Öncelikle şu gerçeği belirtelim ki, Kurtuluş Savaşı’nda sadece Yunanlılarla harb edilmiş olup payitahtı işgal eden İngilizlerle savaşılmamıştır. Kemal Tahir’in de ifâde ettiği gibi, Kurtuluş Savaşı’nda İngilizlere tek kurşun sıkılmamıştır; çünkü İngilizler, M. Kemal ile anlaşarak İstanbul’u ona teslim etmişlerdir. “Nasıl anlaşmışlar ve karşılığı ne olmuş?” sorusunun cevabı özetle şudur: Hilâfeti ve saltanatı kaldırma ve Batıcı bir rejim kurma karşılığında anlaşma sağlanmıştır… 

M. Kemal, Batıcı biri olup onun yandaşı veya karşıtı herkes bunu kabul eder. İngilizler için, asırlık emellerini gönüllü olarak yerine getirecek böyle bir kişiyle anlaşmak daha mantıklıydı. Fiilî işgal birçok riski taşırken, bu yol daha emniyetliydi. M. Kemal, İngilizlerin fiilî işgal ile gerçekleştiremeyeceği kültür değişimini gönüllü olarak yerine getirmiş bir İngiliz dostudur. İngilizlerin işgal ile yapamayacaklarını yapmış biri olduğu içinİngilizler ona ne kadar teşekkür etse azdır! Zaten onun hakkında hep iyi şeyler söylerler, onu methederler. Ondan bir dost olarak söz ederler, ona “düşman” demezler. M. Kemal’i “Hilafeti yıkan adam!” diye selâmlarlar.

“Sakarya’da Yunanlıları yendikten sonra -ki, yenilişlerinde asıl sebep; çizmeyi aşan Yunanistan’a müttefiklerin yardımı kesmesi ve iç olaylarıdır- İngiliz, Fransız ve İtalyan kuvvetlerinin niçin çıkıp gittiğini, açık açık tarihî bir gerçek olarak ortaya koymaksızın kazanılmış bir bağımsızlıktan bahsetmek…” Bu alıntıyı İBDA Mimarı Salih Mirzabeyoğlu’ndan yaptıktan sonra şu soruyu soralım: O zamanın süper gücü ve I. Dünya Savaşı’nın galibi İngiltere, kendisiyle herhangi bir savaş olmadan işgal ettiği Osmanlı İmparatorluğu’nun başşehrini neden tek kurşun atmadan terk etmiştir? Karşısında, Yunanlıları zar-zor yenecek ve harplerden bitkin düşmüş bir Anadolu varken… 

Müslüman bir kadının peçesini Fransız askerler açtı diye Maraş’ta silahlı isyan çıkaran Müslümanlar nereden bilsin ki, Fransızlar giderken kendilerini aratmayacak Batıcı hainleri başlarına bırakacaklardı. Bunun böyle olacağını bilselerdi silahlarını önce içerdeki Batıcı-işbirlikçi hainlere doğrulturlardı muhakkak! Cephedeki ordu ve Mehmetçik, hilafetin kaldırılacağını, anasının bacısının başörtüsüne el uzatılacağını, zorla Batılılaştırılacağını, emperyalizme boyun eğdirileceğini bilseydi Yunan’ı bırakıp Bu kafaları kurşuna dizerdi! Çünkü hukuku bunu gerektirirdi…

İngilizler tarafından İstanbul işgal edilince eli kolu bağlı kalan son padişah Sultan Vahidüddin, bir Osmanlı paşası olan M. Kemal’i huzuruna çağırarak Anadolu’da bir kurtuluş savaşı başlatmasını ister. Bu hususta maddî destek vererek M.Kemal’i Anadolu’ya gönderir… M. Kemal’i paşa rütbesine yükselten Osmanlı İmparatorluğu’dur. Onu Anadolu’ya gönderen de Sultan Vahidüddin’dir. Fakat M. Kemal’in ekmeğini yediği Osmanlı İmparatorluğu’na ihanet ettiği ve padişahı olan Sultan Vahidüddin’i sürgüne gönderdiği bir gerçektir. Ona üniforma veren devletini İngilizlerle birlik olup yıkmıştır. Ayrıca, padişah ve halifeyi ölümle tehdit ederek yurtdışına çıkmasına sebep olmuştur.

I. Dünya Savaşı’ndan yenik ve bitkin çıkan Anadolu insanı son takatiyle Yunanlılara direnir ve onları son kalan Anadolu topraklarından atmaya muvaffak olur. Anadolu’nun Müslüman insanı dinini, hilafetini, namusunu, hukukunu korumak için savaşmıştır. Yunanlılar kovulduktan sonra Ankara’da kurulan rejim ise Yunanlılar gibi davranıp, Müslüman’ın dinini, kıyafetini, hukukunu, mukaddesatını çiğnemiştir. Bursa’da Osman Gazi türbesini tekmeleyip, “Haydi kalk, milletini kurtar!” diye alay eden Yunanlı general ile Fatih’in camiye çevirdiği fethin sembolü Ayasofya’yı müze yapan zihniyet arasında ne fark vardır? Sadece isimlerden başka!

Üstad Necip Fazıl, “Vatan Haini Değil, Büyük Vatan Dostu Sultan Vahidüddin” adlı eserinde sunduğu vesikaların ispat laboratuarında teker teker tahlilleri yapıldıktan sonra şu hükmü belirtir:“Eğer son Osmanlı Padişahı 6. Mehmed Vahidüddin olmasaydı, İstiklal Harbi olmayacaktı.” Demek ki Kurtuluş Savaşı’nı ve dolayısıyla sağlanan mekânda kurtuluşu dahi M. Kemal’i Anadolu’ya gönderen Sultan Vahidüddin’e borçluyuz. Mânâda Batı’ya esaretimizi ise M. Kemal’e… Anadolu işgal edilince Müslümanlar silaha sarıldı. Hilafeti, şeriatı, saltanatı korumak gayesiyle Anadolu insanının silaha sarılması; Anadolu Müslümanlarının “ŞERİAT İÇİN SİLAHLI MÜCADELE” diyerek dağa çıkması söz konusu… Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri bu gaye için kuruldu.

Anadolu’nun Müslüman milleti Türk, Kürt, Arap, Laz, Çerkez… vs. demeden işgalci düşmana karşı Millî Mücadele başlatmış olup. M. Kemal daha Anadolu’ya geçmeden Müdafa-i Hukuk Cemiyetleri kurulmuştur. Ayrıca Çerkez Ethem gibi milis güçleri işgale karşı savaşarak önemli yararlılıklar göstermiştir. Ankara’da hilafeti ve saltanatı koruma ve yurdu işgalden kurtarma amacıyla toplanan Meclis, başkan olarak bir oy farkı ile de olsa M. Kemal’i seçmiştir.

TBMM’nin, henüz Batıcı meclis olmadığı I. Meclis’in çıkardığı 29 Nisan 1920 tarihli Hıyanet-i Vataniye kanunun birinci maddesinde, “Yüce makam hilafet ve saltanatı ecnebilerden korumak için kurulan Büyük Millet Meclisi’nin meşruiyetine muhalefet eden hain-i vatan addolunur.” diyerek çizgisini göstermiş. TBMM’nin, hilafet ve saltanatı korumak için kurulduğu belirtilip, yüce makam hilafet ve saltanata kastedenler haindir deniyor. Bu hainlerin daha sonra bu meclisten (oluşturulan kukla II. Meclis) çıktığını hepimiz bilmekteyiz… 

Hilafet ve memleketi korumak için savaşan milletimizin kanlarının bedeli maalesef sonunda ihanet oldu. Yani hilafeti, vatanı ve son İslâm devletini korumak için Kurtuluş Savaşı’nda kan döküldü; fakat devleti zor ve hile ile gasp edenler tarafından ihanete uğratıldı. Hilafet ve saltanat kaldırıldı, Batılılaşma (köleleşme) zorla dikte edildi. Öyle ki, Hindistan Müslümanları hilafet makamı tehlikede diye trilyonlarca değerinde altın gönderirler Anadolu’ya. Hilafeti kaldıran M. Kemal ise bu para ile İş Bankası’nı kurar. Buna “sadakat” diyemeyiz herhalde!..

Kurtuluş Savaşı’nı Müslümanlar yapmıştır; sarıklısıyla, sakallısıyla, ulemasıyla, Mehmetçiğiyle savaşmıştır. Zaten o zaman Kemalizm ve laiklik diye bir şey yoktu. M. Kemal bir Osmanlı paşası olarak biliniyordu. Batıcı ve dinsiz olduğu, hilafeti ve şeriatı kaldıracağı bilinmiyordu. M. Kemal de bu niyetini ortaya koymuyordu ve Batıcı bir rejim kurma niyetini gizliyordu. Bilakis İslâm’ın, hilafetin, saltanatın kurtuluşundan bahsediyordu. Rengini ve maksadını hiçbir şekilde açığa vurmuyordu. TBMM’nin açılışı Cuma gününe denk getiriliyor, sarıklı ulema tarafından dualarla açılışı yapılıyordu. Diktatörlüğünü kurana kadar hep bu politikayı izledi. Kurtuluş Savaşı’nda Anadolu milleti hilafet ve şeriat için harbetmiştir. Zaten ortada olmayan Kemalizm için harb edilmesi mümkün değildir. Ancak İttihat ve Terakki Partisi’nin askeriyede bir gücü olduğu mâlum olup M. Kemal dahi eski bir İttihat Terakki üyesiydi. Kuvâ-yi Milliye de İttihatçılardan müteşekkildi.

Batının ve İngilizlerin emeli hilâfetin tasfiyesi ve İslâm dünyası içinde İslâmî bir dirilişin engellenmesiydi. Bunları gönüllü olarak gerçekleştiren ancak bir İNGİLİZ AJANI olabilir, diyoruz… “Sarı Paşa”, İngilizlerin can evimize saplanan hançeridir. Bu çıkarılıp atılmadan hakiki kurtuluş olmaz. Emperyalistlerin içimize soktuğu ajan ve o zihniyetteki kurumlarla anti-emperyalistlik ise hiç olmaz! Anti-emperyalist olmanın birinci şartı Batıya ve Kemalizm’e tavır almaktır.

Kurtuluş Savaşı Batı işgaline karşı yapılmıştır, mekânda bu sağlanmış; fakat siyasî, kültürel, ekonomik, hukukî, ruhî, içtimaî vs. alanlarda tamamen Batı’ya teslim olunmuştur. İsviçre’den Medenî Hukuk, İtalya’dan Ceza Kanunu, Fransa’dan Ticaret Kanunu aynen alınmış, eğitimden kıyafete varıncaya kadar maymunvâri bir Batılılaşma başlatılmıştır. Batı’nın maddî işgal ile gerçekleştiremeyeceklerini gönüllü olarak yerine getiren ve ülkemizi Batı’ya peşkeş çeken bir işbirlikçiler grubu yönetimi zor ve hile ile ele geçirmiştir. Tek Parti Diktatörlüğü de denilen oligarşik bir çete kurmuşlardır. Batı güdümünde bir “korucu devlet” olmuş, ancak Menderes gibi sağ iktidarlar tarafından bu işbirlikçi çizgi terkedilmeye başlanmış, ancak darbeler dönemi de başlamıştır.

Son İslâm Devleti Osmanlı yıkılıp, hilafet lağvedilince İslâm âlemi başsız kalmış ve Ortadoğu’yu emperyalistler paylaşmıştır. Emperyalistler kum üzerinde değnekle sınırlar çizerek Ortadoğu’yu bölmüşler, kendilerine bağlı yapay devletler kurdurmuşlardır. Bütün bunlara karşı M. Kemal’in sesi çıkmamıştır. Musul-Kerkük, göz göre göre elden çıkarılmıştır. Çünkü İngilizlerle dosttur ve Ortadoğu’yu paylaştıran ise İngiltere’dir. Dost derken şunu da açıklayalım ki, bu ilişkiye dostluktan ziyade paryalık demek daha doğru olur. Çünkü bu ilişki böyle işlemiştir. Karşılıklı menfaat değil, bir tarafın diğer tarafa peşkeş çekilmesi söz konusudur.  M. Kemal buna karşılık iktidarını garantilemiştir. Ondaki din ve İslâm karşıtlığı da İngiliz yanlısı olmasında etkin olmuştur.

Batıcı çizgideki bir rejimin 70 yıllık tarihinde Hıristiyan-Yahudi Batı emperyalizmine karşı herhangi bir tavır aldığı görülmemiştir (Kıbrıs hariç). TC, İsrail’i ilk tanıyan ülkedir, Fransız işgaline karşı Cezayir’in bağımsızlığını da son tanıyan ülke olmuştur. Bosna’ya, Azerbaycan’a sessiz kaldığı; fakat ABD emperyalizmi için insanlarımızı Kore’ye, Somali’ye gönderdiğini biliyoruz. Körfez Savaşı’nda da görüldüğü gibi emperyalizmin safında yer alarak komşu ve Müslüman bir ülke olan Irak’ı arkadan vurmuştur. 

TC, İngilizlerin M. Kemal’e yol vermeleriyle laik ve pozitivist bir rejim olarak kurulmuştur. Sömürgeleşme, mekânda kurtuluşun sağlandığı 70 yıl önce hukukunu, örf ve adetini zorla değiştirilerek sömürgeleşme başlamıştır, Lozan Anlaşması’nı temin eden de Haim Nahum adlı Yahudi’dir. Emperyalistlerin işbirlikçilerle birlikte kurduğu rejim, bağımsız değildir.

Bu rejimden anti-emperyalist tavır beklemek hata olur. Batının kültürel ve siyasî işgalinin bir sembolü de Ayasofya’nın müze oluşudur. Amerikan üsleri, NATO üyeliği, Çekiç Güç vs de somut örnekler olarak verilebilir.

Batı işgaline karşı savaşan İBDA, “gayesine ermemiş savaş bitmemiştir” diyerek kurtuluş savaşının halen sürdüğünü ifade etmiştir. Kurtuluş Savaşı’nda ve daha sonra İstiklâl Mahkemeleri’nde ve diğer Kemalist katliamlarda Batı sömürgeciliğine karşı yüz binlerce şehit verilmiştir. Kemalist rejime karşı verilen bu savaşta birçok Müslüman şehit düşmüş, işkence görmüş, zindanlara atılmıştır. Üstad Necip Fazıl’ın 40 yıldır türlü çilelerle sürdürdüğü Batı sömürgeciliğine karşı kurtuluş savaşımız, günümüzde BD-İBDA NİZAMI altında yürütülmektedir. İBDA, Kurtuluş Savaşı’nda ve ondan sonraki kökten batıcı işgalde şehit düşenlerin kanının davacıdır. Kurtuluş Savaşı’nda işgalci Yunan’a karşı savaşan Müslümanlar daha sonra da işgalci Kemalizm’e karşı savaşmışlardır. Öyle ki, içten ihanete uğradıkları için işgalci Kemalizm’e karşı verilen savaşta, Yunanlılara karşı verilen savaştan daha çok kayıp vermişlerdir. Yunanlılara karşı 5000, Batıcı Kemalist işgale karşı ise İstiklal Mahkemeleri ve yargısız infazlarla 500.000 şehit verilmiştir. Allah’ın “intikam” ismini kendine şiar edinmiş İBDA hareketi şehitlerimizin kanını yerde bırakmamaya yeminlidir. Bunun için anti-emperyalist bayrağı burcunda şerefle dalgalandırmaktadır…

Üstad Necip Fazıl’ın, 5816 sayılı yasadan dolayı Türkçe baskısı yapılamayan “Put Adam” adlı eserinin Arapça tercümesinde (s. 12-13), “Kemal’in ölüm yatağında hizmetçilerini dışarı çıkartıp, İngiliz elçisini yanına çağırtarak kendi yerine geçmesini teklif ettiği” ifade edilir. İngiliz büyükelçisi ise bunun pek mantıklı olmayacağını belirtip teklifi reddeder. M. Kemal işte bu kadar sadık bir köle idi. Sunday Times’ın 11 Şubat 1968 tarihli sayısında bu olayı naklettiği belirtilir. Yine Üstad’ın bu eserindeki bir tesbiti şu: “M. Kemal Suriye’deki 7. Ordu Komuntanlığı’ndan beri İngilizlerle ittifak içindeydi.” Yine şunlar da belirtiliyor: “Anadolu’ya geçmek için Bandırma Gemisi’ne bindiği Galata İskelesi’nde M. Kemal’i uğurlayanlar arasında İngiliz heyeti de vardı. M. Kemal’in Bandırma Gemisi ile yolculuğu ise İngiliz tehdidi altında değil, İngiliz himayesi altında geçmiştir…”

Kökten batıcı Kemalist rejimin kurucusu M. Kemal hakkındaki veled-i zina, câni, ayyaş, homoseksüel gibi iddialara girmiyoruz, biz sadece onun su katılmamış bir İngilizci olduğunu belirtiyoruz. Kökten batıcı Kemalist rejime göre ise İngilizci olmak suç değil, erdemdir bile… Kökten batıcı oldukları için M. Kemal’in İngilizci olmasından rahatsız dahi olmazlar. M. Kemal’in anti-emperyalistliği de palavradan başka bir şey değildir.

M. Kemal, anti-emperyalist olamaz; çünkü İngiliz dostudur ve Batılılaşma (sömürgeleşme) yanlısıdır. Onlarla bazı ihtilafları ise tamamen siyasî olup Batıya fikri mânâda karşı değildir. M. Kemal’in anti-emperyalistliğini de böyle anlamak gerekir. Kültürel, ahlâkî ve hukukî olarak Batıcı rejim kurarak, anti-emperyalistlik iddia etmek tutarlı değildir. Ülkemizde Batı yanlısı bir rejim kurarak bize özgürlüğümüzü kaybettirmiştir. Bugün de bu rejimden dolayı Batı’ya bağımlıyız, Batı’nın sömürgesi durumundayız. Ülkemiz 70 yıldır Hıristiyan-Yahudi Batı emperyalizmine peşkeş çekilmektedir. Bunun temelini M. Kemal atmıştır. İktisaden kalkınamamamızın sebebi de Kemalist rejimdir. Tarihî gerçeklerdir bunlar; fakat konuşulması bu rejimce yasaklanmıştır. 5816 sayılı yasa bunun için vardır.

 

Haftalık Taraf Dergisi

2. Dönem, 3. Sayı, 24 Haziran 1994, s. 4-5.