Biyologlar balıkların sürü olarak yaşamasının sebebini “Üreme, Beslenme, Göç ve Savunma” ihtiyaçlarına bağlamaktadır. Neslin devamlılığı bu dört ihtiyacın karşılanması ile mümkünüdür; birinin eksik kalması ise diğer balıklara yem olmak demektir. Balık sürülerinin bu disiplinli görüntüsüne yakından bakıldığında her bireyin kendi içinde bağımsız ve yaşama içgüdüsü etkisinde hareket ettiği görülmüştür. Mesela beslenme alanındaki besinler tüketilirken kimse kimseye ikramda bulunmaz, aksine ciddi bir rekabet vardır gıda için. Sık sık bireysel kavgalar çıkar ve ortada yiyecek başka bir şey kalmadığında başka bir yer bulmak üzere harekete geçilir. Aralarındaki rekabete rağmen birbirlerine muhtaç durumdadırlar.  

Eski çalışmalar balık sürülerinin dışarıdan gelen saldırılara karşı bir araya gelerek tek bir büyük balık gibi hareket edip farklı stratejilerle düşmanı püskürtmeye çalıştığı yönünde yorumlanmaktaydı. Son yapılan çalışmalar saldırı anında sürünün daha sıkışık bir düzene geçmesinin sebebinin, her bireyin canını kurtarmak için düşmandan kaçma eyleminden başka bir şey olmadığını göstermektedir. Sürüye farklı yönlerden yaklaşan düşman kuvvetlerinin görülmesiyle düşmanın önünden hızla kaçmaya çalışan balıkların tamamının hedefi, sürünün dış tarafından ortasına geçip canını kurtarmaktır. Bu eylemler toplamına dışarıdan bakıldığında belli bir disiplin ile hareket edildiği algısı meydana gelir. Saldırı yönünün sonsuz alternatifte olması sürü hareketinin sonsuz değişik şekil almasına yol açar. Ortaya çıkan görüntü sürünün stratejileri şeklinde yorumlanır. Oysa balıkların bu görüntüsünü uzaktan gözleyen biyologlardır; saldırgan balıklar o görüntünün içinde olduklarından sürünün nasıl hareket ettiğini göremez, haliyle ortada bir strateji olsa bile işe yaramaz, onların gördüğü önlerinde kaçışan binlerce leziz balıktır.

Saldırganların kısa sürede olay mahallini terk etmeleri biyologların bu şekilde düşünmelerine sebep olmuştu. Oysa gerçek düşünüldüğü kadar karmaşık değildi. 

Kaçmak ve kovalamak yüksek enerji tüketimi ve tüketime bağlı yüksek miktarda atık anlamına gelir. Atletlerin bir taraftan koşup diğer taraftan bir buçuk kebabı hızla mideye indirdiğini düşünecek olursak kebabın verdiği ağırlıkla atletin performansında ciddi bir kayıp olacaktır. Saldırgan balığın yaşadıklarıyla, kebap yiyen atletimizin durumu aynıdır. Yoğun hareket ve sindirim sistemine giren besinlerin sindirimi için vücuttaki oksijenin hızla tükenmesine paralel olarak karbondioksit ve ürenin artmasıyla balıklar halsizleşir ve hareketleri kısıtlanır. Hareketi kısıtlanan avcı, av durumuna düşeceği için ortamı hızla terk eder. Atletimiz son sürat koşarken kebap yeme ısrarını sürdürecek olursa oksijen yetmezliği sonucu baygınlık geçirmesi kaçınılmazdır. Saldırı sonrası avcı ya da av durumunda olan balıklardan bir kısmının bayılarak su yüzeyine çıkmasıyla diğer canlılara yem olmalarının sebebi de budur. Çitaların avlarının peşinden koştuktan sonra nefessiz kalıp avını kaptırması bazen de kendisinin diğer yırtıcılara yem olması bu duruma çok benzer. 

Her canlı, içerisinde sınırsız arzular ve sonsuz bir yaşama içgüdüsü barındırsa da fizikî olarak sınırlı yaratılmıştır. Bu sınırı aşması durumunda bedelini ödemek zorunda kalır. Bazı insanlar, evcil koyun ve sığırlar dışında bütün canlılar bu bedeli ödemek zorunda kalacağını bilir; bu nedenle sınırları asla zorlamazlar.

Koyunlar ve sığırlar evcilleştirildikten sonra doğal beslenme yeteneklerini kaybetmişlerdir. Taze ot filizlerini ve tane yemleri çok sevdikleri için sınırsızca tüketmek isterler, bu yemler hızla sindirilir ve sindirim sonucunda işkembelerinde çok fazla gaz oluşur. İşkembe o kadar şişer ki akciğerlere yaptığı basınçla hayvanı nefessiz bırakarak ölümüne yol açar. Acemi çobanların sürüyü taze filizlenmiş merada otlatması ya da ambar kapılarının açık unutulması durumunda sıkça yaşanılan bir olaydır bu... Halk arasında hayvanın çatlayıp öldüğü şeklinde tabir edilir. Sürü sahipleri bu durumu bildiklerinden hayvanın nasıl otlatılacağını ve ne kadar yem vermeleri gerektiğini çok iyi bilirler.

Ne kadar güçlü görünürse görünsün her canlının belli bir sınırının olması, sınırı aşmak istediğinde zaaflarının açığa çıkarak aciz duruma düşmesiyle av ve avcı arasındaki dengenin korunmasını ancak İlahi bir iradenin varlığı ile açıklayabiliriz. 

Hayvandan farklı olarak insana, akıl, sonsuz hayat ve tabağındaki yemeği rahatça yeme ayrıcalığı tanınmıştır. Bu ayrıcalığın bedeli olarak sorumluluk yüklenmiştir. Sürüye saldırı olduğunda nefsi, balıklar gibi diğer balıkların arkasına saklanmasını ya da kaçmasını söylese de sorumluluğu ona kendisinin insan olduğunu ve nefsin isteğinin ahlâka aykırı olduğunu hatırlatır. Bu noktada iradesi devreye girerek kararını verir. Verdiği karar İlahî emre uygunsa ne âlâ; yok, uygun değilse ödeyeceği bedelin balıklarınkinden oldukça fazla olacağı kesin. 

“Günümüzde Müslümanların, sahilsiz bir derya içerinde çırpındığı en büyük günah, fiili olmaktan ziyade kalbidir ve belki her fiili günahtan beter olarak, İslam ahlakına bigânelikte toplanmaktadır… İstikamet derdi, “doğru yol” meselesi filan hak getire.” (S. Mirzabeyoğlu, İbda Diyalektiği)

Kumandan eserinde altını çizdiği bu bahsi, İmam Rabbani hazretlerinin “Mektubât” eserinden bir pasajla destekliyor;

(Şeriat iki kısma ayrılır; İtikada bağlı olanlar, amele bağlı olanlar… İtikada bağlı olanlar dinin esaslarındandır. Amele bağlı olanlar ise dinin teferruatı arasında sayılır… İtikadı yitiren necat ehli-kurtuluş ehli olamaz; ahiret azabından halası da onun için tasavvur edilemez. Ameli yitirenin ise durumu Sübhan Hakkın iradesine kalmıştır. Dilerse af eder, dilerse günahı kadar azap eder… Cehennemde ebedi kalmak, itikadı yitiren içindir; dinin zaruri hükümlerini inkâr edene göredir. Ameli yapmayan, her ne kadar azaba uğrayacak ise de, cehennemde ebedi kalmak onun hakkında yoktur… İtikada dair olan işler, dinin esasında ve İslam’ın zaruri işlerinden olduğuna göre, zaruri olarak onu beyan etmemiz gerekti… Amele dair işlerde, hem teferruat hem tafsil olduğundan, onu fıkıh kitaplarına havale ettik. Ama rağbete getirmek için, amele dair işlerden zaruri olanları bir miktar beyan edilecektir.)
Günümüz Müslümanlarının yaşantıları ve içinde bulunduğumuz hale bakınca mevzua neden balıklarla başladığım anlaşılmıştır sanırım. İnsanın tabiatın en güçlü canlısı olması, ona tabiatı yağmalama hakkı vermez. Küffar, “büyük balık küçük balığı yutar” yalanının arkasına sığınarak insanlığı ve tabiatı yağmalarken, Müslümanların bir kısmının bu yağmaya ortaklık etmesi, kalanının da olup bitene seyirci kalmasının sebebi İTİKAD zaafiyetidir; dinimizin, GÜZEL AHLÂK dini olduğunun yeterince anlaşılmamış olmasıdır.


Baran Dergisi 618. Sayı