doğan Grubu, aynı hisseleri 6 ay sonra Viyana merkezli OMV’ye 1 milyar 54 milyon dolar karşılığında sattı. Böylelikle Aydın Doğan tek kalemde kasasına 438 milyon dolar koymuş oldu. İş Bankası’nın halka açık bir şirket olduğunu göz önünde bulunduracak olursak, yapılanın alenen sermayedarın dolandırılması olduğunu söylemek mümkün.

2010 senesinde Doğan Grubu elinde kalan POAŞ hisselerini de OMV’ye 1 milyar avro karşılığında sattı.

Diğer Münasebetler: Aydın Doğan’ın diğer sermayedarlar, dönemin siyasîlerinden Mesut Yılmaz, Kemal Derviş, Hüsamettin Özkan ve Almanya ile olan ticarî ve siyasî münasebetleri, 28 Şubat sürecindeki rolü ve diğer bir sürü mesele de ayrıca bir yazı konusu olarak kenarda kalsın.

***
Aydın Doğan, yalnız Dış Bank ve Petrol Ofisi operasyonlarında ve devletten aldığı teşviklerden elini cebini atmadan net kârı 5 milyar doları bulmaktadır. Doğan Grubu’nun bu gelir ile diğer sektörlerde yaptığı yatırımlar ve elde ettiği itibar ile girdiği işlerde gerçekleştirmiş olduğu kazancın ise ne kadar olduğu bilinmemektedir.

Aynı Aydın Doğan, bugün kendisine kesilen vergi cezalarını, cezayı kesen memurların FETÖ’cü olmasından yola çıkarak, FETÖ üzerine yıkıp “kumpas” adı altında kendisini aklamak için çabalamakta... Bizden söylemesi, incelemeyi FETÖ’cüler yapmışsa, vergi kaçakçılığının boyutu kesilen cezaya gerekçe olandan da daha fazladır. Öyle ya, it, iti ısırmaz.

Not: Aydın Doğan ve İş Bankası’nın o dönemki Genel Müdürü Ersin Özince akaryakıt kaçakçılığı suçundan yargılanmaktadır.

Neticede
Aydın Doğan yalnız bir misal. Onun gibi yüzlercesi bu ülkede senelerdir milletimizin kanını emiyor, yabancı devletlerle kendi şahsî çıkarları istikametinde işbirliği yapıyor, devletin varlıklarını sömürüyor, ekonomiyi sabote ediyor ve yaşanan her krizden bir tek bu zümre büyüyerek, daha fazla kazançlı bir şekilde çıkıyor. Buna mukabil memleketin içinde ahval her ne olursa olsun bunlar ayakta kalmasını beceriyorlar. İmtiyazlı ya bu zümre...

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da dediği gibi, bugün bir varlık yokluk savaşı içinde bulunuyoruz. Bu aynı zamanda bir yol ayırımıdır. Böylesi şartlarda herkesi sırtınızda taşıyarak öte tarafa geçiremezsiniz. Açık konuşalım; Anadolu, sırtındaki kan emici yarasa sürüsüyle bu badireyi atlatamaz. Her yol ayrımı, her kavşak aynı zamanda karar vermektir. Türkiye’nin de bugün bir karar alması gerekiyor. Bu zümrenin imtiyazını ortadan kaldıracak ve bu badireden arınarak, güçlenerek mi çıkacak, yoksa bu yarasaları beslemek uğruna bütün bir milleti ve devleti ateşe mi atacak?

Bundan 16 sene evvel 1999’da Metris ve Bandırma cezaevinin koğuşlarında Kemalizm putunun kırılmasıyla başlayan süreç, nasıl ki 15 Temmuz’da FETÖ putunun kırılmasıyla yeni bir merhaleye girmişse, aynı şekilde bugün de sermayeye karşı benzer bir kavgaya girişilmesinin ve altından buzağının Anadolu’nun istikbâli uğruna Allah’a kurban edilmesinin vakti gelmiştir.

Maddî bedeli her olursa olsun, hayır üzere atılacak adımlar neticesinde Allah hangi kapıları açar bilinmez. Bilinen yalnız şu ki, “Allah’tan başka kuvvet ve kudret sahibi yoktur!”
Shakespeare’in Hamlet’e oyununun üçüncü perdesinde söylettiği meşhur “olmak ya da olmamak – işte bütün mesele bu!” tiradı, “inanmak ya da inanmamak-işte bütün mesele bu!” şeklinde anlaşılmalı artık.

Baran Dergisi 517. Sayı